Güncelleme Tarihi:
Bölge halkının yüzde 60’nın yoksulluk sınırının altında olduğu kaydedilirken, “Halkın alım gücü artmadıkça ‘bakkal açma’ eğilimi bile sınırlı kalacaktır. Mevcut durumun devamı halinde Türkiye’nin batısına ve Kuzey Irak’ta geliştirilmeye çalışılan çekim merkezlerine nüfus akımı artabilir” uyarısı yapıldı.
Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki illerde kişi başına düşen GSHM oranının AB ortalamasının sadece yüzde 7 ile 16’sına denk geldiği kaydedilen raporda, sağlık sektöründe vatandaşların yaşadığı iletişim sorununa “Kürtçe konuşan yardımcı hemşire” istihdamı önerisinde bulunuldu.
Raporun ön kısmında yer alan kısa değerlendirmede, 1980’den bu yana bölgede süren çatışma ortamının, köylerin boşalmasına neden olduğu, bu durumun hem bölgede hem de Türkiye’nin diğer yörelerindeki büyükşehirleri etkileyen büyük göç dalgasına neden olduğu vurgulandı. Göç edenlerin, güvenlik ve geçim imkanlarının ortadan kalkmasının yarattığı zorlamalarla entegrasyon sorunu yaşandığına işaret edilerek şöyle denildi:
YOKSULLUK VAHİM BİR GÖRÜNTÜ ARZ EDİYOR
“Dolayısıyla, özellikle yoğun göç alan kentlerde, ortaya çok ciddi bir sosyoekonomik entegrasyon sorunu çıkmıştır. Bölgenin iktisadi koşulları Türkiye ortalamasına oranla giderek bozulmaktadır. İşsizlik büyük bir sorundur. Bölge nüfusunun yarıdan fazlası yoksul tanımına girmekte, kentlerdeki yoksulluk toplumsal ve siyasi sonuçları açısından vahim bir görünüm arz etmektedir.”
KUZEY IRAK İLGİYLE İZLENİYOR
Değerlendirmede, bölge insanları arasında “huzur ve barışın, hukuk ve adaletin önemini” vurgulayan bir söylemin varlığının altı çizilerek, “Ancak bölgede siyasi gerilimlerin yanı sıra ?eskisinden çok daha kısıtlı olmakla birlikte-silahlı eylemler devam etmektedir, entegrasyon ve yoksulluk sorunları sosyal ve siyasi riskleri artırmaktadır” denildi. Değerlendirme kısmında şu görüşlere ver verildi:
“Ayrıca bugün Kuzey Irak bölge halkı tarafından ilgiyle izlenmekte ve oradaki Kürt nüfusu ilgilendiren siyasi ve ekonomik gelişmeler Kürt kökenli vatandaşlarımızın bazıları için yeni bir aidiyet modeli ve tahayyül malzemesi oluşturmaktadır. Böyle bir ortamda, bölgede yaşayan insanların kendilerini adil bir toplumun eşit vatandaşları gibi hissetmeleri, devlete güven hissiyle bağlanabilmeleri büyük önem kazanmaktadır.”
BÖLGE HALKININ YÜZDE 60’I YOKSULLUK SINIRININ ALTINDA
Raporda Adıyaman, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Hakkari, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli, Şanlıurfa, Van, Bayburt, Batman, Şırnak, Ardahan ve Iğdır’dan oluşan toplam 21 ilin araştırmanın konusu yapıldığı belirtilirken, bu illerin 1996 ile 2003 yıllarındaki Sosyoekonomik Gelişmişlik Sıralaması (SEGS) karşılaştırıldı. Söz konusu illerin sıralamada en alt sıralarda yer aldığına dikkat çekilerek, 21 ilde kişi başına kamu yatırımlarının ülke ortalamasının üçte biri oranında olduğu kaydedildi.
