Güncelleme Tarihi:
Ankara, İsrail’e sadece Doğu Akdeniz’de değil her yerde başka ülkelerin gemilerine müdahalesini meşru gören önemli bir istisna tanındığı anlamına gelecek bu yaklaşımın, uluslararası deniz hukukundaki teamüller ile Bileşmiş Milletler (BM) prensiplerine aykırı ve kabul edilemez olduğunu savunuyor. Türk tarafına göre “ablukanın yasallığını” ileri sürmesi nedeniyle rapor, İsrail’e kamuoyu algısı yaratmak için fırsat tanımış olabilir ancak hukuki temeli zayıf ve sorunlu.
‘Palmer - Uribe Raporu’
BM Genel Sekreteri Ban-Ki Moon’un raporu onaylama yoluna gitmesini istemeyen Ankara, raporun içindeki “Burada yazılanların hukuki bağlayıcılığı yoktur” ifadesini itirazları için önemli dayanak olarak görüyor. Zaten Türk tarafına göre, komisyondaki Türkiye’nin temsilci Özdem Sanberk ve İsrail’in temsilcisi Joseph Ciechanover tarafından imzalanmadığı için raporun hukuki bağlayıcılığı olması söz konusu değil. Ankara, raporun BM Genel Sekreteri tarafından yetkilendirilen komisyonun raporu olmaktan çıkıp panelin Başkanı Geoffrey Palmer ve Yardımcısı Alvaro Uribe’nin raporuna dönüştüğünü savunuyor. İsrail’in karşısında Türk donanmasını bulacağına ilişkin yorumlara da itiraz etmiyor.
1982 ilkeleri referans
Türkiye, Yunanistan ile Ege’deki uzlaşmazlıklar nedeniyle 1982 tarihli uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf değil. Ancak bu sözleşmede de yer alan seyrüsefer ve açık deniz serbestisiyle ilkeleri sözleşmeden çok daha önce evrensel olarak uygulanan uluslararası hukuk teamülleri olarak kabul ediliyor. Ankara, bu ilkelerin referans alınması gerektiği görüşünde. Palmer Raporu’nun ortaya koyduğu anlayış, bu sözleşmenin seyrüsefer kriterleri ile çelişiyor. Bu ilkelere göre, açık denizlerde seyreden bir gemiye kaptanın ya da bayrak devletinin rızası olmadan başka bir ülke askerlerince çıkma hakkı yok. Ankara, 1982 Sözleşmesi’nin uluslararası olarak kabul gören normatif hukuk kuralları varken Palmer Raporu’nda 1908 yılından bir örnek yorum yapılmasını deniz hukukunda yeni bir teamül yaratma çabası olarak görüyor.
Hiç tanınmayan istisna
Rapordaki anlayışın sadece ablukayı yasal görmekle kalmayıp güç kullanımını da yasal hale getirdiğini düşünen Türk tarafı, bu kadar geniş bir güç kullanma yetkisinin dünyadaki hiçbir devlete tanınmadığına dikkat çekiyor. Korkulan İsrail’in raporu kendi gemisiyle insani yardım götüren ülkelere bile keyfi olarak müdahale etmek için bahane olarak kullanması. Türkiye’nin Cuma günü İsrail’e karşı açıkladığı 5 maddelik yaptırım paketinde çok dikkat çeken “Doğu Akdeniz’deki seyrüsefer serbestisiyle” ilgili uyarı da İsrail’in bu tür olası faaliyetlerine karşı sert bir uyarı niteliğinde. Ankara’nın vermek istediği mesaj şu: “İsrail bu rapora dayanarak yeni bir hukuk teamülü yaratmaya çalışırsa bunu tanımayız, karşılığında her şeyi yaparız.” Yetkili ağızlar, bu uyarıyı detaylandırmak yerine “Ne anlaşılıyorsa o” demekle yetiniyor ancak bundan sonra sivil Türk gemilerinin güvenliği söz konusu olduğunda artık Türk donanmasının devreye girebileceği yorumlarına itiraz etmiyor.
Raporu İsrail’in tezlerine yakın görse de Ankara, İsrail ile ilişkilerin askıya alınması anlamına gelen yaptırım paketine raporun içeriğine göre karar verilmediğinin altını ısrarla çiziyor. Diplomatik kaynaklar, “Palmer Raporu İsrail yüzde yüz haksızdır, suçludur deseydi ama İsrail hükümeti yine de özür ve tazminat talebimizi karşılamasaydı, biz yine yaptırımları açıklayacaktık” diyor. İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy’e ülkeyi terk etmesi yönündeki bildirim henüz resmen yapılmış değil. Diplomatik teamüllere göre bu bildirim ya büyükelçi bakanlığa çağrılarak ya da yazılı olarak yapılabilir. Ancak Levy’nin 4 gündür zaten ülkesinde tatilde olması İsrail’in gelişmeleri önceden hesaplayarak hazırlık yaptığı izlenimini güçlendiriyor.
Elçiye bildirim yarın
Hürriyet’e bilgi veren İsrail’in Ankara Büyükelçiliği’ndeki diğer yetkililer, henüz ne Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan bir bildirim ne de kendi hükümetlerinden bir talimat gelmediği için toplanmaya başlamadıklarını söyledi. Türk tarafının İsrail Büyükelçisi’ne bildirimi yarın yapmayı planladığı öğrenildi. Her şeye rağmen özür ve tazminat beyanının Çarşamba’dan önce gelmesi durumunda teknik olarak elçilik personelinin ülkeyi terk etmesi gerekmeyecek.