Güncelleme Tarihi:
Ne olduysa, “Haliç’te Yaşayan Simonlar / Dün Devlet Bugün Cemaat” adlı kitabını yazdıktan sonra oldu.
O ana kadar CHP’li Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e operasyon yapması için bilhassa kendi şehirlerine tayin edildiğini düşünen Eskişehirliler, kitap yayınlandıktan sonra Hanefi Avcı’nın imza gününde kuyruğa girmişti.
Karşı cephe de şaşkındı. Zira Avcı, Cemaati’ne yakınlığıyla biliniyordu. Hatta Cemaat’in amiral gemisi olan Zaman gazetesinde, Avcı’ya sıklıkla övgüler düzülüyordu. Mesela Mümtaz’er Türköne, 2010’da kaleme aldığı yazısında, Avcı’nın “çetelerin kâbusu” olduğunu savunuyor, “Türkiye’nin son çeyrek asrında olup bitenleri anlamak isteyenler Hanefi Avcı’nın durduğu yeri pergelin sivri ucu gibi meşrû sabit nokta olarak görmeli ve söylediklerini bu gözle değerlendirmeli” diye yazıyordu. Bu yazıdan, çok değil, bir yıl sonra Zaman, Avcı’nın Ergenekon’un talimatıyla Cemaat aleyhine kitap yazdığını iddia edecekti.
UZUN, ARSLAN, AVCI...
Avcı, aslında bir bir tasfiye edilen görkemli emniyet müdürleri zincirinde bir halkaydı. İlkin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun görevinden alındı. Sonra Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan bir uyuşturucu çetesiyle ilişkilendirilerek tutuklandı. Ardından Arslan’la aynı koltuğu paylaşan Mustafa Gülcü ve Celal Uzunkaya tutuklanarak, tasfiye edildi. Bütün bu isimlerin, emniyet içerisindeki Cemaat yapılanmasına muhalif oldukları ve bu yüzden operasyonlara maruz kaldıkları, onların boşalttığı koltuğa Cemaat’çi olduğu iddia edilen polislerin yerleştiği öne sürülüyordu. Çember daralarak, Avcı’ya kadar gelmişti. Avcı, bu tarihte Eskişehir Emniyet Müdürüydü.
Kasım 2009’da cep telefonlarının, Cemaat’in güdümünde olduğu iddia edilen İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesi tarafından dinlendiğini bu şubedeki bir komiserden öğrendi. Sonradan aydınlanacağı üzere İstanbul Emniyeti; Avcı’nın bir üniversiteli gencin adına aldığı, fakat kız arkadaşı tarafından kullanılan cep telefonunu sahte isimle dinliyordu. Keza İstanbul Emniyeti, Avcı’nın geçmişte işkence yaptığı, sonradan arkadaş olduğu Necdet Kılıç’ı da dinlemeye almıştı. Hanefi Avcı bu bilgiye ulaşır ulaşmaz, İçişleri Bakanlığı’na kadar, çalmadık kapı bırakmadı. Sonuç alamadı.
İddiaya göre bu temasları fark eden İstanbul Emniyeti, Avcı’nın kız arkadaşının dinlenmesi işlemine son verirken, Necdet Kılıç’ın takibini sürdürmüştü. Kılıç’ın takip sebebi, Devrimci Karargah (DK) adlı yasadışı sol örgütle ilişkide bulunduğu iddiasıydı. Oysa Kılıç, DK’lı değildi. Sosyalist Demokrasi Partisi’ne yakın bir kişiydi. Avcı’ya göre, sırf kendisine operasyon yapabilmek için Kılıç ve SDP’liler soruşturma kapsama alınmıştı.
Avcı’nın meşhur kitabı, işte bugünlerde, Ağustos 2010’da çıktı.
Avcı, kitabında, Gülen Cemaati’ne bağlı olduğu kamu görevlilerinin emniyette ve yargıda örgütlendiğini, bu kuruluşların cemaate bağlı kimi imamlar eliyle yönetildiğini iddia ediyordu.
Kitaptan bir ay sonra, eylülde, DK’ya operasyon yapıldı.
SDP’liler ve Kılıç tutuklandı. Sonra da Avcı, DK’ya yardım iddiasıyla cezaevine kondu.
Savcılık ilkin talimatla, yani bulunduğu yerden ifade vermesini istediği Avcı’nın, Genelkurmay Askeri Savcılığı’na ifade vermesi üzerine, yakalama kararı çıkararak, tutuklanmasını sağladı.
