Oluşturulma Tarihi: Temmuz 20, 2003 00:00
ELİMDE şimdilik 4 ciltten oluşan ve gerisinin en kısa zamanda gelmesini dilediğim muhteşem bir kitap var. Şimdi 82 yaşında olan Bedii Faik ustamızın kitabı:‘‘Matbuat, Basın Derkeeen, Medya.’’ (Doğan Kitap).Genç kuşaklar Bedii Faik ismini bilmez. Geçmişin önde gelen gazetecilerinden biriydi. Süslü, esprili ve muhalif yazılarıyla tozu dumana katar, başı bu yüzden dertten kurtulmazdı. Bedii Faik ustamız artık gazetecilik yapmıyor, anılarını yazıyor. Ben ara vermeden okumak için 4. cildi bekledim ve şimdi okuyorum. Bu anılar ilginç, öğretici. Özellikle gazetecilerin, kendilerine bir usta tarafından verilen kısa öğütleri mutlaka okuması gerekiyor.Kitabı okurken gülüyorsunuz, üzülüyorsunuz, 1945 yılından başlayarak yakın geçmişimizi görüp eski ve yeni gazeteciliği kıyaslama fırsatı buluyorsunuz. Bedii Faik ayrıca, tanıdığı eski şöhretleri anlatıyor. Bunlardan biri de ünlü edebiyatçı Recaizade Ekrem'in oğlu, gazeteci yazar Ercüment Ekrem Talu.* * *1920'li yılların başları. Genç Türk devleti Ankara'da görev verilecek kaliteli adam bulamıyor.
Atatürk, çevresine ‘‘Gidin İstanbul'dan Fransızca bilen adam toplayın’’ diyor. İyi Fransızca bilen ve ‘‘hoca’’ diye anılan Ercüment Ekrem'i Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri yapıyor. Ercüment Bey bir gün Atatürk'ün huzurunda. Atatürk direktif verirken ‘‘not alınız efendim’’ diyor. Ceplerini yoklayan Ercüment Ekrem'in kalemi yoktur. Az ötede vazoları düzelten Latife Hanım'a seslenip ‘‘Bir kalem getirebilir misiniz’’ deyince
film bitiyor ve görevden ayrılmak zorunda kalıp İstanbul'a dönüyor. Hocalık ve gazete yazarlığı başlıyor.* * *Yıl 1950. Demokrat Parti seçimi kazanıp iktidar olmuş. Hoca siyasetin karargáhı Ankara Palas'ta otururken yanına bakan ve milletvekili Seyfi Kurtbek geliyor. ‘‘Vay hocam, siz de burada mısınız?’’... Hoca yanıt veriyor: ‘‘Vay Seyfi, senin burada ne işin var?’’... ‘‘Aman hocam ben milletvekili seçildim’’... Talu şaşırıyor: ‘‘Haydi canım, şakanın sırası mı şimdi...’’ Bir daha görüşmüyorlar.(Rahmetli sonraki milletvekillerini görseydi, herhalde aynı sözleri söylerdi). Şair Halit Fahri Ozansoy, yolda Talu'ya rastlıyor: ‘‘Of sorma, dün akşam öyle içmişim ki, hiç kendimde değildim.’’ Hoca anında taşı gediğine koyuyor: ‘‘Kim bilir ne rahat etmişsindir.’’* * *İstanbul'da Halit isimli biri var. Bir defter açmış, merakı dönemin ünlü yazarlarına birkaç satır yazdırıp imzalarını almak. Bir gün defterini Hoca'ya götürüyor ve Hoca mecburen yazıyor:‘‘Oğlum Halit, imza toplayacağına para topla. Onu toplayamıyorsan pul topla. Ama en iyisi, aklına başına topla.’’Hoca ile o dönemin ünlülerinden Eşref Şefik aynı gazetede çalışıyor. İkisi de yeri ve zamanı geldiğinde, birbirlerini iğneliyor. Günün birinde gazeteye Eşref Şefik'in kendisine tıpatıp benzeyen oğlu geliyor. Bahadır Dülger, ‘‘Allah bağışlasın, sana çok benziyor’’ deyince Hoca atılıyor: ‘‘Sus, çocuğun büyük felaketini saadetmiş gibi gösterip ne elde edeceksin.’’Bu lafın altında kalan Eşref Şefik, Hoca gidince Bedii Faik'e dönüp şöyle diyor:‘‘Ah be hoca, senin Muvakkar'ının (oğlu Muvakkar Ekrem Talu) şöyle bir görünmesi bize kısmet olsa da, benzeyip benzemediğinize bir karar verebilsek diyecektim ama aile konuları bunlar, girmek istemem...’’* * *Güzel espriler, başa gelenler, portreler, acı ve tatlı olaylar... Ve bir dönem gazeteciliğinin perde arkası. Önce matbuat, sonra basın ve günümüzde bizim anlı şanlı medya!Bedii Faik ustamız yılların deneyimini, yaşadıklarını, anılarını, görüşlerini, gazetecilik mesleğinin nerelerden nerelere geldiğini kitaba dökmüş ve çok güzel, öğretici, bir solukta okunan bir eser ortaya çıkarmış. Ellerine sağlık.
button