Güncelleme Tarihi:
Gazeteci Ayşenur Arslan, Birand'ın ameliyata girmeden önceki son anlarını anlattı.
Arslan'ın anlattığına göre, Birand hastanede yazdığı köşe yazısını teknik bir aksaklıktan dolayı yazı işlerine gönderemeyince, asistanını hastaneye çağırdı. Asistanının yardımıyla yazısını Posta gazetesine gönderen Birand, daha sonra ise ameliyata alındı.
Arslan'ın ifadesine göre Birand, kendisine yapılan anestezinin ardından dahi, ameliyatını yapan doktorlarla köşe yazısında ele aldığı konuyu tartışıyordu.
Arslan, "Son yazısında bugün Diyarbakır'daki mitingden söz ediyordu. Herkese sağduyu çağrısında bulunuyordu. Doğrusunu isterseniz ben kendi adıma, sırf mitingin sonucunu öğrenmek için Birand'ın gözünü açacağını ve soracağını düşünüyordum. Buna inanıyordum. Ama olmadı. Ama dimdik gitti" diye konuştu.
İşte Birand'ın Posta gazetesinde yayımlanan son yazısı:
Bugün hem polis hem PKK sınavdan geçecek
Acaba, “Bakın istediğimiz zaman sokakları ateş topuna çevirebiliyoruz... Bu defa ise halkımızın barışçı gücünü göstereceğiz...” mi diyecek yoksa bir işaretle gençler etrafa mı saldıracak? Örgüt bugün, İmralı süreci konusunda ne düşündüğünün ilk işaretini verecek. Böylesine büyük toplulukları kışkırtmak kolaydır da, kontrol altında tutmak çok zordur. Bir silah sesi, bir fısıltı her şeyi mahveder.
POLİSİN DE BÜYÜK SORUMLULUĞU VAR. BAZI ŞEYLERİ GÖRMEMELİ. HER ATILAN ADIMA SERT MÜDAHALE ETMEMELİ. DÜZEN KURACAĞIM DERKEN MİTİNGİ KARIŞTIRMAMALI.
Diğer bir sorumluluk polise ait. Bundan önceki gösterilerde hep gördük. Güvenlik güçleri bazen çok sertleşiveriyorlar. Öylesine bir tepki gösteriyorlar ki, gösteri savaş alanına dönüyor. Neden yaptıklarını soruyorsunuz, “Efendim izin almadılar... Polise tükürdüler...” gibi gerekçeler sayıyorlar. Oysa öyle gösterilerle karşılaştık ki, polis kenarda durduğu zaman olay çıkmıyor.
Aman dikkat, burada biz polisin insanlar öldürülürken veya binalar yakılırken de sessizce seyretmesinden söz etmiyoruz. Güvenlik güçlerinin sağduyulu davranmasını bekliyoruz. Bugün ilk işareti alacağız. Acaba bu iş yürüyecek mi, yoksa dinamitlenecek mi? Ben ümitli olmak istiyorum. Artık ölümlerin durmasını diliyorum.
Türkiye zoru başarıyor kolayını yapamıyor...
Geçen haftaki bir haber eminim dikkatlerinizi çekmiştir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun etrafındaki 190 dönümlük koru, sahibi olan Aya Triada Manastırı Vakfı’na iade edildi. Ruhban Okulu 1971 yılında kapatılmıştı. Nedeni de, ülkenin genelindeki din okullarına duyulan alerjiydi. İslamcıların vakıf kurup din okulu açması engelleniyor, onlar da “Ama bakın Ruhban Okulu var...” diye örnek gösteriyorlardı. Bunun üzerine, 1884’ten bu yana Ortodoks Kilisesi’ne din adamı yetiştiren okulun faaliyeti sudan bir gerekçe bulunup durduruldu. Sadece Ruhban Okulu değil, Rumlara ait tüm vakıf mallarına da el kondu. Binalar, arsalar Türklere verildi veya satıldı.
AK Parti hükümetine kadar bu haksızlığı gidermek mümkün olmadı. Ancak bu hükümet azınlıklar konusunda inanılmaz adımlar attı. 40 yılı aşmış davalar sonuçlandırıldı. Mallar eski ve gerçek sahiplerine geri verildi. Bunun ne kadar güç bir şey olduğunu tahmin edebilirsiniz. Hele son karar Ankara’nın artık azınlıklar konusuna bambaşka bir gözle baktığını tescil etti. Ancak gelin görün ki, bu kadar güçlüklerle mücadelenin üstesinden gelen AK Parti iktidarı, Ruhban Okulu’nu bir türlü açmıyor veya açamıyor.
Şimdiye kadar Başbakan başta olmak üzere, gelip geçmiş tüm bakanlar “Açılacaktır... Açılmalıdır...” diye defalarca demeçler verdiler. Yine de olmadı... Olamadı... Oysa Ruhban Okulu, Ortodoks dünyasına din adamı yetiştirmesi açısından son derece önemli. Ancak nedense, “karşılıklılık” ilkesinden kendimizi bir türlü kurtaramıyoruz. Yani biz bir şey yapınca Yunanistan’ın da aynı şekilde karşılık vermesini bekliyoruz. Oysa, Patrikhane bu ülkenin bir parçası. Orada yetişen din adamları da bizim vatandaşlığımızı taşıyorlar. Karşılık istemek son derece yanlış bir yaklaşım. Dediğim gibi, işin en zor tarafını gerçekleştiriyoruz, deveyi hendekten atlatıyoruz ancak sığ suda kendimizi batırıyoruz. Hayret doğrusu...
Kadın cinayetleri hep vardı, şimdi uyandık
Zavallı kadınlarımız... Gün geçmiyor ki, biri öldürülmesin. Sanki toplum birden bire değişti ve erkekler kadınlarına saldırır oldu. Merak ettim ve 30-40 yıllık gazeteleri inceledim. Şaşırırsınız, kadın ölümünden ya söz edilmiyor veya en iç sayfalarda küçük puntolarla verilmiş. Vaka-i adiyeden gibi muamele görmüş. İstatistiklere baktım ki, oooooo ölüm üzerine ölüm. Amma kimse ilgilenmiyor, medya haber değerinde bulmuyormuş. Ne acı değil mi? Analar edebiyatı yapmakta üstümüze yoktur. Kadını başımızın üstünde taşıdığımızı söyler dururuz. Bunca riyakarlıktan sonra da, kadınımızı doğrarız. Vahşi bir toplum muyuz? Her gün TV’lerde öyle cinayetler izliyoruz ki, vahşetten kuşkulanmıyor değilim. Neyse ki son dönemlerde kadınlarımıza sahip çıkma modası başladı. Hiç değilse lafını ediyoruz. Hiç değilse -lafla bile olsa- sahip çıkıyoruz.
MEHMET ALİ BİRAND HAYATINI KAYBETTİ / WEB TV
DOSTLARI MEHMET ALİ BİRAND'I ANLATTI / WEB TV