Bizi bunun için mi çağırdın

Güncelleme Tarihi:

Bizi bunun için mi çağırdın
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 30, 2009 00:00

Ebu Leheb fena halde bozulmuştu ve insanları kışkırtmaya başlamıştı.

Peygamberimizin gönlü kırıldı ama artık hiçbir şey İslam’ın yayılışını engelleyemezdi?

PEYGAMBERİMİZİN örnek hayatını bilmek gerekiyor. Onun dürst kişiliğini, yaptıklarını ve tıpkı Soner Yalçın’ın kaleme aldığı gibi normal bir insan olduğunu spor yaptığını öğrenmek gerekiyor?
Ramazan ayı nedeniyle yüce Paygamberimizin hayatını öğrenmenin çok büyük bir sevap olacağını düşünerek yola çıktık? Ve kendisine nasıl elçilik görevi verildiğini, insanları nasıl İslam’a davet ettiğini kaynaklardan size aktardık, buna da devam etmek istiyoruz?
Artık gizlilik gerilerde kalmıştı. Paygamberimiz Harem’i Şerif’te kendisine elçilik görevi verildiğini duyurmuştu. İnsanların artık puta tapmamasını, çünkü putların hiçbir işe yaramadıklarını anlatmaya başlamış, herkesi Müslüman olmaya davet edip kendisine inanmalarını istemişti?
“Önce en yakın akrabanı (Allah’ın azabıyla) korkut” (eş Şuara Suresi, 214) anlamındaki ayet-i celile inince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), Safa Tepesi’ne çıkarak:
“Ey Abdülmuttaliboğulları, Ey Fihroğulları, Ey Abdimenafoğulları, Ey Zühreoğulları...” diyerek bütün akrabasına oymak oymak seslendi.
İnsanlar da bu davete uydular? Çünkü Peygamberimize güveniyorlar ve ona inanıyorlardı. Ünvanı El-Emin’di?
Toplantı yerine gelirken kendi aralarında da konuştular. Düşman işgaline uğrayacaklarını sananlar vardı, başka şeyler de düşünenler vardı elbette. Ama hiç kimse Hz. Muhammed (s.a.v.)’in onları Hak yola davet edeceğini düşünememişti?
Hepsi toplandıktan sonra Peygamberimiz elçilik görevini yaptı:
“Ey Kureyş cemaati, size “şu dağın eteğinde veya şu vadide düşman ordusu var. Üzerinize baskın yapacak desem, bana inanır mısınız?” diye sordu. Hepsi bir ağızdan:
-”Evet, inanırız, çünkü şimdiye kadar senden hiç yalan duymadık, sen yalan söylemezsin...” dediler.
Ve Peygamberimiz (s.a.s.)şöyle buyurdu:
“O halde ben size, önümüzde şiddetli bir azab günü bulunduğunu, Allah’a inanıp, O’na kulluk etmeyenlerin bu büyük azaba uğrayacaklarını haber veriyorum... Yemin ederim ki, Allah’tan başka ibadete layık tanrı yoktur. Ben de Allah’ın size ve bütün insanlara gönderdiği Peygamberiyim...(Rasul-i Ekrem her bir oymağa ayrı ayrı hitab ederek) Allah’tan kendinizi ibadet karşılığında satın alarak, azabından kurtarınız. Bu azabtan kurtulmanız için, ben Allah tarafından verilmiş hiç bir nüfuza sahip değilim...”
Herkes pür dikkat kendisini dinliyordu. Çünkü söylediği şeyler farklıydı. Buraya gelene kadar Hz. Muhammed’in böyle değerlerden bahsedeceğini düşünmemişlerdi?
Peygamber Efendimiz uyarmaya devam ediyordu:
“Ey Kureyşliler! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah divanına varınca, muhakkak dünyadaki bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin mükafatını, kötülüklerinizin de cezasını göreceksiniz. “O Mükafat ebedi cennet, ceza da Cehennem’e girmektir...” diyerek sözlerini bitirdi.
Peygamberimiz (s.a.s.)’in bu sözleri, umumi bir muhalefetle karşılanmadı. Yalnızca Ebu Leheb isyanlardaydı:
-”Helak olasıca, bizi bunun için mi çağırdın?” sözleriyle Rasûlullah (s.a.s.)’in gönlünü kırdı. Bunun üzerine onun hakkında şu ayeti kerime indi:
“Ebu Leheb’in iki elleri kurusun,yok olsun. O’na ne malı ne de kazandığı fayda verdi. Alevli bir ateşe yaslanacaktır o. Boynunda bükülmüş bir ip olduğu halde, karısı da odun hammalı olarak.” (Leheb Sûresi, 1-5)
Artık ok yaydan çıkmıştı. Ebu Leheb ve arkadaşları engellemeye çalışsa da insanlar akın akın Müslüman olmaya, cehaletin karanlık çukurundan çıkmaya başlamışlardı. Herkes bu konuşmayı birbirine aktarıyordu ama alay edenler de vardı ve şöyle diyorlardı:
“Muhammed yeni bir din çıkarmış.. Abdülmuttalib’in yetimine gökten haberler geliyormuş!!!”
Bunu söyleyenler elbette çılgınların, zalimlerin ta kendileriydi. Onlar köle ticareti yapıyor, insanlara zalimce davranıyor ve fakirlerin haklarını yiyorlardı.
Peygamberimiz ve arkadaşları onların sözlerine aldırmıyor, görevlerini en iyi şekilde yapmaya devam ediyorlardı ve bu görev yıllarca devam edecekti?

