Oluşturulma Tarihi: Ağustos 04, 2002 00:00
İşin başında adeta ambalajlanmış olarak gelen uçaklar, ambarlarda ambalajlarından soyuluyor ve içleri iğneden ipliğe donatılıyor. Kabinin içine oturma salonları, toplantı ve
yemek odaları, duşlar, spor salonları ve yatak odaları konuyor. Tabii mürettebat için de dinlenme bölümleri mevcut. Kolayca tahmin edilebileceği gibi, uçak giydirilirken malzemenin en lüksü kullanılmakta. Mesela nedense hemen müşterilerin tümü tuvaletlerin altın kaplama olmasını istiyorlarmış!Hürriyet'te gökyüzüyle ilgili konular Uğur Cebeci'den sorulur. Dahası, Uğur Cebeci Doğan
Haber Ajansı'nın tepesindeki yöneticidir. Bütün bunlara bakınca, Hürriyet'te havacılığa ilişkin bir yazının müşarünileyhden habersiz gazetede yer alması düşünülemez. ('Müşarünileyh' deyimini bilmeyenler için bunun 'kendisine işaret olunan' anlamına geldiğini söyleyeyim; ama ben bunu Tanzimat sonrası anlamında kullanıyorum ki bu sonuncusunun açıklamasını yapmayacağım. T.Ş.)Gelin görün ki, Yüce Rabb'imin işine akıl sır ermiyor. Nitekim, Beck's biralarının bir daveti için Almanya'da Bremen'e gidecektik. (Onun hikayesini gelecek hafta yazacağım). Derken Lufthansa'dan aradılar. ‘‘Almanya'ya bizimle uçuyorsunuz’’ dediler. Eh, makul bir fikir. Yalnız program değişmiş. Bira fabrikası ziyaretinin önüne bir de Lufthansa Technik (havalı olsun diye Almanca yazmadım, özel bir ad ve öyle yazılması gerekiyor. T.Ş.) ziyareti konmuş.Şimdi bira gezisinin müşterileri, yani bizler, yiyecek-içecekle ilgili insanlarız. İçimizde yalnız Mehmet Yaşin gezi yazıları yazıyor. Onun da gezi yazarı olmak sıfatıyla araba veya uçakların teknik donanımı ile ilgili olmadığını ben biliyorum. Bir de Sabah'ın pazar ekinin yöneticisi Orhan Bey aramızda ve bu duruma aldırış etmiyor görüntüsünde. Herkes bu gezinin, diplomatik deyimle, bir ‘‘nezaket ziyareti’’ olacağını düşünmekte. Hatta dayanamayıp fikrini açıkça dile getirenler bile oluyor.İĞNEDEN İPLİĞE DONATIMİçlerinde haince davranan ise benim. Çünkü essalatta -yani sabahın köründe- Frankfurt'a gidecek uçağa binmemek için yolculuğa bir gün önceki öğle uçağı ile başladım. Diğerleri böyle bir tercihi reddettiler. Onların cezası, buna karşılık benim ödülüm ise Münih'ten Hamburg'a Lufthansa Technik'in basın ve halkla ilişkiler yöneticisi Aage Dünhaupt ile harika bir yolculuk yapmak oldu. Uçuş sırasındaki konuşmalarımız ve gizli belge alışverişi sonucu ele geçirdiğim krokiyi -editörüm izin vermişse- bu sayfada bulacaksınız.O yolculukta Lufthansa Technik'in sadece uçak bakımı yapmadığını öğrendim. Zaten işin o yanı beni çok ilgilendirmiyordu. Asıl ilginci, bu şirketin giydirdiği uçaklar.Her sıradan fani gibi, insanların giydirilmesi yabancı olduğum bir kavram değil. Aşçılık yaptığım ve İngilizce bildiğim için salataların giydirildiğine de aşinayım. (İngilizler ‘‘to dress a salad’’ derler ki bunun Türkçe'ye doğrudan çevirisi ‘‘salatayı giydirmek’’tir. Zaten salata sosunun İngilizcesi de elbise anlamındaki ‘‘dressing’’tir.) Ama bir uçağın giydirildiğine ilk kez bu gezide tanık oldum. İyi de oldu.Neden derseniz, biz burada nasıl geçineceğimizi tartışırken, bazılarının da uçaklarını giydirmek telaşında olduklarına tanıklık ettim.Verilen rakamlara göre, bu işle ilgili olarak, Lufthansa Technik'in 1999'da 310 özel müşterisi varmış. 