Bir insanı öldüren insanlığı öldürür

Güncelleme Tarihi:

Bir insanı öldüren insanlığı öldürür
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 09, 2014 01:51

Türkiye ve Ortadoğu’da ölüm ve kan kokusunun hâkim olduğunu vurgulayan Çetin, Müslümanların yaşamı koruyan bir dünya görüşü üretmesi gerektiğini savunuyor.

Haberin Devamı

YAŞAM hakkı bağlamında diline, dinine, etnik kökenine bakmaksızın “Bir insanı öldürenin bütün insanlığı öldürmüş gibi, bir insanı kurtaranın da bütün insanlığı kurtarmış gibi” (Maide 5/32) olacağı ayeti hiçbir insanın itiraz edemeyeceği bir gerçeği vurgulamaktadır. Kuran’ın yaşamı önceleyen bu mesajına rağmen, Müslümanların yaşamı koruyan bir dünya görüşü üretememesi acı vericidir.
Bu insanlık dışı durumdan nasıl kurtuluruz?
mSon dönemde medyada duymaya aşina olduğumuz şey maalesef cinayet, katliam haberleri. Gerekçesi her ne olursa olsun ölüm/cana kıyma mazur görülemez, gösterilemez. İster terör ve savaş sonucu, ister çocuk ve kadın cinayetleri isterse, münferit olaylar yoluyla olsun dünya genelinde, özelde ise Türkiye ve Ortadoğu’da ölüm/kan kokusu hâkim. Bu acımasız ve insanlık dışı durumdan kurtulmanın öncelikli yolu, öldürülen her bir insanın en az onu öldüren kişi kadar yaşama hakkına sahip olduğunun bilinmesi ve bu bilginin bütün benliğimizle onaylanmasıdır. Ancak bu yolla insan olmayı başarabiliriz.
Peki, yaşamı önceleyen bu mesaja kulak verdiğini iddia eden kişilerin hayatının her anına bulaşan bu kanı neyle açıklamak mümkündür?
mSorun, genelde tüm insanlığın, ulusların, dindaşların; özelde komşuların, ailelerin, her bir insanın, insan anlayışında, insana verilen anlam ve değerde düğümlenmektedir. Bu durumda karşılaştığımız manzara birilerinin kendi dışında bazılarını kendisi kadar insan görmediğini, kendisi kadar yaşam hakkına sahip kabul etmediğini göstermektedir. O zaman kendimizi kabul ettiğimiz kadar başkalarını da insan kabul etmenin yolu nedir? İnsan, insan olduğu için mi değerlidir yoksa bizim gibi düşündüğü, davrandığı ve yaşadığı için mi? Bizi insan yapan şey, hepimizin ortak paydada buluşmasını sağlayan verili yapımız mı yoksa düşünsel, söylemsel, eylemsel, kurumsal vs. aidiyetlerimiz mi? İster kendi tercihiyle ister başkasının yakıştırması/yaftalaması yoluyla olsun bizi biz yapan kimliklerimiz midir? Kimliklerinin ötesinde bir anlam ve değer taşır mı insan? Söz konusu sorular dürüstçe cevaplaması gereken sorulardır. Sorulara verdiğimiz cevaplarda vicdanımızı rahatsız eden şeyler varsa özel olarak bu sorular üzerinden kendimizi eğitmek zorundayız. Ramazan ayı bu süreci başlatmak için iyi bir fırsat olabilir.
İnsanlık bu fırsatı nasıl değerlendirmeli?
mİnsan olmak, herkese insan/birey olma hakkı tanımak, bireyi fikirleri, söylemleri ve eylemleri bakımında kendileştirme/kendiyle aynileştirme veya ötekileştirme hakkının olmadığını kanıksamaktır.
İslam insana nasıl değer verir?
mİslam, insana bir inanır olarak değil insan olarak değer vermektedir. Allah kendini “Alemlerin Rabbi” ve “İnsanların Rabbi” olarak tanımlamaktadır. Burada insanın yaşam boyu elde ettiği hiçbir kazanım veya nitelik öncelenmemektedir. Öncelenen tek nokta vardır ki o da insan olmaktır. Dolayısıyla yaratılışla elde edilen bu hak, Allah tarafından garanti altına alınmaktadır. Allah’ın mesajına kulak verenlerin göz önünde bulundurması gereken şey yaşam hakkı olmalıdır. Bu hakların korunmasında Müslümanın aktif rol oynaması gerekmektedir.

Haberin Devamı

O’nun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz

Haberin Devamı

YUNUS SURESİ: Mekke döneminin sonlarında nazil olmuştur. Adını 98’inci ayetinde geçen Yunus toplumundan alır. “Yunus suresinin merkezi teması vahiy olgusunun kendisidir ve sure boyunca, özellikle Kuran’ın Hz.Muhammed’e indirilen vahiyden başka bir şey olmadığı ve dolayısıyla onun, hakkı inkar edenlerin ileri sürdükleri gibi Muhammed tarafından uydurulmuş ve sonra da yine onun tarafından Allah’a yakıştırılmış düzmece bir kitap olmadığı, olamayacağı üzerinde durulmaktadır.” (Esed, 389) Sure’nin başlangıç ayetleri şöyledir: “Elif. Lam. Ra. İşte bunlar hikmet dolu Kitab’ın ayetleridir. İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kafirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler? Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. O’nun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!”

Yrd. Doç. Dr. Rabia Çetin
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Kelam Anabilim Dalı

Haberin Devamı

Oruçlu kimse diş tedavisi yaptırabilir mi?

