Yani Kasımpaşa'da doğan, Şişhane'de büyüyen Hason ‘‘zengin çocuğu’’ değil; harçlığını babasının yanında çalışarak ve hafta sonları yine babasının ayarladığı duvar kağıdı işleri yaparak çıkarmış hep. Ama daha 18 yaşındayken, babasından çok kazanmaya başlamış bile. Okuduğu Beyoğlu Lisesi'ni de bu yüzden bırakmış. Hason'un girişimci ruhu çok erken kendini göstermiş; baba dükkanına komşu matbaadan topladığı kağıt kesiklerini, yapıştırıp yapıştırıp defter diye okulda sattığında daha 9 yaşındaymış. 13 yaşında, Yahudiler'in Bar-Mitsva adını verdiği erkekliğe ilk adım kutlamasında babasının hediye ettiği pikap ve küçük teyp de ilk sermayesi olmuş. Plakları kasetlere kaydedip okulda satmaya başlamış. 15 yaşında, ‘‘Ya Sheraton'da DJ olurum ya da bu ülkeyi terk ederim’’ demiş ve Sheraton'ın Sultan 2000 adlı diskoteğinde birkaç yıl sürecek DJ'liğe geçiş yapmış. 18 yaşında da büyük bir firmanın video kasetlerinin ana dağıtımcısı. 1986'da telif hakları yasası çıktıktan sonra video kulüpler bir bir kapanırken, onun Videomarket'i pazarın yüzde 42'sinin sahibi. 1990'larda özel televizyonlar video pazarını iyice altetmeye başlayınca da televizyon için programlar, çizgi ve dizi filmler, yarışmalar satmaya başlamış Hason. Bugün merkezi Hollywood'da olan, Türkiye, Çekoslovakya, Bulgaristan, Kazakistan ve Romanya'da birer ofisi bulunan New Films International'in sahibi; kendisi gibi Amerikan olmayan sekiz-dokuz ülkenin küçük firmasıyla birlikte, büyük Hollywood yapımcılarına kafa tutmakla meşgul. Bir yandan dünyaya
film ve program satmaya devam ediyor, bir yandan da yapımcılığa soyunuyor. 22 yıl önce, girişimci ruhunun ‘‘olsun olsun’’ dediği şey; uluslararası iş yapan biri, canı istediğinde dünyanın istediği yerine uçabilecek konumda olmakmış. Bugün hayal ettiği yerde olduğunu söylüyor. Bundan sonraki hayali ise, sıkı durun, ‘‘Daha zamanım var ama kesinlikle Amerika'da Hollywood stüdyolarına rakip olacağım. İçlerine gireceğim ve diyecekler ki bir Türk Hollywood'un en büyük şirketini kurdu, senede üç milyar dolarlık film satıyor ve artık Türkiye'yi de tanıtmaya başladı, filmlerinde hep Türkiye'nin adı var, sanı var, gölgesi var, görüntüsü var!’’
Türk filmi sattırmadılar
Genelde Hollywood filmi satıyorum. Keşke Türk filmi de olsa. Ama, Türk filmcileri çok ilginç. Onlarla on yıldır görüşüyorum. Her seferinde geri çekiliyorum. Kimse bana demedi ki, ‘‘Filmin maliyeti 250 bin dolar. Gel 125'ini ver çekelim!’’ Deseydiler, 100 tane Türk filmi yapardım. Ama ne yapıyorlar, 200 bin dolara film çekecekken iki milyar dolar istiyorlar. Niye? Şöyle düşünüyorlar. Bu adamda para vardır, bir tokat atalım, köşe olalım. Euro İmages'dan da böyle alıyorlar parayı. 1 milyona çekeceğiz diyor, 330 bini alıyorlar, ama 330 bine çekiyorlar, ciroyu da 100 bin dolar gösteriyorlar. Yakıyorlar Türkiye'nin kredibilitesini. Halbuki 330 bin dolar aldığında 1 milyonluk film yaparsan Türk filmi dünyaya o zaman açılır. Ama bana hiçbir Türk filmini dünyaya sattırmadılar.
Adı Aylin’i çekmek istiyorum
Eğer bir Türk filmine girseydim, kesinlikle o filmi dünyaya tanıtır, satardım. Çok para alamazdım belki ama Türk filmini tanıtırdım. Alışkanlık yapardı. Avrupa'da, Amerika'daki küçük sanatçılara küçük roller verirdim. Şimdi yapımcılığa giriyorum. Adı Aylin'i filme çekmek için görüşmeler yapıyoruz. O filmi yapsam Sean Connery'yi oynatırdım. Ayşe Kulin'in oğluyla görüştük, senaryoyu bekliyorum. Samimi olurlarsa benimle, Amerika'da büyük bir şirketle bu filmi nasıl yapacağımızı tartışabilirim.
