Oluşturulma Tarihi: Şubat 22, 2002 00:00
İ. Melih Ankara'nın caddelerini ve otobüslerini baştan başa afişlerle, pankartlarla donatmış, Ankaralılardan özür diliyor! Özür dilemesi gereken başka binlerce konu varken.Dini bayramlarda otobüsleri beleş yapar, herkes bedava tarafından gezerdi. Ulusal bayramlarda bunu yapmak ise aklına bile gelmezdi. EGO sürekli zarar eder, yılda en az 7 gün otobüslerde on binlerce kişi bedava taşınır ve masrafı yine halkın cebinden, örneğin doğalgaz faturalarıyla çıkarılırdı. Hükümet bu beleşçiliği büyük ölçüde yasakladı. İyi de etti. İ. Melih şimdi pankartlarıyla hükümeti halka şikáyet ediyor. Bu pankartların parası nereden ödeniyor? Cebinden mi, yoksa yine belediye parasından mı? Adalet Bakanlığı emir verip bu konuda soruşturma başlatamaz mı?Yakında bir tabela partisine girip genel başkan olacak! Siyaset hayalleri kuruyor, bu yüzden Ankara'nın parasını bol kepçe ve halkın sırtından harcıyor ama iş işten geçti. Treni çoktan kaçırdı. Açıkta kaldı.Ayrıca, üzülerek söylüyorum, Türkçe de bilmiyor. Astırdığı pankartlarda ‘‘hükümet tasarısıyla kabul edilen kanundan’’ söz ediyor. Kanunlar hükümet tasarısıyla değil, Meclis tarafından kabul edilir. Bunu da öğrenmesi gerekiyor! Cumhuriyet'in başkenti, bir şahsın kişisel ve siyasal emellerine böyle pervasızca alet ediliyor ve kimse ses çıkarmıyor. Hayret! AMAN DİKKAT!Dün sabah elime Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk imzalı bir faks ulaştı:‘‘Sayın Emin Çölaşan. Hürriyet Gazetesi, Ankara. 19 Şubat 2002 tarihli e-posta ile sorduğunuz soruların cevapları aşağıda sunulmuştur...’’Bakanlığa internet yoluyla ve benim ismim kullanılarak bazı sorular sorulmuş. Bir bölümü ihalelerle ilgili. Bakanlık tek tek yanıt veriyor. Dün sabah ilk iş olarak Hikmet Sami Türk'ü aradım ve kendilerine böyle bir mesaj göndermediğimi, herhangi bir soru sormadığımı anlattım. Demek ki birileri yine benim adımı kullanmıştı. Çeşitli konularda ismim kullanılıyor ve pek çoğundan haberim olmuyor. İş takibi yapılıyor, bazı kimseler tehdit ediliyor, hatta kendisini Emin Çölaşan olarak yutturan bir uyanık, benim adımla İstanbul'da zamparalık yapıyor! Bunlardan bir bölümünü geçmişte duymuş ve burada birkaç kez uyarı yazıları yazmıştım. Bakan'a durumu anlatınca şaşırdı. ‘‘Demek ki bu internet ve e-posta konusu üzerinde daha ciddi durmak gerekiyor’’ dedi. Gerçekten de öyle. Türk Ceza Yasası'na bu konuyla ilgili caydırıcı cezalar eklenmesi gerekiyor. Türk hukukunda bu konuda hiçbir ceza, hiçbir yaptırım yok. Tam bir boşluk yaşıyoruz. Adalet Bakanlığı bu olaydan ders almalı ve gerekeni derhal yapmalıdır.İki güzel kitapBu tatil gününde size iki güzel gazeteci kitabından söz etmek istiyorum. İlki Derya Sazak'ın. ‘‘11 Eylül Gölgesinde Saddam’’ (Doğan Kitap).Irak ve Saddam, dünyanın ve Türkiye'nin gündeminden düşmüyor. Derya Körfez Savaşı nedeniyle Bülent Ecevit'le birlikte Irak'a gidip Saddam'la söyleşiler yapmıştı. Bu söyleşiler, Derya'nın bu konuya o zaman ve günümüzde getirdiği bakış açısı ve belgeler, şimdi daha da önem kazandı. Türkiye o savaştan büyük kazık yiyecek, zarara girecek, başımıza bir de uydu Kürt devleti çıkarılacaktı. Zaman Derya Sazak'la Bülent Ecevit'i haklı çıkardı. Keşke çıkarmasaydı. * * *Diğer kitabın yazarı, gazeteci arkadaşım Erdal Güven. ‘‘Hoşçakal Mayumi’’ (Remzi Kitabevi). Erdal uzun yıllar Japonya'da Hürriyet temsilcisi olarak yaşadı. Araştırdığı konulardan biri de, Abdülhamit döneminde Japonya'ya gönderilen, ancak dönüş yolunda Japon kıyılarında fırtınaya yakalanıp kayalıklarda batan Ertuğrul savaş gemimizin öyküsüydü. Çürük ve ahşap Ertuğrul, Japonya'ya 11 ay süren yolculuk sonrasında ulaştı. 1890 yılında battığında, en seçkin denizcilerimizden 533 şehit verdik. 69 kişi kurtuldu. Onların anısına Kuşimoto Adası'na anıt dikildi. Erdal Güven romanında hem Ertuğrul olayını, hem de gemiden bir denizci ile Japon kızı Mayumi arasında oluşan duygusal ilişkiyi anlatıyor. Gazeteci kitapları güzel oluyor. Derya Sazak ve Erdal Güven'in kitaplarını okuyun, beğeneceksiniz.
button