Bir lüzumsuz yazı daha

Güncelleme Tarihi:

Bir lüzumsuz yazı daha
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 15, 2002 00:00

SABAHIN köründe uyandığımda günün benim için huzurlu geçmeyeceği yolunda işaretleri anında almaya başladım.Pencereden dışarıya baktım, sonra bunu üç kez daha tekrarlamazsam rahatlamamın imkánsız olacağını hissederek dışarıya bakma eylemini dörde tamamladım.Yüzümü sekiz kere yıkadım (dört çarpı iki), dişimi iki kez fırçaladım (dört bölü iki).Sabahları hálá daha çözemediğim, içimde rahatsızlık olan tek mesele küçük tuvalette yaşanıyor. Bunu iki kez üst üste, bölerek yapmayı başaramadım daha.Ama üzerinde çalışıyorum işin ve ilk önce iki kez, sonra da dörde bölerek yaptığımda bunu da, işte o zaman mükemmel insan olacağıma inanıyorum ben.* * *Dört kaşık kahveyi koydum makineye.Sanki ‘‘zaman’’ benim için çok önemliymiş gibi havalara giriyorum sabahları. Kahveyi koyuyorum, o olurken içeriye koşup bilgisayarı açıyorum, sonra mutfağa tekrar koşup kahve fincanına şeker atıyorum (dört adet atmak istiyor canım ama bu da fazla şekerli oluyor), kahveyi koyuyorum, odama gittiğimde de bilgisayar açılmış oluyor ve ben böylece hiçbir makinenin başında beklemeden işlerimi tamamlamanın verdiği mutluluğu yaşıyorum.Ve sonra bilgisayarı kapayıp tekrar açıyorum (dört bölü iki) ve kahvemi yudumlarken onun açılmasını bekliyorum.O arada masanın üzerinde yanlış yerlerde duran kitap, kalem gazete varsa onları da doğru yerlerine koyarak düzeni sağlıyorum, vakti hiç boş geçirmiyorum.* * *Kafamda harika bir yazı konusu da vardı sabahın o saatlerinde. Bir ‘‘Serdar Amca’’ yazısı planlamıştım ve o yazıda bugüne kadar hiçbir Türk gazetecisine verilmemiş olan Pulitzer Ödülü'nü bu yıl Türkiye'den alması kesin olan köşe yazarının adını açıklayacaktım.Ve hayır, Hasan Cemal'i de kastetmiyorum, son derece sürpriz bir isimdi bu ve nedenini açıkladığımda, onun yazılarından örnekler verdiğimde sizler de bana hak verecektiniz ona bu ödülü layık gördüğüm için.Tam bunları düşünürken Rana uyandı ve bana ilk bakışta kolay gibi gözüken ama sonuç itibarıyla da olağanüstü karmaşık olan bir görev verdi.‘‘Görevimiz Tehlike’’ filmindeki teybe benziyor bu kadın, sadece görevler vermek için konuşuyor üstelik o teybin olumlu yanlarını da taşımıyor yani kendi kendisini yok etmiyor hiç.Bulunduğumuz semtteki hiçbir dükka*nda onun istediği çalışma masası yoktu, bunu bir buçuk saatlik toplu taşıma uzaklığında olan bölgeden gidip benim almam gerekiyordu.İstediği malın toplam ağırlığı 18 kiloydu ve siz 18 kilonun aslında fazla da ağır olmadığını düşünen insanlardansanız eğer, bugüne kadar hiç yemediğiniz şekilde bir kafa çakarım, iki seksen uzanırsınız yere ha, ona göre.18 kilo ilk beş dakika içinde gerçek kilosu kadar ağır hissediliyor, sonraki dakikalarda bunun ağırlığı taşıyan açısından sürekli artıyor ve yarım saat sonunda ise Dünya Sosisli Sandviç Yeme Şampiyonası'nda ikinci olan adamın ağırlığına ulaşıyor (takriben 140 kilo).* * *Neyse görevi tamamladım, eve geldim, yere uzandım ve ağrılarımın geçmesini beklemeye başladım.Rana, yanlış malı aldığımı ve geri vermemiz gerektiğini söyledi.Onu duymamak için kulağımı ellerimle kapadım, içimden ‘‘Hımmmm’’ diye ulumaya başladım ve bunu tam 16 kez tekrarladım (dört çarpı dört).Dış dünyaya rahatsızlığı hiç olmayan ulumam sona erdiğinde Rana söylevinin ‘‘Hayatta bir işi bile beceremediğim’’ bölümüne geçmişti.Tekrar ulumak içimden geçmiyordu, portatif radyoyu açtım, tutulan belimi düzeltmek için tekrar yere yattım ve radyoyu da sol kulağımın yanına koydum.İlginç bir program vardı radyoda. Amerikan WABC radyosundaki konuşma şovunda Türkiye'deki hükümet krizi tartışılıyordu.Tam ben, yine içimden, ‘‘Bela beni de her yerde buluyor, şimdi bunun sırası mı lan, biraz rahatlayayım yahu Allah aşkına acıyın bana’’' diye konuşurken, denilenler dikkatimi çekti.Konuşanlara göre Türkiye'deki hükümet krizinde ABD'nin önemli rolü vardı. Saddam'ın vurulmasına karşı olan Ecevit'in düşürülmesi gerekiyordu, Amerika bölgede düzenleyeceği artık kesinleşen operasyonun önünde bir engel olarak görmekteydi Ecevit hükümetini, bu yüzden düğmeye basılmıştı, hükümet krizi bununla bağlantılıydı, zaten Irak'ı vurma yanlılarının başı olan ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz'in bu aşamada Türkiye'de bulunması da tesadüf değildi.Tipler ciddi olarak bunu tartışıyordu ve ben bu arada yerde yatmış bel ağrılarımın geçmesini beklerken, gözüme hiç de hoş görünmeyen o tavana sabit bakarken, gayet tabii ki yine tamamen sessiz olarak ‘‘Şimdi Amerikalılar yerine bunu ben düşünsem herkes beni nasıl da kınardı, Ertuğrul Özkök benim delirdiğimi düşünüp benimle nasıl da alay ederdi kim bilir’’ diye düşündüm.Sonra radyoyu dört kez kapayıp açtım ve tutulan belimi tutarak çalışma odama gittim.Ve odamda otururken ‘‘Bu radyodaki tipler bizim Tansu'nun ‘Irak operasyonu olurken ben başbakan olmalıyım' sözünü duymuş olsalardı kim bilir ne yorumlar yaparlardı şimdi’’ diye sessizce düşündüm kendi başıma.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!