Bir star ama Türk tipi deÄŸil Türk müsteÅŸarın tanıyamadığı Ä°talyan elçinin takdir ettiÄŸi Serra Yılmaz

Güncelleme Tarihi:

Bir star ama Türk tipi değil Türk müsteşarın tanıyamadığı İtalyan elçinin takdir ettiği Serra Yılmaz
OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 04, 2003 00:00

Onun için, ‘‘Benim Madonna'm’’ diyen yönetmen Ferzan Özpetek'in ilk filmi Hamam'da yok, çünkü tanışmıyorlardı, sonraki üç filmi Harem Suare, Cahil Periler ve Karşı Pencere'de ise illa ki vardı. Hatta Tarkan'a çektiÄŸi ‘‘Hüpp’’ klibinde. Özellikle son iki filmdeki oyunuyla Ä°talyanların kalbini fetheden ve ödül üstüne ödül kazanan Serra Yılmaz, ne yazık ki, Ä°talya'da gördüğü ve fazlasıyla hak ettiÄŸi ilginin çok azını Türkiye'de görüyor. Oysa rol aldığı filmlerin sayısı 20'yi çoktan aÅŸtı; Türkiye ve özellikle Ä°talya'da pek çok önemli ödülün sahibi oldu. Hayatı, bazen kocaman mavi gözlerine hüzün yerleÅŸtiÄŸinde çok görmüşlerin olgunluÄŸuyla, bazen muzip bir çocuk gibi, çoÄŸunlukla da ‘‘entelektüel bir peri’’ gibi yaÅŸayan Serra Yılmaz, aynı zamanda baÅŸarılı bir simültane çevirmen. Ä°talya'da son olarak rol aldığı fakat Türkiye'de hiç yankı bulmayan ilginç tiyatro oyunu, gelen yeni teklifler, kariyerinin daha çok orada süreceÄŸini gösteriyor. Kadın gidiyor...GeçtiÄŸimiz günlerde, Türk ve Ä°talyan Kara Taşımacıları, anlaÅŸmaya varmak üzere bir masa etrafında toplanır. Türk heyetinin baÅŸkanı MüsteÅŸar Yardımcısı beyefendidir, Ä°talyan Heyeti'ne ise Ä°talyan Büyükelçisi Vittorio Claudio Surdo eÅŸlik etmektedir. Türk tarafının simültane çevirmeni Serra Yılmaz, ilk birkaç cümleyi çevirdikten sonra, müsteÅŸar yardımcısı çevirmenine güvenmediÄŸini açıkça belli ederek, karşı heyetin çevirmenine ‘‘Buyrun, siz alın çeviriyi’’ der. Yılmaz'ın, belki daha ilk cümleleri çevirirken yaptığı küçük açıklamayla herkesin gülümsemesine neden olması hoÅŸuna gitmemiÅŸtir, belki sadece kadın oluÅŸu... Yılmaz'a göreyse hava hoÅŸtur; kimseye kanıtlayacak bir ÅŸeyi yoktur, toplantının sonuna kadar kendisine iÅŸ verilmeden oturur. Ancak toplantı iki tarafın anlaÅŸmasıyla bittiÄŸinde, Ä°talya Büyükelçisi Surdo'nun söyleyecek bir çift sözü olacaktır: ‘‘Sayın müşteÅŸar, gayet güzel bir anlaÅŸma yaptık. Ä°ki ülke arasındaki dostluk istenen seviyede. Ayrıca sağınızda oturan hanımefendinin buradaki varlığı zaten iki ülke arasındaki dostluÄŸun bir sembolüdür. Kendisi ana dili gibi Ä°talyanca konuÅŸur ve eminim biliyorsunuz, bizim ülkemizde çok sevilen bir sanatçıdır!’’Serra Yılmaz'ın sol tarafında bir hareketlenme olur. Ancak sayın müsteÅŸar ona bakmadan toplantıyı terk eder. Yani sonuçta yine Türk bürokrasisi sanatçısına güvenmemiÅŸ, ama Avrupalı sahip çıkmıştır. Bu hikaye, Serra Yılmaz'ın hayatının ÅŸu yıllarının bir özetidir aslında: Ä°talya onu daha çok ödüle boÄŸar, daha çok tanır, sever. Sicilya'da pazarda dolaşırken kasabın karısı bile onun boynuna atlar. PAÅžA DEDELERÄ°N UMURSAMAZ TORUNU13 Eylül 1954'te, gazeteci, sinema eleÅŸtirmeni, Kültür ve Turizm Müdürü, Avrupa film festivallerinde jüri üyesi, TRT ve Sinematek kurucusu, aydın, dolayısıyla muhalif, zaman zaman sürgün Semih TuÄŸrul ile ev kadını ve gönüllü Mualla Hanım'ın tek çocuÄŸu olarak Ä°stanbul'da dünyaya gelir Serra Yılmaz. ÇocukluÄŸunda neredeyse Türkçe'yle birlikte Fransızca öğrenmesinin nedeni, babası ve dedesinin tartıştıklarında Fransızca'yı kullanması ve de sık sık tartışmasıdır. Babasının dedesi Amiral Mehmet ReÅŸit PaÅŸa, 1900 yılında Osmanlı'yı temsilen Lahey'de barış görüşmelerine katılmıştır, kardeÅŸi Amiral Osman PaÅŸa, batışı tarihe ‘‘ErtuÄŸrul faciası’’ olarak geçen geminin kaptanıdır. Ailenin bir bölümünün BüyüktuÄŸrul, kendileri gibi askeriyeyle pek ilgisi olmayan bir bölümünün de TuÄŸrul soyadı alması bu olaydandır. Yani ‘‘paÅŸazade’’ bir aileden gelmektedir ama erken cumhuriyet dönemi kuÅŸağı babası yüzünden bunu çok geç öğrendiÄŸi gibi pek de umursamaz. Büyük dedesinin, kendi dedesi olan oÄŸlu Osman Naci TuÄŸrul'a Avrupa'dan mektup yazarken Otto diye seslenen züppeliÄŸine, gerici siyasi görüşüne uzaktır; babasının dedesinin ilgisizliÄŸi ve uzaklığından çok çekmiÅŸ olması, ona hitaben 1947'de yazdığı bir mektubun Kafka'nın babaya mektubundan daha acıklı olması daha çok ilgilendirir onu. Ailesinin en -belki de tek- sevdiÄŸi ferdi anneannesi, sarayda büyümüş bir Çerkez kızıdır. Ki o da yıllar sonra Ferzan Özpetek'le ilk çalışmasında bir rol olarak karşısına çıkacak ve belki de dostluklarının boyutunu belirleyecektir. Dört yaşındayken NiÅŸantaşı'na taşındıkları için ilkokulun ilk üç yılını Nilüfer Hatun'da okur. Sonraki iki yılı ise anneannesinin yanında Suadiye TaÅŸ Mektep'te. Nilüfer Hatun'da yaptıkları müsamereyi yazılı bir metin olmaksızın TaÅŸ Mektep'te aynen sahneye koymasıyla ne olacağını belli etmiÅŸtir aslında. 11 yaşında taşındıkları Cihangir'de, ‘‘damardan’’ bir Cihangirli olarak 38 yıldır yaÅŸamaya devam eder. Åžimdi oturduÄŸu sokağın giriÅŸindeki evlerinin komÅŸuları daha çok Macar, Amerikalı, Ä°talyan, Fransız'dır. En yakın iki arkadaşı Ä°talyan Francesca ve Belçikalı Beatrice olduÄŸu için yabancı dile olan yakınlığı pekiÅŸir. Üç kafadar bir gün ‘‘YeÅŸil gözlü itfaiyeciler derneÄŸi’’ni kurarlar. Yangın filan söndürmeyen bu itfaiyeciler niye yeÅŸil gözlüdür, ayrıca neden geceleri çıkıp kuÅŸkulu gördükleri adamları takip etmek gibi iÅŸler yaparlar, bilinmez. Tek açıklaması, Serra Yılmaz'ın absürde olan eÄŸilimidir herhalde. Saint Pulcherie ve Saint Benoit'dan sonra Fransa'da Caen Ãœniversitesi'nde Psikoloji eÄŸitimi alır, serbest ders olarak da sonradan Fransa Kültür Bakanlığı tiyatro sorumlusu olan Robert Abirached'den tiyatro... 1977-1979 arasında Dostlar Tiyatrosu'nda sahneye çıkar. Genco Erkal, Mehmet Akan, Ruhi Su, Arif Erkin, Afıfe Batur gibi ustalardan ders alır. 1983'te ise Atıf Yılmaz'ın ÅŸaka yollu baÅŸlayan teklifiyle Åžekerpare filminde rol alarak sinemaya adım atar. Bir süre sonra, babasının bir zamanlar jüri üyesi olduÄŸu festivallere katılan filmlerdedir. Bu arada Dostlar'ın oyuncularından Levent Yılmaz'la on yıl sürecek bir evlilik yapmış, ÅŸimdilerde 24 yaşında olup Strasbourg'da okuyormuÅŸ gibi yapıp tiyatroyla ilgilenen AyÅŸe Yılmaz'ı doÄŸurmuÅŸtur.FERZAN'LA ARAMIZDA SADECE SEKS VAR!Uzun filmografisi, ödülleri, dizileri, tiyatro oyunları tamam da, hayatını son yıllara kadar oyunculuktan çok simültane çevirmenlikten kazanan ilginç bir karakterdir o. Uzun yıllar Fransızca dersi verdikten sonra bir gün -Yine Ä°stanbul Film Festivali ve yine Ä°talyanlar- tesadüfen çevirmenliÄŸe baÅŸlar (1988). Dille ‘‘şeytani bir iliÅŸkisi’’, ‘‘meselesi’’ olunca, normaldir tabii. Bir yandan ödüllük rollere imza atar, bir yandan Avrupa Parlamentosu'ndan cumhurbaÅŸkanlarına, otoyolculardan iÅŸadamlarına pek çok kiÅŸinin, kurumun toplantısında çevirmenlik yapar. Oyunculuktan sonra hiç de sıkıcı bulmaz bu iÅŸi; oyunculukta çeviri hakkında, çeviride de oyunculuk hakkında bir ÅŸeyler öğrendiÄŸini düşünür. Hepsinden önce hayatını kazanmak için gereklidir.O hayat bir gün de Ferzan Özpetek'i çıkarır karşısına. Yıllardır süren iÅŸ ve dostluk iliÅŸkileri, Ä°talyan ve Türk gazetecilere ‘‘aralarında ne var?’’ sorusunu sık sorduracak kadar kıskandırıcıdır. Ama bazı ÅŸeylerin açıklaması olmaz, biraz simya, kimya meseleleriyle ilgilidir. Belki hayatta anne-babasızlıktan öte bir öksüzlüğe sahip olduklarından, çevreleri dostlarla dolu olsa da insana özgü o temeldeki yalnızlıkta buluÅŸmalarından. Hayatta çeken ve iten enerjilere, iÅŸaretlere her zaman önem veren Yılmaz, belki de onu çağırmıştır. Özpetek'in Harem Suare'de ona önerdiÄŸi ilk rol, adeta anneannesinin hayatıdır! Dedik ya açıklaması yoktur. Zaten Serra Yılmaz da ‘‘aranızda ne var?’’ diyen gazetecilere açıklama yapmaktansa, ‘‘Sadece seks!’’ diye cevap verip güler.YEMEKTEN HİÇ HOÅžLANMAM BEN ANOREKSİĞİM!DoÄŸumundan itibaren sürekli babasına poz verdiÄŸinden olsa gerek, kameradan hiç korkmamıştır. Genelgeçer ölçü tanrılarının ilgisine mazhar olabilecek bir fiziÄŸi olmasa da rahattır kamera karşısında; objektife bakarken ‘‘Gıdım mı çıktı, göbeÄŸim mi göründü’’ derdi yoktur. Çünkü ona göre yaptığı iÅŸ güzellik kaygılarıyla ilgili deÄŸildir. YaÅŸlanmaktan deÄŸil, hastalıktan, güçsüzlükten korkar: ‘‘Üç kırışığım daha olabilir. Ya yürüyemezsem?’’ Hem belini inceltip, yüzünü gerdirse, ertesi gün sokakta hayatının erkeÄŸiyle karşılaÅŸacağı ne malumdur? Gündem tanrıları onu korusun, kimsenin kasasında kasedi olmadığı gibi, gündeme böyle nedenlerle gelmek istemez. O Ä°talya'da belediye baÅŸkanlarından pazardaki esnafa, herkes tarafından, oyunculuÄŸu ve ödülleri nedeniyle tanınmaktan; Di Donatello ödülleri için 85 filmin içinden beÅŸ adayın arasına bir yabancı olarak girmekten; rakiplerinin de Francesca Dellera ve Monica Belluci olmasından memnundur. Yine Türkiye'nin hiç bilmediÄŸi, Fellini'nin senaristi Flaiano adına 1972'den bu yana verilen ve Ä°talya'nın en prestijli ödüllerinden olan Premio Ennio Flaiano'ya layık görülmekten, Ä°talyan tiyatrolarından sürekli teklif almaktan da.Ciddi oyunculuÄŸuna, hüzünlü gözlerine raÄŸmen Yılmaz'ı içinden bir yerlerden yüzüne vuran muzipliÄŸiyle de tanımak gerekir. Mesela, Sicilya'nın küçük bir kenti olan ancak kültür sanat programı Türkiye'nin tamamıyla yarışacak zenginlikteki Katanya'dan ilk oyunculuk teklifini getiren kiÅŸi, ‘‘yemekle aran nasıl?’’ diye sorunca şöyle cevap vermiÅŸtir: ‘‘Aaa hiç hoÅŸlanmam. Ben anoreksiÄŸim!’’ Neyse oynadığı oyun, yiyecek-iktidar, yiyecek-para ve yiyecek-eros baÄŸlantısını iÅŸleyen, bir sarayın üç avlusunda, üç avluyu sürekli gezen 80'er izleyiciye oynanan, yani her akÅŸam üç kez sahnelenen, aynı zaman degüstasyonu da içeren ilginç bir projedir. Bundan sonra kariyeri Türkiye-Ä°talya arasında sürecek gibi görünür. Önemli deÄŸildir onun için, ‘‘İstanbul-Roma iki saat’’tir. Ayrıca çok iyi Ä°talyan dostları ve arkasında onu tanıyan, seven, takdir eden Ä°talyan kamuoyu vardır. Varsın Türkiye'nin müsteÅŸarları Türk usulü starları tanısın!Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!