Güncelleme Tarihi:
Sporun milli bir karakteri var mıdır?
Yani örneğin Almanya Futbol Milli Takımı, Alman kültürünün özelliklerini sahaya yansıtır mı?
Veya bir Türk atletin attığı depar, bir Anadolu kasabasında kadın olmanın zorluklarına dair işaretler taşır mı?
2012 Londra Yaz Oyunları başlarken bu soruları soruyorum kendime.
Cevap aramak için 27 Haziran – 1 Temmuz tarihleri arasında Helsinki’de yapılan 2012 Avrupa Atletizm Şampiyonası’na dönüyorum.
23 yaşındaki Afyonlu bu genç kızın son engeli müthiş bir güçle tırmanıp su dolu hendeğe indiğinde bir kelebek çevikliğiyle öne atılışında, “atletizm sadece atletizm değildir” dedirtecek bir şeyler yok mu?
Belki de Gülcan Mıngır Helsinki’de sadece rakibini değil, Türk kadınının makûs talihini de yendi.
Tıpkı Helsinki’de daha da büyük bir başarıya imza atan,
Çamurlu yollarda, tuvalet koridorlarında antrenman yaptığını söyleyen Mersinli atletin; azminden, antrenöründen ve kızındaki cevheri gören annesinden başka destekçisi yoktu. (Bkz. http://www.youtube.com/watch?v=Phy4LpSqCfM&feature=youtu.be )
Ama Yanıt’ın, Türk bayrağıyla verdiği pozun altına sosyal medyada yapılan büsbütün sapkın bazı yorumlar da geliyor akla…
Yobazlık deyip geçilemeyecek, uygar herhangi bir ülkede cezai yaptırıma uğrayacak nefret söylemleri…( http://i45.tinypic.com/vr388p.jpg )
Bir ülke, kırk yılda bir çıkardığı değerlerine daha başka nasıl ihanet edebilir?
O Nevin Yanıt ve Gülcan Mıngır ki Türkiye’de doğarak atletizme zaten 1-0 geride başlamışlar…
Devletlerinin çocukluklarından beri her anlamda tam destek verdiği rakiplere karşı yarışıyorlar.
Yanıt, 2010’da Avrupa şampiyonu olana kadar toprak pistte idman yaptığını, bu nedenle tekniğini yeterince geliştiremediğini, ancak Barcelona’dan altın madalyayla döndükten sonra devletin Mersin’de bir tartan pist yaptırdığını söylüyor.
Devletinin bu ayıbını çalışma azmi ve hırsıyla kapatıp Türk bayrağını dünya arenasında göndere çekerken bile kadını aşağılayan Ortaçağ zihniyetli bir grup vatandaşının onu kendileriyle birlikte dibe çekme girişimlerinin hedefi oluyor Nevin Yanıt.
Yıllar önce Süreyya Ayhan da devletin vizyonsuzluğunu yenip rakipleriyle aynı kalitede antrenman yapabilme şansına sonunda kavuşabilmesine rağmen, o Ortaçağ zihniyetinin bir türevine teslim olunca başarısızlığa mahkûm etmemiş miydi kendini?
* * *
Evet, sporun bir milli karakteri var ve sporcular ile spor takımları da bir ölçüde o karakteri yansıtıyorlar.
Nevin Yanıt ve Gülcan Mıngır’ın gereğince değerlendirilmemiş potansiyelleriyle aştıkları engeller, altın madalyaları Türkiye’nin yüzüne bir tokat gibi vuruyor aslında.
Öte yandan mesela Almanya Milli Futbol Takımı’nda “yıldız” yok; Alman sanayini andıran bir makine düzeninde işleyen sistemli bir anlayış, Alman kültürüne has sarsılmaz bir disiplin ve eğitimle aşılanan takımdaşlıkla geliyor onların dünya ve Avrupa şampiyonlukları.
Allah vergisi yeteneklere sahip en büyük yıldızlarının bir Türk (Mesut Özil) olması tesadüf değil.
Bizim milli takımdan farkları ise şu: Onlar Özil’in potansiyelini sonuna kadar kullanan bir zihniyete ve sisteme sahipler.
Sadece tesisleriyle değil, verdikleri modern eğitimle de onun fiziksel ve zihinsel tüm özelliklerini kemale erdiriyorlar.
Alman halkının büyük bölümü ise babası bir göçmen olan bu genci bir Alman olarak görüp sahip çıkarak sisteme desteğini gösteriyor.
Öte yandan bizler dünyayı kıskandıran genç yetenekler çıkarıyoruz sürekli… Ama onları iyi yetiştiremediğimizden, daha kariyerlerinin ortasında körelmelerine neden oluyoruz.
