Bir zamanlar ne cezalar vardı

Güncelleme Tarihi:

Bir zamanlar ne cezalar vardı
Oluşturulma Tarihi: Mart 08, 2004 20:31

Neler yapmadı ki eski belediyeciler... Bazıları, hile yapan esnafı dükkánı önünde falakaya yatırdı, bazıları kötü mal satana pranga vurdu. Ethem Ruhi Öneş’in ‘İstanbul Belediye Başkanları ve İstanbul’ yazısından yola çıkıp, yakın tarihteki anılarımızı tazeledik, ilginç belediyecilik cezalarını derledik.

Yiyeceğe hile karıştıran prangaya vurulurdu

Osmanlı İmparatorluğu zamanında Beyoğlu semtinde ilk belediyenin kurulmasından sonra, Salih Paşa’nın ardından başkan olan Osman Raşit Paşa, ilk zabıta yönetmeliğini yayınlar. Yönetmeliğin adı ‘Cezanáme’dir. 1850’li yılların ikinci yarısında çıkan yönetmelik, şu anda yürürlükte olanlardan çok daha ağır cezalarla doludur. En hafif cezası 1 aydan 5 aya hapisle başlayan ‘Cezanáme’de yiyecek ve içeceklere zararlı madde karıştıranların ayağına pranga vurulması öngürülmektedir.

Karaborsacıya dayak

Belediyecilikte kurallara uymayanlara dayak atılması Hüseyin Bey zamanında (1858-1860 ve 1862-1868) yaygınlaşır. Hapis, dayak gibi kişisel ceza yöntemleriyle kendi belediyecilik ekolünü geliştiren Hüseyin Bey (Hüseyin Ağa) çarşı pazar dolaşıp, esnafı bizzat cezalandırmasıyla ünlü. Karaborsacılık ve hile yapan esnafı dükkanı önünde falakaya yatırır, sokakların düzenin bozanlara hapis cezası verirdi. Hüseyin Bey’le ilgili kitaplara geçen bir hikaye ise şöyle: ‘Hüseyin Ağa, bir gün dolaşırken, bir kahvenin önünde yüklü olarak bağlanan bir eşek görmüş. Eşek sahibini, kahvede oyun oynarken yakalamış ve hayvanın tüm yükünü sahibinin sırtına yüklemiş. Hayvana yem torbasını takmış ve yemi bitirmesini beklemiş. Sırtındaki yükün ağırlığından avaz avaz bağıran adamın çilesi ancak bundan sonra bitmiş.’

Sokak köpeklerinin katli köklü bir yönetim eylemi

İstanbul’da sokak köpekleriyle mücadeleye önem veren, Suphi Bey (1910-1911) oldu. 1910 Haziranı’nda 80 bin köpeği çatanalara yükleterek Hayırsızada’ya gönderdi. Köpeklerin açlıktan birbirini yemesi bütün İstanbul’da konuşuldu. Bu dönemde Balkan Savaşı’nın patlaması ‘köpek katliamının laneti’ şeklinde değerlendirildi. Suphi Bey’den önce İstanbul sokaklarını sahipsiz köpeklerden kurtarmayı 19. yy’ın ilk çeyreğinde Sultan İkinci Mahmut denemişti. Binlerce köpek yine Hayırsızada’ya gönderilmişti. Ardından gelen Yunan isyanı ve Osmanlı donanmasının yok edildiği Navarin bozgunu da halk tarafından yine köpeklerin lanetine yorulmuştu. Tüm bu operasyonlara karşın İstanbul’un köpekleri üremeye devam etti. Belediye Başkanı Cemil Topuzlu, görevi devraldığında 30 bin civarında köpek vardı sokaklarda. Anılarında ‘Bunları yavaş yavaş yok ettirdim’ diye yazan Topuzlu, köpeklerin beslenmesini engellemek için bir de önlem almıştı: ‘Çöpünü kapının önüne kap içinde çıkarmayıp sokağa dökenin çöplerini toplatıp evinin içine döktürdüm...’