BOŞ ODAYA O KASETLERİ KİM KOYDU?
Dahası, Avcı’nın bir ay önce terk ettiği Eskişehir Emniyeti’ndeki makamı basıldı, 1990’lara ait, “illegal” yollarla elde edilmiş ses kasetleri bulundu. Kitabında, Cemaati’i “illegal dinleme” ile itham eden Avcı, bu kez aynı suçlamaya maruz kalıyordu. Sonradan anlaşıldı ki Avcı, o makamı bir ay önce boşaltmıştı. Ne kasetler ne de kasetlerin çıktığı çanta üzerinde parmak izi vardı. Odayı boşaltan polisler de böyle bir çantayı hiç görmediklerini söylüyordu. Makam odasına bakan kameralar da son bir haftadır çalışmıyordu.
Avcı tutuklandıktan sonra, yedi gazetecinin yazılarından oluşan dosyayı savcılığa sunan İstanbul Emniyeti, Avcı hakkında Ergenekon kapsamında da soruşturma açılmasını istedi. Gariplik şuradaydı: Gazetecilerden Şamil Tayyar, katıldığı TV programında, Avcı’nın makam odasının basılıp incelenmesini istiyordu. Bu yazıdan günler sonra makam basılacak, Tayyar’ın “kehaneti” tutacaktı. Bu, nasıl olabilmişti? Yiğit Bulut ise Avcı’nın arkasında “Karanlık Oda” dediği OdaTv’nin bulunduğu ima edecekti. Ve ne garip bir “tesadüftür” ki OdaTV, yazıdan altı ay sonra basılacak, Avcı’nın kitabının OdaTV’ye gönderilen “talimat” üzerine gazeteci Nedim Şener tarafından yazıldığı iddia edilecekti. Şener de, Avcı gibi İstanbul Emniyeti’nde görevli polis şeflerinin “kanlısı” durumundaydı.
Avcı, bir kez de bu davadan tutuklandı.
O tutukluyken, Ankara’da kitabından ötürü ardı ardına ceza ve tazminat davaları açıldı. Çoğundan ceza aldı. En az beş kez Emniyet’ten ihraç edildi.
DK Davası’nın sanık listesinde, kendisini dışında, eski eşi de yer aldı.
Bu davada, Avcı’nın yardım ettiği iddia edilen kim varsa tutuksuz yargılanırken, o tahliye edilmedi. Yargılama sonunda; örgüte yardım, ağır nitelikte silah bulundurmak ve kitabında kamu görevlilerini hedef göstermek suçlamasıyla 15 yıl cezaya cezasına çarptırıldı. Yargılamanın bir duruşmasında Avcı’nın avukatı Fidel Okan, mahkeme heyetine dönerek, “Siz Avcı’yı tahliye etmezsiniz. Zira ederseniz görevinizden olursunuz. Etmezseniz terfi edersiniz. Bu yüzden tahliye taleplerimizi size değil, Pensilvanya’ya göndereceğiz” dedi. Dediği gibi oldu. Avcı tahliye edilmedi. Polis şefini tutuklayan Savcı Kadri Altınışık, Yargıtay üyesi oldu.
Bu arada Avcı, geçmişte polis şefiyken tanıştığı PKK ve TİKKO üyeleri için kitabında kullandığı olumlu ifadeler nedeniyle, iki örgütün propagandasını yaptığı için yargılandı.
UĞUR BIRAKILDI AVCI İÇERİDE KALDI
Ve bugün...
Avcı, baştan beri tutuklu yargılandığı tahliye edildi.
Katıldığı her duruşmada Avcı OdaTV’ye virüs saldırısı sonucunda dijital belgelerin gönderildiğini iddia etti. Ve iddiası TÜBİTAK’ın Müyesser Uğur’un bilgisayarına virüs saldırısı yapıldığını kabul etmesiyle doğrulandı. Ne var ki, Uğur bırakıldı, Avcı içeride kaldı. Bir önceki duruşmada oybirliğiyle tutuklu kalmasına karar veren mahkeme, elde hiçbir yeni delil olmadığı halde bugün, Avcı ve Yalçın Küçük’ü oybirliğiyle tahliye etti.
Peki, ne değişti?
MHP’li Agah Oktay Güner, 12 Eylül darbesinden sonra tutuklu yargılandıkları dava sırasında yaptığı savunmada, “Biz içerideyiz, fikrimiz iktidarda” demişti.
Avcı da aynı yazıyı yaşıyordu.
Fikri iktidarda, kendisi içerdeydi.