Güncelleme Tarihi:
Acıların en büyüğünün evlat acısı olduğunu söyler bunu yaşayanlar. Depremde binlerce insan çocuğunu kaybetti. Dayanılır acı değil. Ama bundan daha zor bir durum var: Evladınızın enkaz altında kalması.
Bilseniz ki işe yarayacak, kafa ata ata kıracaksınız üst üste yığılmış beton blokları. Ama gücünüz yetmiyor. Ağlasanız, bağırsanız hiçbir şey değişmiyor, beton bloklar durdukları yerde duruyor.
Nihayet arama-kurtarma ekipleri yetişiyor ama işler yavaş ilerliyor. Saniyeler size yıllar gibi geliyor. Saatler, günler geçiyor; çocuğunuz hâlâ orada. Bir hafta boyunca afet bölgesinde gittiğimiz her yerde gördüğümüz en acı tablo, enkaz başında çocuklarından haber bekleyen anne-babaların durumuydu.
MESAJ ATMIŞ
Esra Ustamazman onlardan biri. Felaketin beşinci gününde Kahramanmaraş merkezdeki Şekerdere Caddesi’nde tanıdık onu. Oğlu Meteson çöken sekiz katlı Seda Apartmanı’nın birinci katında enkaz altında kalmıştı. Depremde ölmemişti, hâlâ yaşıyordu. Arkadaş grubuna “Beni kurtarın” diye mesaj atmıştı.
Meteson’un anne ve babası ayrılmış. Meteson depremde babasının evindeymiş. Aynı evde babasının yeni eşi ve ondan olma üç kardeşi daha... Zaten mesajı da kardeşlerinden birinin telefonundan, kardeşinin arkadaş grubuna atmış. Demek ki enkaz altında kendi telefonu kullanamıyordu, o telefona erişebilmişti.
KANIT VARSA ARANIYOR
Enkaz başında bekleyen Esra Hanım “Tescilli kanıtımız var” diyordu. Ne demek tescilli kanıt? Kurtarma ekiplerinin içinde canlı var diye öncelikli olarak sizin enkazınızı kazmaları için onlara sunduğunuz kanıt. Çünkü enkazdan ses gelmesine öncelik veriyorlar.
Tam kazmaya başlanmış, bir süre sonra birden yan binaya geçmiş ekipler.
“Vakit kaybettik, çok vakit kaybettik” diye ağlıyordu Esra Hanım: Keşke pazarlık edebilsem... Keşke kendi canımı versem de oğlumu çıkarsalar oradan...”
BİR AĞLIYOR BİR BAĞIRIYOR
İki gün sonra tekrar yanına uğradığımızda sanki beş yaş yaşlanmıştı. Artık depremin yedinci günüydü. Hâlâ aynı sandalyede oturuyordu. Üstü başı daha kirliydi. Meğer bir de meme kanseriymiş. Bir ağlıyor, bir kızıp bağırıyor...
Yemek yemeyi, su içmeyi reddediyordu. “Oğlum aç susuzken” deyip itiyordu. “Ama Mete’ye lazımsın, ayakta kalman lazım” diye ikna ediyorlardı.
Çektiği acıdan birbirini tutmayan, anlamsız şeyler söylüyordu: “Çıkar çıkmaz hastaneye götüreceğim Mete’yi. Çünkü çok vakit kaybettik. Öldü deseler de inanmam. Ben hastamı bunlara bırakmam. Kontrol ettireceğim. Çünkü çok vakit kaybettik...”
Hadi be Mete, hadi oğlum, bak ne mucizeler oluyor. Şu annenin yüzü suyu hürmetine sık biraz daha dişini...