Kabul edilmeyen hediye

DİNİ hikayelerin en güzellerinden biri de “haksız kazanılan parayla alınan hediyenin kabul edilmeyişi” konusundadır?
Evet, adamın biri kötü işlerle uğraşıp para kazanır. Bu parayla da kendine bir inek satın alır. Sonra pişman olup ineği Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergahına bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda fakirlere yemek dağıtan aşevleri görevini de üstlenmektedir.
Durumunu Hacı Bektaş-ı Veli’ye anlatır. Veli, bu hediyeyi kabul edemeyeceklerini söyler ve hediyeyi kabul etmez.
Bunun üzerine adam Mevlana’ya gider ve durumunu ona arzeder. Mevlana hediyeyi kabul eder?
Adam, Hacı Bektaş-ı Velinin hediyeyi kabul etmediğini de söyler ve nedenini sorar:
Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her şeye konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergahı’na gider ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sorar.
Haci Bektas da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

Benim üç müridim var

Bu hikaye dilden dile anlatılır? Hacı Bayram Veli manevi önderlerden biriydi ve Sultan II. Murad da kendisine büyük saygı gösterirdi. Hatta bu saygı öylesine büyüktü ki, Hacı Bayram’ın müridlerinden vergi bile alınmıyordu? Bu da Ankara’nın her tarafına yayılmıştı?
“Biz de Hacı Bayram Veli’nin müridiyiz?” diyenler vergi ödemekten kurtuluyordu. Bu Sultanın kulağına kadar gitti?
İnsanların din önderlerini istismar etmesi sultanın hiç hoşuna gitmedi ve Hacı Bayram-ı Veli’ye “Gerçek müridlerinizin sayısını bana bildiriniz. Sizin bildirdiğiniz herkes vergiden muaf olacak..” diye haber gönderdi?
Sultanın kendisine saygı göstermesini istismar edenlerden Hacı Bayram-ı Veli de şikayetçiydi?
Sultanın vaadini fırsat bilerek herkese haber saldı. Toplanacakları yeri duyurdu. Kendisi de toplantı yapılacak meydana bir çadır kurdurdu?
Haberi alan davete uymuştu?
Hacı Bayram-ı Veli çadırdan çıkarak müridlerine seslendi:
“Beni seviyor musunuz?”
Yanıt belliydi:
“Elbette seviyoruz.”
“Bana yürekten bağlı mısınız? İstersem benim için canınızı bile verebilir misiniz?”
“Veririz?Canımız sana feda olsun?”
Gülümsedi Hacı Bayram-ı Veli:
“İyi o zaman?” dedi. “Şimdi sizi tek tek şu çadırın içine alacağım ve kurban edeceğim? İlkönce kim gelecek?”
İçlerinden biri koşarak geldi. Çadırın içine birlikte girdiler. Orada bulunan bir koyun kesildi. Dışarı oluk gibi kan akmaya başladı. Dışarda bekleyenler “Bu işin şakası olmadığını görmüşlerdi?”
Sonra Hacı Bayram-ı Veli çadırdan çıktı: “ikinci müridim gelsin?” dedi.
Bir kişi daha geldi? Bekleyenlerin yarısı kaçıp gitmişti.
Ve üçüncü kişi bir kadındı? Onun için de bir kurban kesildi?
Hacı Bayram-ı Veli dışarı çıkınca insanların çadıra girmek istemediklerini gördü? Sultan Murad’a yanıt gönderdi: “Benim gerçek anlamda iki erkek, biri hatun üç müridim var?” dedi?
Böylece din önderini istismar edenler yeniden vergi ödemeye başladılar?