Bölgenin, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYİH) yaptığı katkının azlığı da ifade edilen raporda, ülke nüfusunun yüzde 15’ine sahip bölgenin GSYİH’ye katkısının ortalama yüzde 6 dolayında olduğu belirtildi. Katkının büyük bölümünün tarım sektöründe yaratılan katma değerden kaynaklandığı bildirildi. Bölge ve Türkiye arasındaki GSYİH’daki farkın bölge içinde de mevcut olduğu, Hakkari ile en yüksek GSYİH seviyesindeki Diyarbakır arasında saptanan farkın dört kat olduğu vurgulanan raporda, bölge halkının yoksulluk düzeyinin ciddi boyutlarda olduğu kaydedildi. Raporda, şöyle denildi:
MERKEZİ HÜKÜMET İHMAL EDİYOR
“Toplum ekonomik göstergelerin işaret ettiğinden daha vahim olan durum ise bölge halkının yaklaşık yüzde 60’ının yoksulluk sınırının altında yaşaması ve yoksulluğun kuşaklar arasında miras bırakılır hale gelmesidir. Ekonomik, sosyal ve insanı açılardan kabul edilmesi mümkün olmayan bu durumun nedenleri olarak iktisat ve sosyolojinin bu tür farklılıkları açıklamakta kullanıldığı tüm kavramları saymak mümkündür. Bunların tümünün gerçekliği kabul edilse bile, bölge halkının yumuşak ifade ettiği, merkezi hükümetlerin ‘ihmali’ önemli bir etmen olarak karşımızda duruyor. Bu ihmalin ekonomik ve sosyal nedenlerinin de olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Yaklaşık 20 yıl süren silahlı çatışma, bölgede ekonomik hayatı altüst etmekle kalmamış, tüm ilişkilerinden koparılmış, gelecekten neredeyse umudunu kesmiş; yaşamaya devam ettiği, göç ettiği veya göç etmek zorunda kaldığı yerlerde işsiz parasız eğitim ve sağlık gibi en temel haklardan bile yoksun çevresine ve merkezi hükümete karşı güven duygularını yitirmiş, sayısı milyonlarla ölçülen bir nüfus yaratılmıştır. Bu durum tehlike arz etmektedir ve sadece yoksulluğun bölgesel olarak yoğunlaşmasından ve koyulaşmasından ibaret değildir.”
AB BİLE ZOR
Raporda, 21 ilin İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde Birleşmiş Milletleri’nin sıralamasına göre Fas’a denk geldiğine dikkat çekilirken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki illerde kişi başına düşen GSHM oranının AB ortalamasının yüzde 7’si ile 16’sı arasında değiştiği kaydedildi. Bu dengesizliğin AB’ye aday ülkeler arasında saptanan en yüksek değer olduğu belirtilirken, Birlik içinde GSHM’nin en düşük olduğu Polonya’nın Lubelskie bölgesinde bile oranının yüzde 32’lerde bulunduğu ifade edildi. Raporda, “Komşumuz Yunanistan’ın en düşük kişi başına GSHM’ya sahip olan Dytiki Elada bölgesinde bu oran yüzde 58’dir. Kişi başına düşen GSHM’nin Birlik ortalamasının en az yüzde 32’sine yükseltilmesi demek, bölge illerinin nüfuslarının artmayacağını varsayarak bile, iller GSHM’sının 2 kat ile 4.7 kat arasında artması demektir. Bu artış sağlanmazsa AB’ye girişin en önemli ekonomik koşullarından birisi yerine getirilmemiş olacaktır” denildi.
Raporun “Doğu ve Güneydoğu Anadolu İçin Öncelikle Sosyal ve Ekonomik Politika Önerileri” bölümü altındaki “Sosyal Politikalar” alt başlıkta işlenen sağlık sektörüne ilişkin değerlendirmede, bölgenin sağlık yatırımları ve hizmetleri yönünden son derece yetersiz olduğu vurgulandı. İkinci derece sağlık hizmetlerinin çok olumsuz bir durumda olduğu ifade edilirken “En temel yurttaşlık haklarından biri olan sağlık hizmeti alma hakkına sahip olmayan insanların güven içinde yaşamaları, dolayısıyla da ekonomik gelişmeyi sağlayacak biçimde hareket etmeleri beklenemez” tespiti yapıldı.
