Güncelleme Tarihi:
Avrupa Başkanı’na otelde kahve içerken, Türkiye’nin AB üyeliği hakkında laflıyoruz. Çok olumlu olduğunu görüyorum. Rusya ve Çin bir tarafta, İtalya, Fransa, Almanya bir tarafta… İngiltere hem Avrupalılarla hem değil… Ben Avrupalılarla çok iyi anlaşıyorum… Endonezya, Çin ve Güney Afrika başkanlarının bu durumu biraz garipsediğini hissediyorum. Sanki Avrupalılardan çok onlara yakınlık göstermemi bekliyorlar… Gönüllerini istemeden de olsa şöyle alıyorum…
Daha Türkiye’deyken, bize zirve hakkında dosyalar gelmeye başladı. Programın ajandası, konuşulacak konular, her türlü bilgiyle beraber kıyafet kodları da yazılı olarak tebliğ edildi. İlginçti… Takım elbise, ceket gibi parçaların yanında kravat da yazılıydı. Benimse kararım kesindi. Kravat takmayacaktım. Zaten lisede zorla taktırdıkları kravata her zaman mesafeli durdum.
Zirveye geldiğimde komite üyeleri durumu hemen farkediyor… Neden kravat takmadığımı soruyorlar… Ben de bunun hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ve tercih meselesi olduğunu söylüyorum ve ekliyorum, “Söz konusu hoşgörü ya da dialog ise kravattan çok kafalar önemlidir.” Komite üyeleri hak veriyor. Tabii bu diğer ülkelerin delegasyonları arasında da hemen farkediliyor. Türkiye Başkanı kravat takmıyormuş diye bakanlar arasında konuşulduğu geliyor kulağıma. Fakat bunu meşrulaştırıyoruz.
Ertesi gün geldiğimde Endonezya Devlet Başkanı’nı görüyorum… Kravatını çıkarmış, yüzüme bakıp tebessüm ediyor…
BİZİ DESTEKLERSEN AB'YE GİRERSİN
Verilen kısa aralardan birinde Almanya Şansölyesi yanıma gelip aynen şunu söylüyor: “Biz Türkiye’nin AB’ye katılımını destekliyoruz. Müzakerelerde daha fazla bizim (AB ülkelerinin) tarafımızda durup, fikirlerimize destek verirsen herşey daha kolay olur.”
Bu bir rüşvet miydi? Böyle şeyin pazarlığı olur muydu? Normal miydi bu söylediği? Kafamda anında bu sorular dolaşmaya başlıyor. Normal olup olmaması farkeder mi? Hem zaten ‘normal’ ne demek? ‘Meşru’ mu demek? Dış Politika işte böyle bir şey… İsmet İnönü zamanında “büyük devletlerle ilişki kurmak, ayıyla yatağa girmek gibidir” demişti. Sahada işler, bizim sınıfta okuduğumuzdan farklı işliyor. Alman Şansölyesine zaten bir çok konuda paralel düşündüğümüzü fakat katılmadığım bir fikri sadece AB’ye girmek için savunmanın da ilkesizlik olacağını söylüyorum.
Diğer salonlarda Ekonomi, Çevre ve Kalkınma Bakanları’nın toplantıları tam gaz devam ediyor. Çevre Bakanları’nın toplantısında, İtalyan Bakanı’nın bizim bakanımızın canını sıktığını öğreniyorum. Bir gözüm hep o bakanlarının toplantılarında, nasıl gittiğini kontrol ediyorum, sürekli haber alıyorum…
ABD BAŞKANI'YLA UYUŞMAZLIK
Dönüyoruz Devlet Başkanları’nın salonuna. Konuşulan konu şu… Dünyadaki gıda kaynaklarını nasıl adaletli bir şekilde dağıtımını sağlayabiliriz. Daha kimse konuşmadan söz alıyorum… Uluslararası tütün şirketlerinin, bioyakıt üreticilerinin gıda fiyatlarını çok etkilediğini ve birinci derecede sorumlulukları olduğunu söylüyorum…
Gıda fiyatlarının, en azından temel olanlarının, (buğday, mısır, pirinç) devlet tarafından kontrol edilmesini yani müdaheleyi öneriyorum. Serbest piyasanın neferi ABD Başkanı avaz avaz bağırarak karşı çıkıyor. Küçük Obama, serbest piyasaya müdahale etmenin tüm sistemi altüst edeceğini söylüyor. Daha parlak bir fikrinin olup olmadığını soruyorum. "Şu anki durumda devam edip, statükoyu koruyup, 800 milyon aç insan sayısının her gün artmasını mı beklemeliyiz" diyorum.
Hindistan destek veriyor, AB Başkanı noktayı koyuyor ve serbest piyasayla devlet müdahalesinin dengeli bir şekilde yürütülmesini öneriyor. Oylanıyor… ABD dışında hepimiz kabul ediyoruz…
G20 Mİ OLSUN G8 Mİ KALSIN
Konumuz dünyanın sadece ekonomik hacmi en büyük sekiz ülke tarafından yönetilmeye devam edilip edilmeyeceği… G8 etkinliğini koruyacak mı? Yoksa karar mekanizmaları daha tabana yayılıp bu iş Türkiye’nin de dahil olduğu en büyük 20 ekonomi tarafından mı götürülecek…
Fikrim kesin… Türkiye’nin ve diğer ülkelerin söz hakkının arttırılması gerektiğini bunun hem daha verimli hem de daha demokratik olacağını söylüyorum. Rusya kuşkucu yaklaşıyor. G8 ülkelerinin her zaman farklı bir rol üstlenmesi gerektiğini vurguluyor. Bunun istikrarı koruyacağını ve karar verme süreçlerini hızlandıracağını söylüyor. ABD aynı şekilde.
Tabii onlar kendi hegemonyalarını sürdürmek niyetindeler. Hindistan Başkanı ekonomik krize g8 ülkelerinin sebep olduğunu ve dünyanın başına büyük bir dert açtıklarını söylüyor. Sorunlara çözüm de getiremediklerini söylerek sert bir çıkış yapıyor. Benden destek geliyor… Ortam geriliyor… Kısa bir ara… Ardından tüm ülkeler en baştan nedenleriyle beraber bu konuyla ilgili nerede durduklarını açıklıyor. Yaklaşık üç saat boyunca bu tartışılıyor.
AKŞAM YEMEĞİ
Kaktüs isimli bir bara gidiyoruz. Tüm delegeler orada… Masalarda yine protokol… Birşeyler atıştırıyoruz, alkol alınmaya başlıyor, sohbetin ibresi uluslar arası politikalar’dan daha sosyal konulara dönüyor. Hava kararıyor. Müthiş bir uluslar arası duygu var… İnsanların gözünde bunu okuyabiliyorsunuz. Herkes ülkesini temsil etmesinin gerginliği yerini keyife bırakıyor. Espriler, takılmalar, grup üyeleri içinde yakınlaşmalar başlıyor… Derken Kanada’da okuyan bir Türk arkadaşım arayıp geldiğini söylüyor. Çıkıp kalabalık bir puba gidiyoruz…