Tükürenlere 150 lira ceza

1957’de Belediye Reisliği’ni Mümtaz Tarhan üstlendi. Tarhan, görev yaptığı 1957 ve 1958 yıllarında sokaklara sigara, çöp atan ya da tükürenlere 150 lira para cezası kesti. Oyun salonlarını kapatan Tarhan, zamanın başbakanı Adnan Menderes’e verdiği ‘Fahri Belediye Başkanlığı’ payesine rağmen, taviz vermeyen kişiliğiyle hükümete ters düştü. Hükümet Tarhan’ın halka bu tür cezalar uygulamasına yanaşmıyordu ama Tarhan, işin başka türlü rayına girmeyeceğine inanıyordu.

Gecekonduyla mücadeleye Bizans yöneticileri başlamıştı

Gecekondular Bizans Dönemi’nden bu yana İstanbul’un sorunu. 11. yy’da Dolmabahçe civarında ortaya çıkan gecekondularla mücadelede Bizans yöneticileri de, sonraki Osmanlı yöneticileri de zorlandı. Osmanlı, 1867’de yayınlanan bir nizamnáme ile inşaat, yol ve kaldırım yapımını kurallara bağladı. Yasadışı inşaat yapanlar, kamuya ait alanlardan, meydan ya da sokaklardan yer çalanlar 1858 tarihli Ceza Kanunu’na göre 20 beşliğe kadar para, bir haftaya kadar hapisle cezalandırılıyordu. Bununla birlikte hatalı inşaatın sahibince bir ay içinde düzeltilmesi, bu yapılmadığı takdirde ilgili kişiden 10 beşlik daha ceza alınması öngörülüyordu.

İşportacı bir hafta hapis yatardı

Çoğu kişi işportacılığın 1970’lerde köylerden kentlere yoğun göçle ortaya çıktığını sanır. Oysa seyyar satıcılar Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne İstanbul’un sorunu. Seyyar satıcıları yasaklayan ilk yasal düzenleme 20 Nisan 1859 tarihini taşıyor. Sokaklara Dair Nizamnáme sokaklarda geçişi tıkayacak şekilde seyyar satıcılık yapılmasınını yasaklarken bu kuralı çiğneyenin 1858 tarihli Ceza Kanunu’na göre cezalandırılacağını bildiriyor. Ceza 1 hafta hapis. Yıllar geçip seyyar satıcılar vapurlara uzanınca yöneticiler onlara karşı 1925 tarihli Zabıta-i Belediye Talimatnamesi’ne bir madde eklemiş. Seyyar satıcının vapurlarda dolaşmasını kesin olarak yasaklayan talimatname, esnafın da Türkçe’den başka bir dille bağırarak satış yapmasını yasaklıyor.

Klakson yasağı delinip bitti

Gürültünün İstanbulluların ruh sağlığı üzerindeki etkisini ilk fark eden belediye başkanı Doktor Fahrettin Kerim Gökay olmuştu. 24 Ekim 1949’da göreve başlayan Gökay kent trafiğinin düzenlenmesi için çalıştı, bu arada caddelerde artan araç sayısına karşı halkı korumak amacıyla önlemler aldı. Bunlardan biri de klakson yasağıydı. Önceleri belediye yöneticileri bu kuralı uygulamakta zorlandı. Ancak sonra yerleşti. 1970’lerde ise tamamen unutuldu.

Zabıtalar yumuşadı

Esnafın en şikayetçi olduğu kesimdir aslında zabıtalar. Sürekli başlarında dolanan, hata yaptılar mı gözlerinin yaşına bakmadan cezayı basan acımasız kanun adamları... Ama belediyecilik tarihine baktığınızda aslında zabıtaların zaman içinde ne kadar yumuşamış olduklarını görüyorsunuz. Kentleri yönetenlerin, zabıta eliyle halka, esnafa ne tür cezalar verdiklerini okuduğunuzda şimdiki halinize şükrediyorsunuz.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!