Böyle giderse kaybederiz...

Güncelleme Tarihi:

Böyle giderse kaybederiz...
Oluşturulma Tarihi: Şubat 09, 2005 00:00

Türk toplumu, Ermeni sorununun boyutları daha yeni farkına varıyor. Uluslararası kamuoyu artık, soykırım iddialarına inandı. Peki, Soykırımcı damgası yemekten nasıl kurtulabiliriz? Konuyu en iyi bilen kişinin bir önerisi var...Ermenilerin, Soykırıma uğradıkları yolundaki iddiaları özellikle Batı kamuoyu tarafından, büyük oranda kabul edildi. Bu gerçeği kendimizden saklamayalım. Ermeniler yaklaşık 75 yıldır çalışıyorlar. Bizden bir ses çıkmadığı dönemde kitaplar yazdılar, binlerce belge yayınladılar, Üniversitelerde kürsüler kurdular ve Uluslararası kamuoyunu inandırdılar. Belgeleri yetersizdi, gerçekleri tam anlamıyla yansıtmıyordu, ancak  sonunda Uluslararası kamuoyunu inandırdılar.  Bizler ise, sadece seyrettik. Kendi kendimize propaganda yapmakla yetindik, konuyu tartışmayarak  sanki suçlamalardan kurtulabileceğimizi sandık. Uluslararası  kamuoyunun  sonunda doğruları göreceğini düşündük. Oysa tam aksi çıktı. Şimdi, eski hatalarımıza bakıp dövünmenin de hiç gereği yok. Olan oldu, tren kaçtı. Bundan böyle yeni bir durumla karşı karşıyayız. Gerçekçi hareket etmek ve zararı en az noktaya indirmek zorundayız. Yusuf Halaçoğlu’nu tanırsınız. Türk Tarih Kurumunun 11 yıldır başkanlığını yapıyor. Geçen Cuma günkü MANŞET  programında  (CNN TÜRK’te hergün saat 17:00’de) bu gerçekleri tekrarladı ve son derece önemli bir uyarıda bulunda : “Artık sadece belge, kitap ve film hazırlayarak, sadece propaganda  ile bu sorunun altından kalkamayız. Yine belge  çıkaralım, kitap yayınlayalım ancak, bundan böyle daha ses getirecek adımlar atmak gerekir. Sadece tarihçilerle değil, siyasi atılımlarda da ortaya çıkmalıyız. Bir strateji saptamalıyız” dedi. Önerisi, Emekli Büyükelçi  Yalım Eralp’in bir süre önce  yazdığı gibi, Türkiye’nin ön alması ve Birleşmiş Milletlere  bir inceleme komisyonu kurdurması. Tarafların gösterecekleri tarihçilerin yapacakları inceleme ve varacakları sonuç, Türkiye’yi büyük oranda rahatlatacaktır. Zira Türk tarafı, Soykırım  olmadığı, karşılıklı öldürme yaşandığını, Osmanlıların da kendi açısından  sorumlularını cezalandırdığını  belgeleriyle ispatlayabiliyor. Yani Türkiye kendinden emin... Halacoğlu gibi, bu konuyu en iyi bilen bir kişinin “Elimiz güçlü, ancak bu iş artık politikacının sorumluluğu, sadece teknik araştırma yetmiyor”  diye haykırması son derece önemli. Devlet’in yetkilileri artık uyanmalı, artık bir strateji saptamalı ve sadece “Bu işi tarihçilere bırakalım” demekle biryere varılamayacağını görmeli., artık, BM’yi harekete geçirmenin, uluslararası tribünleri etkileyecek açılımlar keşfetmenin zamanıdır. Hadi artık, hadi uyanın...                                                            *                                  *                                  * SİYASETÇİ ARTIK ÖN PLANA ÇIKMALI... Yine bu konuda Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu’nun bir süre önce yayınlanan ilgiç bir yazısı Mehmet Barlas  tarafından özetlenince okudum. Prof. Hamioğlu da, T.C. Devletinin Ermeni Soykırımı iddialarına  karşı yaklaşımının rahatlığına dikkat çekiyor. Hamioğlu’nun, Barlas tarafından özetlenen yazısı, günün gerçeklerini çok güzel yansıtıyor: -          “Bir yandan resmi ideolojinin hizmetinde olan tarihçiden mükemmelleştirme vazifesi yapması beklenirken, öte yandan da onun "vesikalar"a bakarak bir fizikçinin ya da kimyagerin laboratuarında yaptığı deney neticesinde vardığına benzer bir sonuca ulaşması talep edilmektedir.-         Tarih, dönemin yaygın kanaatleri çerçevesinde sürekli olarak yeniden yorumlandığı için Fransız İhtilali'nin 100 ve 200. yıllarında "devri sabık"ın (ancien regime) karakteri hakkında birbirinden oldukça farklı yorumlar getirilmiş, uzun süre "vak'ai hayriye" olarak kabul edilen yeniçeriliğin ilgası on dokuzuncu asır sonlarında Babı Ali diktatörlüğünün temel nedeni olarak görülmeye başlanmıştır.-         Arap tarihçiliğinin II. Abdülhamid yorumu, 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında ciddi bir değişikliğe uğramış, nihayet 31 Mart Olayı üzerine en kapsamlı eseri kaleme alan değerli bir tarihçimiz 1970 yılında bu olayı "şeriatçı bir ayaklanma" olarak tavsif etmezken, 1994 koşullarında, böylesi bir tanımlama yapmayı uygun görmüştür.-         1915 Tehcir Kanunu ve bunun akabinde gelişen olayların niteliği konusunda son sözün tarihçilere bırakılmasını savunan ve uzun süredir değişik iktidarlar tarafından tekrarlanan Türk resmi tezi pek de anlamlı değildir. Mevcut meseleyi halledecek taraflar iki tarafın tarihçileri değil siyasetçileridir.-         Konunun tamamen tarihçilere havalesi teziyle bir yere varılması mümkün olamayacağı gibi, kendisini uluslararası zeminlerde sürekli olarak zorlayan bu denli hassas bir konuda ciddi bir "siyaset" geliştiremeyen toplum konumunda kalınması da, zannedildiğinin tersine, ciddi bir zaaf olarak mütalaa edilmektedir.” Bözler bir konuda bir karar veriyoruz ve bunun değişmez bir gerçek olarak kalacağını sanıyoruz. Oysa tam aksine, bazı olayların yorumu da değişiyor. Dün “tehcir” denen olay, bugün dünya kamuoyu gözünde “Soykırım” gibi görünebiliyor. Artık bizde bunları tartışmaya başlayalım.*                  *                    *                                                       (Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!