2001'de müşteri sayısı 340'a çıkmış. Bay Dünhaupt, ‘‘bizim işimiz, müşteri sayısını arttırmaktan çok, onların daha geniş isteklerine cevap vermek’’ diyor. Böylece ciro inanılmaz boyutta artıyor. 1999 yılında 310 müşteriden elde edilen gelir 2.630 milyar euro iken, bu rakam yalnız 30 müşteri fazlasıyla 2001'de 4.100 milyar euro'ya çıkmış. Yani ortada müthiş bir pazar mevcut.Olağan müşterilerin başını elbette Lufthansa ve diğer uçak şirketleri çekiyor. O uçakları çoğumuz biliyoruz. İlginç olan içlerinde 30 devlet başkanının da yer aldığı 340 özel müşteri. Sorduğumuzda isimlerini titizlikle sakladılar. Yine de çoğunluğun Amerikalı ve Ortadoğulular olduğunu belirttiler.Bunların satın aldıkları uçaklar, işin başında adeta ambalajlanmış olarak, Lufthansa Technik'e gelmekte. Uçaklar ambarlarda ambalajlarından soyuluyor ve içleri iğneden ipliğe donatılıyor. Kabinin içine oturma salonları, toplantı ve yemek odaları, duşlar, spor salonları ve yatak odaları konuyor. Tabii mürettebat için de dinlenme bölümleri mevcut.BÖYLESİ DÜŞÜMDE BİLE YOKTUKolayca tahmin edilebileceği gibi, uçak giydirilirken malzemenin en lüksü kullanılmakta. Mesela nedense hemen müşterilerin tümü tuvaletlerin altın kaplama olmasını istiyorlarmış! Demek bu zenginler arasında ciddi bir takıntı.Marka kullanımı yaygın mı? Bunu yapımcıya sorduğumda, ‘‘Hayır, çünkü malzemenin yangına dayanıklı olmak gibi aranan bazı özellikleri bilinen markalarda görülmediğinden bu anlamda marka eşyalar pek kullanılmıyor’’ dediler. Ama yine de her malzemenin en iyisi kullanılmaktaymış. Doğrusu buna şaşırmadım.Yalnız günümüz zenginlerinin artık elektronik bağımlısı olduğu anlaşılmakta. Çünkü DVD, video, CD ve benzeri ne kadar teknolojik marifet varsa, en yeni modellerinin bu uçaklarda bulunması isteniyormuş. Hatta bazıları için bu sistemler komple takılmakta ve sistem birkaç yıl içinde demode olur olmaz, yine komple olarak değiştirilmekteymiş.Benim gibi sıradan faniler için bir düş niteliğindeki bu uçaklarla ilgili olarak bir düşümü aktararak yazıyı noktalayayım...Üniversitenin ilk yıllarında bir kıyamet filmi seyretmiştim.
Film o kadar güzel ve etkileyici idi ki, yıllarca böylesi düşler gördüm. Değişik versiyonlardan birinde, aşağıda kıyamet koparken ben bir uçağın içinde, gökyüzünden aşağıyı seyrediyordum. Hani, ‘‘Kah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi \ Kah inerim yeryüzüne seyreder alem beni’’ diyen şairin anlattığı gibi... Ama itiraf edeyim ki, düşümde bile böyle bir uçakta yolculuk yapamadım. Çünkü böyle bir uçağı satın alabilmek için gereken 50 milyon dolarım yok. Böyle bir serveti olan dostum da mevcut değil. Ama bütün bunlara rağmen bu uçakları görebildim. Belki bundan sonra hiç olmazsa düşlerim zenginleşir. Benim de hayattaki tesellim bu...
button