KÜRTÇE KONUŞAN YARDIMCI HEMŞİRE İSTİHDAM EDİLMELİ
Bölgeye hem birinci hem de ikinci derecede sağlık hizmetleri için yapılan yatırımların artırılması ve göç alan bölgelere öncelik verilmesi gerekliğine işaret edilen raporda, yeşil kart dağıtımında başvurulan kısıtlamaların ortaya çıkardığı engellerin kaldırılarak uygulamanın yaygınlaştırılması istendi. Raporda hasta ve muayeneye gelenlerin yaşadıkları iletişim sorununa dikkat çekilerek “Hastalara yardımcı olmak üzere her basamak sağlık kuruluşunda Kürtçe konuşan yardımcı hemşirelere istihdam edilmesi gerekiyor” denildi.
EĞİTİM
Raporda, eğitim konusuna geniş yer verilmezken, eğitimin bölgedeki amaçlarına ulaşmada karşılaştığı en büyük engelin, yaygın kanının aksine bölgenin kültürel yapısı değil, yoksulluk ve eğitim yatırımları eksikliğinden kaynaklığı ifade edildi.
Raporun, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Kalkınmasında Yatırım Politikaları” başlıklı bölümünde ise devletin üzerine düşen sorumluluklara dikkat çekildi. Raporda getirilen öneriler şöyle:
“-Devlet üstüne düşeni yapmalıdır.
-Bir kaynak seferberliği ilan edilmelidir.
-Seçmenin yalnız küçük bir oranına yönelik bu özveri için ülke halkı ikna edilmelidir.
-Komşu ülkelerle ticaretin önündeki engeller kaldırılmalıdır.
-Her soruna aynı ilaç verilmemelidir.
-Halka güvenilmeli ve toplum önderliğinde kalkınma sağlanmalıdır.
-Yoksulun alım gücü artırılmalıdır.
-‘Burada yaşanır’ gerçeği yaratılmalıdır.
-Eğitimde elde edilen başarı sürdürülmeli ve sağlık sektörüne yayılmalıdır.”
ÖZEL SEKTÖRE BEL BAĞLAMAK GERÇEKÇİ DEĞİL
Türkiye’nin önümüzdeki dönemde sosyal programlarla, geri kalmış bölgelerde yaşayan ve “uçuruma düşen” bölge insanının çözümü için optimal politikalar üretmesi gerektiğine değinilen raporda, “Kısa dönemde başarı sağlanması, kamu kaynaklarının ve teşviklerin ülkenin yarısından fazlasına açılması yerine az sayıda ilin sorunlarına eğilmekle mümkündür. Özel sektör önderliğine bel bağlamak çok gerçekçi değildir. Bir seferberlikle devletin altyapı açığını kapatması hem bölgedeki özel sektörün gelişmesini hem de dışarıdan başka şirketlerin bölgeye çekilmesini sağlayacaktır” denildi.
ŞARTLI NAKİT TRANSFERİNİN KAPSAMI GENİŞLETİLMELİ
Bölgesel eşitsizliği daraltmak için yeteri kaynak ve siyasi desteğin sağlanması gerektiği belirtilen raporda, yeşil kart, yaşlılık ve özürlülere ilişkin programlara ek olarak Şartlı Nakit Transferi’nin amaçlanan kapsama getirilerek sürdürülmesi istendi. Şartlı Nakit Transferinden yararlananların yarısından fazlasının bölge halkı olduğu kaydedilen raporda, “Şartlı Nakit Transferi, yoksulluğun yeni nesillere miras kalmama umudunu kuvvetlendirmektedir. Şartlı Nakit Transferi ülkedeki en yoksul yüzde 6’lık kesimi amaçlamış ancak yalnız yüzde 4’lük bir grubu kapsamıştır” denildi. Kapsamın genişletilmesiyle Şartlı Nakit Transferi’nden en çok yararlanan bölge insanının çocuk eğitim, beslenme ve sağlık alanında yaşanan sorunlarını bir ölçüde gidereceği kaydedildi.