BANA SEN DELİSİN DİYEN ÇOK OLDUYıllar önce, Romanya'da bir televizyon filmini 100 dolardan satmaya başladım. Amerikalı ortağım ‘‘Sen delisin’’ dedi. Ama birkaç ay sonra, 300 film satmaya başladık ve yüz dolarlar bin dolarlar oldu. Ardından Bulgaristan, Polonya, Çekoslovakya, İsrail, Türki cumhuriyetler, 29 ülkeye film satmaya başladık. Hatta bir ara Japonya'ya. 1995'te New York'ta stüdyo kurduk. Derken sinema sektörüne girdim. İlk denememi Romanya'da yaptım. Yine deli, dediler. İlk filmim Life is Beautiful'dı, buna rağmen yer bulamadım, büyük zarar ettim. Ertesi yıl dokuz film daha getirdim, yine zarar ettim. Olmadı demedim, 15 film daha. Yine büyük para kaybettim. Üçüncü yıl 42 filmle girdim ve iki yılda kaybettiğim paranın dört mislini kazandım! Bu yıl 48 film hedefliyorum.
BİR ARAYA GELDİK ADIMIZ DEVRİM GRUBUHiç Türk yok Hollywood'da bu işi yapan. Türkiye'den gidip, filmlerin dağıtımının ve pazarlamasının nasıl yapılacağı konusunda fikri alınan ilk Türk'üm. Hollywood yapımcılarının, çağırıp, şöyle posterler yaptık iyi midir diye soru sorduğu on kişiden biri. Bunun bir ilerisi, senaryoları gönderiyorlar, tamam bu işimize yarar, güzel film olur, diyoruz, öyle çekiyorlar. Biz bir grubuz. Sadece Doğu Avrupa ve Türkiye yetmiyor, Güney Amerika. İtalya, sekiz dokuz ülkenin firmaları biraraya geldik. Grubun adı Revolution. Adımız devrim getirmemizden geliyor. Evvelce bağımsız şirketler yalnızca birkaç milyon dolarlık küçük filmler alıp satardı. Büyük stüdyoların 40-50 milyon dolarlık filmlerine yetişemezdi. Grubumuz, bağımsız yapımcının elindeki senaryoyu okuyor, bu kadını ve bu erkeği alırsan, biz sana bu sekiz ülke olarak 9 milyon dolar öderiz, diyor. İki tane daha müşteri buluyor 25 milyon oluyor. Böylece Harrison Ford gidip bağımsız yapımcıyla film yapıyor ve büyük yapımcı buna sahip olamıyor! Başardık bunu. Şu anda ben Al Pacino'nun Silvester Stallone'nin, Michael Douglas'ın, Mel Gibson'un filmlerine oynuyorum. Mesela Hannibal'ı yapımcıdan sekiz dokuz ülke olarak aldık, daha yapılmadan önce!
SEYİRCİ SAYISINI ARTIRACAĞIMFilm ne kadar iyi olursa olsun, reklamın çok önemi var. Romanya'da televizyonda reklama girdim. Bir filmi 50 defa reklam ettim. Yine delisin dediler. Ama insanların filmle ilgili iştahını kabarttık. Amacım, dışarıda da Türkiye'de de sinema salonlarına daha çok insan çekmek. Şu anda da K-Pax filmiyle bunu ispatlamış durumdayım. Son bir yıl içinde Romanya'da sinemaya giden kitleyi yüzde 35 arttırabildiysem ve devlet bunu bana özel teşekkürle bildirdiyse bir şeyler yapmışım demektir. Türkiye'de de bu oranı yüzde 20-25 arttıracağım, eminim.
AMERİKA’DA OYUNCUYU BANKA SEÇİYORAmerika'da senaryo kabul edilince yönetmen bulunuyor. Yönetmen oyuncuları seçiyor. Yapımcı bütün bunları alıp filmcilerle çalışan bir bankaya götürüyor. Banka diyor ki şu sanatçıyı çıkar, bunu koy, ben sana şu kadar vereyim. Mesela Harrison Ford, her bankada money maker (Para yapan) olarak bilindiği için onun olduğu proje anında kredi alıyor. Diğerleri Julia Roberts, Brad Pitt, Kevin Spacey, hepsi money maker, kredi banko! Adı Aylin'i çeksem, başrolde kesin Michelle Pfeiffer, Judy Foster ya da Nicole Kidman'ı oynatmak isterdim. Şu anda bankalar açısından Kidman ön sırada. Dünya çapında bir film istiyorsak Amerikan yapımı olması gerekiyor. Amaç önce bir Türk kadınını Amerika'ya tanıtmak. Sonra Türkiye'yi, sonra Türk sanatçılarını... Türk oyuncuları henüz bankaların money maker listesinde değil!
TÜRK FİLMCİLER BİRAZ BİZİ DİNLESE...Keşke Türk filmcileri bizi biraz dinlese, onların yaptığı pazarlamanın biz beş mislini yapsak da filmi dünyaya açılabilsek! Denedik de... Dedim ki onlara, bütün tanıtımlarını ben yapayım, kazandığımız parayı da yüzde 50-50 bölüşelim. Güvendiğimiz birkaç film vardı, biri Güle Güle. İzin verin bunu Cannes Film Festivali'ne sokayım. Tamam dediler, anlaştık, masraflar çıkacak kazanılan ikiye bölünecek. Aa dediler olmaz, yüzde 20 vereceğiz, bize avans ödeyeceksin, filmi sana boşuna mı vereceğiz! Boşuna olur mu, para harcayacağım. Ben şu anda dünyada 13 uluslararası festivale katılıyorum, orada tanıtacağım senin filmini. Kabul ettiremedim. Burada insanlar, 100 bin dolar harcayıp nasıl bir milyon kazanırız diye bakıyor. Amerika'da yüzde 10 kazanınca iyi kazandık deniyor.