Arda Turan’ın senelerce Galatasaray’da oynayıp ancak Atletico Madrid’e transfer olduktan sonra “futbolu öğrenmeye başladığını” söylemesi boşuna değil.
Ve futbol bir takım oyunu olduğundan, Türk futbolcusunun dünya çapında başarıya kavuşma şansı da, genç yaşta Avrupa’ya transfer olmasına veya Mesut Özil gibi zaten orada doğmuş olmasına endeksleniveriyor.
* * *
İnsan bu resme bakınca, Galatasaray’ın 2000’de UEFA Kupası kazanmasına “tesadüf” deyip zamanında büyük tepki çeken Aziz Yıldırım’a hak veriyor.
Şahsi tarzını, üslûbunu, karanlık onca şahsın çevresinde yuvalanmasına izin verişini hiç sevmesem de, Yıldırım’a bu noktada hakkını vermek gerekiyor.
Nevin Yanıt ve Gülcan Mıngır’ı daha kariyerlerinin başında sahiplenen ve 2000’lerin sonundan itibaren hemen hemen tüm sportif branşlarda iddialı bir Fenerbahçe SK yaratan Yıldırım, Galatasaray futbol takımının 2000’deki başarısını aslında küçümsememiş, sadece sistematik bir başarı olmadığı gerçeğini dile getirmişti.
O günden beri Türkiye’nin bu başarıyı tekrarlayamamış, hatta Futbol Milli Takımı’nın uluslararası iki başarısı ile Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali’ne çıkması dışında yakınından dahi geçememiş olduğu gerçeğine bakıldığında, Yıldırım’ın haklı çıktığı görülüyor.
Galatasaray’ın 2000 ruhu, gerçekten de, Nevin Yanıt ve Gülcan Mıngır’da da görülen bitmek tükenmek bilmez bir enerjiye ve rakipler karşısında asla geri atmamaya yeminli insanüstü bir azme dayanıyordu. Ama başarının sürekliliği için azmin yetmediğini 2000’ler boyunca gördük.
Dünya üçüncüsü olan, Avrupa Şampiyonası’nda yarı final oynayan Futbol Milli Takımımızın başarısı da, büyük ölçüde kendi kendilerini yetiştirmiş gençlerin potansiyellerine, onların doğuştan gelen “yontulmamış” yeteneklerine ve biraz da şansa (ki karşımıza ne zaman Almanya veya Brezilya gibi sistem takımları çıksa yenildik) bağlıydı.
2000’de Galatasaray’a UEFA Kupası kazandırmış Fatih Terim’in, Milli Takım’ı 2012 Avrupa Şampiyonası’na götürememesine bu yüzden pek şaşırmadık. Finallerde Mesut Özil’i destekledik; Almanya kupayı kazanınca biz de kazanmış sayıldık.
Çünkü spordaki tüm bu başarılarımızın ve başarısızlıklarımızın tarihimizde benzerleri, siyasi ve kültürel izdüşümleri var gibiydi. Mesela:
17-18 yaşındaki kahraman askerlerimizin 1915’te dünyanın en büyük donanmasına Çanakkale’yi geçirmeyip, sadece üç yıl sonra 57 yaşındaki basiretsiz bir padişahın, 23 yaşındaki dâhi atası tarafından fethedilmiş İstanbul’u tek kurşun atmadan işgal güçlerine teslim etmesi gibi…
Yahut 1683’te Avrupa’nın kalbini fethetmeye o kadar yaklaşıp daha 200 yıl geçmeden Rus ordularının Yeşilköy’e kadar ilerlemesini engelleyemeyişimiz gibi…
Tüm bunlar taktik başarıları, stratejik zaferlere dönüştüremeyişimizin; Allah vergisi büyük potansiyelimizi hakkıyla kullanamayışımızın, milletimiz için mâkus bir talih haline geldiğine dair örnekler.
Mustafa Kemal Atatürk bu mâkus talihi yenecek bir düzen ve zihniyet oluşturmaya çalışıyordu; ancak sosyal medyada bugün Nevin Yanıt’a gösterilen rezil tepkilerden de anlaşıldığı gibi, son tahlilde başarılı olamadı.
Bu yüzden, bu kafayla gittiğimiz sürece, bu yılki Olimpiyatlar’da da Nevin Yanıt ve diğer genç sporcularımızın başarılarını sahiplenmeye hakkımız yok.
Bu gençler bize hiçbir şey borçlu değil, biz onlara daha iyi bir düzen ve daha insancıl bir zihniyet borçluyuz.
• Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Şefi Emre KIZILKAYA’nın iletişim bilgileri ve blog yazılarına http://about.me/emrekizilkaya adresinden ulaşılabilir.