BİR AYET

“Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri de daha iyi bilir.”(Kalem Suresi 7)

BİR HADİS

“Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekâtını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz.” (Tirmizi, Cuma)

Mecnun’un aşkı ilahi aşka dönüştü

BEN bu hikayeyi bir Ramazan gecesi büyüklerimden dinlemiştim. Ve de çok hoşuma gitmişti. Ve meşhur hikaye şöyleydi:
“Bir zamanlar bir kabile reisinin oğlu dünyaya geldi. Adını Kays koydular. Aynı anda bir başka kabile reisinin de kızı olmuştu. Onun da adı Leyla oldu. Derken bu çocuklar büyüdüler ve birbirlerini okul sıralarında tanıdılar? Sonra da aşık oldular. Bu aşk annenin kulağına gitti? Leyla’nın annesi çok kızdı. Ve kızını bir daha okula göndermedi. Kays, Leyla’yı okulda göremeyince çılgına döndü, durumu anlayınca başını alıp çöllere gitti ve Mecnun diye anılmaya başlandı?
Mecnunun babası oğlunu kurtarmak için Leyla’yı oğluna da istese de “Mecnun oldu, çılgın oldu” diye Leyla’yı vermediler. Leyla da evden kaçarak çölde Mecnun’u buldu.
Ama baktı ki Mecnun artık geyikler, kuşlar ve ceylanlarla konuşmakta arkadaşlık etmektedir. Artık onun için ilahi aşk başlamıştır. Bu nedenle de Mecnun Leyla’yı tanımadı.
Babası Mecnunu iyileşmesi için Kabe’ye götürdü. Duaların kabul olduğu bu yerde Mecnun’un Allah’a olan aşkı daha da arttı. Yeniden çöllere düştü?
Bu arada Leyla’nın aşkı da gittikçe artıyordu. Ama aile kızını bu aşktan kurtarmak için İbn-i Selam diye biriyle evlendirmek istediler. Kız İbn-i Selam’a derdini anlattı ve kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyldi. Böylece adamı kendinden uzaklaştırdı? Mecnun onun evlendiğini duyunca kendisine sitem dolu bir mektup yazdı. Leyla da “kendisini anlamadığı için” Mecnun’a sitem dolu yanıt verdi.
Ve Mecnun’un ahı tutar, İbn-i Selam öldü. Leyla önce babaevine döndü, sonra yine çöllere giderek Mecnun’a kavuşmak istedi.
Artık Mecnun dünyadan elini ayağını çekmişti. İlahi aşk yüzünden Leyla’nın varlığını unutmuştu.
Leyla kendisini buldu lakin Mecnun onu tanımadı. Leyla çok üzüldü ve hastalanıp yatağa düştü. Kısa bir süre sonra da öldü. Mecnun Leyla’nın ölüm haberini öğrenip geri döndü ve Layla’nın mezarını kucakladı? Ağlayıp inlemeye başldı ve şöyle dedi:
“Ya Rab mana cism-ü can gerekmez/ Canansuz cihan gerekmez.”
Bunları söyledikten sonra ağlaya ağlaya öldü. Bir müddet sonra Mecnun’ un sadık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde buluşmuş iki sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki: “Bunlar Mecnun ile onun vefalı sevgilisi Leyla’ dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular.”
Evet, bana anlatılan hikaye de aynen böyleydi?

BİR MANİ

Günâhın olsa yığın,
Yine de O’na sığın.
Gazabından fazladır,
Rahmeti Allahımın.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!