Güncelleme Tarihi:
üniversitelerinin ilahiyat bölümlerinden mezun meslektaşım Eyüp Bilgin'in değerli bir mektubunun bir bölümünü geçen haftaki ‘‘Cuma Sohbetleri’’ köşemde vermiş, Zühruf Suresi 3. ayetin ilginç bir açıklamasını içeren ikinci bölümü daha sonra yayınlayacağımı söylemiştim.
İşte, Eyüp Bilgin gönüldaşımın o değerli açıklaması:
‘‘Zühruf Suresi, 3. ayetin beyanına göre, bizim elimizdeki Kuran, esas Kuran'ın tercümesidir. Yani, bizim okuduğumuz Kuran, ilahi ve kadim mananın Arap diline tercümesidir. Zühruf Suresi, 3 (ve benzeri ayetler) gösteriyor ki, Kuran'ın Arapçası, esas ilahi kelam olan Kuran'ın dışındadır. Yani esas Kuran, Arapça okuduğumuz Kuran'ın manasıdır. Şimdi ilgili ayeti görelim:
Biz onu Arapça bir Kuran yaptık ki siz düşünüp aklınızı işletebilesiniz.’’
‘‘Bu (ve benzeri ayetlerde) 'Arabiyyen: Arapça' kelimesi, Kuran kelimesini niteleyen bir sıfattır. Kuran kelimesi ise mevsûf yani nitelenendir. Arap dili gramerine göre sıfat mevsufun gayrısıdır.’’ (Kural bu ayetteki kuruma uygulanırsa şu demek olur: Arapça olmak ile Kuran olmak birbirinin aynı değildir. Bir başka ifadeyle, esas Kuran, Arapça lafızlar halinde okunan değil, o lafızların taşıdığı anlamdır. O halde o anlam Arapça dışında bir lafızla da ifade edilse o yine Kuran olur.)
‘‘İşte bu bilginin ilgili insanlara ve yetkililere anlatılmaması, ortaya konmaması, Kuran'ın tercüme edilişine karşı çıkanların yanlış düşünmelerine yol açmıştır.’’
‘‘Bu yanlış, ders kitaplarında tekrar edilip durmaktadır. Bu kitaplarda, 'Kuran hem lafzı ile hem de manası ile Kuran'dır' şeklinde bilgiler verilmektedir. Oysa ki Kuran'ın sadece anlamı Kuran'dır. Ve Kuran sadece anlamı itibariyle kadimdir (ezelidir). Lafzı, Kuran değildir. Çünkü lafızlar Arapça'dır. Arapça, bir milletin dilidir. Dil hadis (sonradan yaratılma) olduğundan kadim olan Allah'a izafe edilemez. O halde kadim olan Kuran, lafzın taşıdığı anlamdır...’’
‘‘Kısacası, Arapça sadece kadim olan mânâyı taşıyan bir sıfattır; Kuran'ın kendisi değildir... Bu bilgilerden yoksun bırakılan insanlarımız doğal olarak şu yanlış düşünceye saplanmışlardır: Arapça Allah'ın dilidir! Kuran Arapça inmiştir, başka dile çevrilemez, günahtır. Türkçe ibadet de nereden çıktı? Olmaz öyle şey!’’
‘‘Siz, birey olarak bu yanlışı düzeltmeye çalışıyorsunuz. Peki yetkili kurum olan Diyanet ne yapıyor? Diyanet'in bu yanlışı düzeltmek için yetki istemeye ihtiyacı yoktur.
Bunun bir zorunluluk olduğu, ibadetlerimizin kendi dilimizle yapılmasının caiz olduğu yolunda resmi fetvanın halkımızdan esirgenmemesi lazımdır. Bu fetva Diyanet'ten çıkıp uygulanırsa hem devlete yardımcı olacak, hem de Türk toplumu ilmi ve taabbudi (ibadete ilişkin) konularda zorlukları geride bırakacaktır. Ayrıca Türkiye diğer birçok ülkeye örnek olacaktır...’’
Aziz meslektaşım, Kuran'ın Arapça indirilişinin ne anlama geldiğinin dinsel-bilimsel tahlilini vukufla yaparken, Kuran hakkında aynı değerlendirmeyi başka ayetlere dayanarak yapan bir büyük fıkıh deviyle buluşmaktadır. Bu fıkıh devi, Hanefi fıkhının en büyük kaynaklarından biri olan ‘‘Bedai'u's-Sanâi’’nin yazarı Alauddin Kâsân'i'dir (ölm. 587/1191). Kâsâni'ye Allah'tan rahmet dileyip saygılarımı sunarken, onun akılcı-bilimci yolunda yürüyen Eyüp Bilgin'i de sevgiyle kucaklıyorum. Ve Kâsâni'nin, anadilde ibadet konusuna getirdiği ölümsüz-aşılmaz açıklamayı, bendenizin ‘‘Yeniden Yapılanmak’’ adlı kitabımın sonuna eklediğim ‘‘Anadilde İbadet’’ bölümünden okumanızı öneriyorum.
Tanrı'nın Temel Buyrukları
Sabırlı olun!
‘‘Rabbinin hüküm vermesi için sabret...’’ (Kalem 48; Müzzemmil 10; Müddessir 7; Kaf 39; Kamer 27; Sad 17; A'raf 87; Tâhâ 130, