Şermin SARIBAŞ
Oluşturulma Tarihi: Mart 23, 2002 01:44
Defne Duna (26), yakışıklılığı ile Ankara'daki diğer diplomatları yaya bırakan emekli büyükelçi Cem Duna'nın kızı. Amerika'da ekonomi eğitimini tamamladıktan sonra New York'ta Chase Manhattan Bank'ta çalıştı.
Ama orada iki yıl boyunca giydiği tayyörleriyle dolaşmıyor artık. Blue jean'ini çekti ve İstanbul'da bir restoranda çalışmaya başladı. Onu Teşvikiye'deki Deuf Restoranın yakınlarındaki marketlerde sos veya baharat ararken görebilirsiniz. İstanbul'da doğan ama İstanbul'a yabancı da olan Defne Duna'nın çocukluğu babasının işi dolayısıyla yurt dışında geçti. Annesi İngiliz. Kendisi de Türkiye'de toplasanız toplasanız 5 yıl kalmış. ‘‘Babamdan kaptığım insanlarla konuşabilme ve ortak bir alanda anlaşabilme kabiliyetim sayesinde işleri yoluna sokabiliyorum’’ diyor. Defne için hatırlı müşteri diye birşey yok. Çünkü o zaten çocukluğundan beri hatırlı insanlarla haşır neşir. Mesela merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı hergün görürmüş. Hayat felsefesi, ‘‘isim değil, insan iyi mi, değil mi, bu önemli olan.’’ Bu yüzden de garsona, ‘‘Oğlum şunu bana getir’’ diyen İstanbul zenginlerinden hiç hazzetmiyor: ‘‘Diyemez. Bu beni çok rahatsız ediyor. İstanbul'daki zenginlerin pek çoğu bunu yapıyor. Bu konuda çok zorlanıyorum. Amerika da garson olmak iyi birşey. Bizdeki garsonların kompleksli olmalarının sebebi onlara kötü davranan insanlar yüzünden’’ diyor ve noktayı koyuyor.
Avrupa'da büyüdünüz ve okudunuz. Amerika'yı seçme nedeniniz neydi?
- Belki biraz kaçıştı. Yaşadığımız hep kısıtlı bir hayattı. Evde garsonlar, polisler hep birileri vardı. Yanlız kalamazdınız. Don, sütyenle dolaşamazdınız. Amerika'da tek başıma kaldım. İlk defa çamaşır yıkadım. Acayip hoşuma gitti. Dört yıl orada okudum. Bir süre sonra artık temiz çarşafları özler olmuştum. Çok okul seven biri değildim hiçbir zaman. Ekonomi okudum. Niye derseniz tatmin edecek bir cevap veremem. Herkes onu okuyordu ben de onu okudum. Bir de iş bulmak daha kolaydı. Okulu bitirdikten sonra herkes New York'a iş bulmaya gidiyordu. Ben de gittim. Hiçbir zaman çok iddialı değildim. Şanslıydım kapılar açılıyordu. Chase Manhattan'da iş buldum. İki yıl orada çalıştım sonra bir internet şirketine girdim. Bir yıl sonra oradan da ayrıldım.
Ofis ortamı mıydı sizi rahatsız eden, niye sizden beklendiği gibi fiyakalı bir bankacı olmadınız?
- Bankada çalışırken çok sıkıldım. Bankacı olmak istemediğimi ilk üç ayda anlamıştım zaten. Dünyanın en iyi iş kadını olacağım diye bir iddiam da yok. Hayatta bir daha bankada çalışmam, diye kendi kendime söz verdim.
Herkesin Türkiye'den kaçtığı bir dönemde, geçtiğimiz Eylül ayında Türkiye'ye döndünüz. Parlak da bir eğitiminiz ve işiniz vardı. Niye ve ne hayallerle döndünüz buraya?
- Amerika kesinlikle bana göre değildi. Beni oraya bağlayacak hiçbirşey hissetmedim. 26 yaşındaydım ve artık bir yere ait olmak istiyordum. Anne ve babamı özlemeye başlamıştım. Madem Türkiye'de doğdum, burayı yaşayayım istedim. Kimsenin iş bulamadığı bir dönemde bir banka benim özgeçmişimi görünce bana iş teklif etti, girdim. Halbuki ben bankada çalışmayacağım diye dönmüştüm. İki hafta sonra yapamıyacağım ben bunu, deyip ayrıldım. Mesele ofiste çalışmanın bana verdiği eziyetti. Bana şu prezantasyonu hazırla dediklerinde içim kararıyordu. İnsanlarla daha kontakt halinde olmayı seviyorum. Şimdi, bir sosu bulabilmek için dükkan dükkan gezmek bana daha çok keyif veriyor.
Deuf'deki işi nasıl buldunuz?
- Çevremde restoranı olan ve restoranda idarecilik yapan çok insan vardı. Hepsi benim gibi dışarda büyümüş ve okumuşlardı. Herbiri bizim sosyetemizin tabiriyle ‘‘sadece bir restoran idare ediyordu.’’ Deuf'ün sahibi Mehmet Aksel'le konuşuyorduk, gel öğlenleri sen idare et burayı dedi. Neden olmasın dedim. Burayı kendime iddia haline getirdim. Öğlenleri boştu, burayı dolduracağım, dedim. Hayatta ilk defa birşeyi hırs yaptım. Kendi restoranımı açmayı düşünüyorum ama burası benim için çok iyi bir tecrübe oldu. Restoranlara daha çok danışman olmayı tercih ederim. İbrahim Betil'in kızı Sanem Betil çok güzel pastalar yapar. Mesela onun pastalarını partilerde kullanmak isterim. Böyle bir pazar oluşturabilirim. Mesela onun için de, ‘‘koskoca İbrahim Betil'in kızı pasta yapıyor’’ diyorlar.
Anne ve babanız restoranda çalıştığınız için sizi eleştirdiler mi?
- Bankadan ayrıldıktan sonra babam, ‘‘ayrılıyorsun ama başka iş ayarladın mı kendine?‘‘ diye sordu. Restoran işi yapmak istediğimi söyledim. Eğer bu işi eğlencelik değil de, ciddi olarak görüyorsan yüzde yüz arkandayız dedi.
ARKASINDAN KONUŞUYORLAR
Koskoca bir büyükelçi çocuğu olacaksınız, Amerika'da Chase Manhattan Bank'ta çalışacaksınız, ama sonra sıkılıp Türkiye'de restoranda işçi olacaksınız. Olmaz değil mi? Ayıp, millet ne der? İşte Defne Duna bütün bunlara, ‘‘Ne derlerse desinler. İş iştir. Ben ofiste çalışmak istemiyorum’’ demiş ve Deuf restoranın öğlen menejerliğini yürütmeye başlamış.
Şimdi de arkasından konuşup duruyorlar: ‘‘Aaa ne güzel restoran işletiyorsun deyip, arkamdan da altı üstü restoranda çalışıyor diyorlar. Neredeyse genelevde çalışıyormuşum gibi görecekler. Bu mesleği çok küçük görüyorlar. Bu bir iş. Hem de çok ciddi bir iş. Ofis dışında çalışınca çizgiden çıkıyorsun ya, bunu anlamıyorlar. Sanki iş sadece ofiste olur!’’