ORUCUN bozulması için yeme, içme ve cinsel ilişki ya da bu anlamları ifade eden bir fiilin işlenmesi gerekir. Bu sebeple sırf dış tedavisi sebebi ile oruç bozulmaz. Tedavinin ağrısız gerçekleşmesi için yapılan enjeksiyonlar da beslenme amacı taşımadığı için orucu bozmazlar. Ancak tedavi sırasında yapılan başka işlemler sebebi ile -mesela ağız su ile çalkalanırken- boğaza su, kan veya tedavide kullanılan maddelerden biri kaçarsa oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir.
(Din İşleri Yüksek Kurulu/ Dini Soruları Cevaplandırma Platformu)

Kuran’dan Dualar

CANIMI MÜSLÜMAN OLARAK AL: “Ey Rabbim! Sen bana hükümranlık verdin, rüyaları yorumlama/ olayların içyüzünü kavrama imkanı bahşettin. Ey Göklerin ve yerin yaratıcısı Rabbim! Dünyada da, ahrette de Sensin benim yar ve yardımcım. Müslüman olarak/ benliğini sana teslim etmiş bir kul olarak canımı al ve beni salih/hayırlı kullarının arasına kat”. (YUSUF/101).

Haberin Devamı

Dinde zorlama yoktur

Bir insanı öldüren insanlığı öldürür

GÜNÜMÜZ Müslümanlarının en temel sorunlarından birisi özgürlüktür. Eğer insan algımız insanın akıllı, özgün ve özgür bir varlık olduğu gerçeğinden hareketle oluşmuyorsa, hayatın tüm alanlarında özgürlükle ilgili sorunlar kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkar. Bu bakımdan insanı ve dini özgürlük üzerinden yeniden okumak gerekmektedir. O zaman, Tanrı’nın varlığına ve birliğine inanıyorsak, bu inancın bilgi ve özgürlük temelli olduğunu da kabul etmek durumunda kalırız.
AHİRETTE DE MUTLULUK
Çünkü din, esas itibariyle insan için bir tekliftir. Var olmanın, hayatı sürdürebilmenin ön koşulu inanmak, ya da inanmamak değildir. Dinin, inanan insanın dünyada ve ahirette mutlu olacağı, insanlığını daha kolay inşa edebileceği şeklinde bir iddiası vardır. Nitekim erken dönem İslam bilginleri dini, “insanı, kendi hür iradesiyle dünyada ve ahirette mutluluğa götüren ilahi yol” şeklinde tanımlamışlardır. Demek ki din insan için vardır.

Haberin Devamı

YÜZÜNÜ DİNE ÇEVİR
İnsan için var olan dinin, fıtrata yani varoluşsal kök ilkelere uygun olması gerekir. Kuran, bu gerçeğe şöyle dikkat çeker: “Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran. (Ki,) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu sahih dinin gayesidir; ama insanların çoğu onu bilmezler.” (Rum, 30) İnsanın kararlı bir şekilde Allah’a yönelmesi, bilgi ve yüksek bilince dayalı olarak O’na teslim olmasıdır. Bu teslimiyet, sanılanın aksine, özgürlüğün sorumluluk bilinci ile bütünleşmesi sonucu oluşan, insan özgürlüğünü derinleştiren bir teslimiyettir.

Gelişmemiş toplumlarda hayat dinleşir

ŞU ayetler, bu hususun dahi iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktadır: “Her kim tüm benliğini Allah’a teslim eder ve iyilik yapanlardan olursa, Rabbin katında mükafat görecektir; ve böyleleri ne korkacak, ne de üzülecekler.” (Bakara, 112)
”Kim bütün benliği ile Allah’a teslim olursa, ve aynı zamanda doğru ve yararlı işlerde bulunursa, hiç sarsılmayan sağlam bir dayanak elde etmiş olur; çünkü her şeyin akıbeti Allah’ın elindedir.” (Lokman, 22) İnsan anlayışımızın temeline özgürlüğü yerleştirdiğimiz zaman, din hak ettiği yeri kendiliğinden bulacaktır. Din esas itibariyle, sorumluluk ve iman bakımından bireyseldir; insanın sosyal bir varlık olması dolayısıyla, sosyal bir boyut kazanmakta ve kurumsallaşmaktadır. Dinin kurumsal yapısı ile, birey ve toplumun gelişmişliği arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Gelişmemiş toplumlarda, hayatın tümü dinleşir; gelenek ve dini birbirinden ayırmak pek mümkün olmaz. Gelişmiş toplumlarda ise, din tıpkı güneş gibi yukarıdadır; ısıtır ve ışıtır. İslam’ın temel kurucu ilkeleri etkin olursa, ortaya çıkacak olan eleştirel düşünce, geleneğin kutsallaştırılmasına ve dinin yerini almasına izin vermez.

Dinin insanı özgürleştirmesi gerekir

BAKARA suresinin 256’ncı ayeti, dinde zorlama olmadığını, olmayacağını, olamayacağını açıkça şöyle ifade etmektedir: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış birbirinden ayrılmıştır. O halde şeytani güçlere ve düzenlere uymayı reddedenler ve Allah’a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak sağlam bir mesnede tutunmuşlardır. Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.” Eğer İslam fıtrata uygun bir din ise, hiç kimse, din adına, bir başkasını ne Müslüman olması, ne de ibadetleri yerine getirmesi konusunda zorlayabilir. Zorla, korku veya çıkarlar için kılınan namazın, tutulan orucun ibadet olduğu söylenebilir mi? Dinin insanı özgürleştirebilmesi, insan hayatına anlam katabilmesi için, önce aklın etkin kullanılması, sonra da özgürlük ve sorumluluk bilincinin gelişmesi lazımdır. Özgürlük ve adaletin olmadığı yerde İslam da olmaz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!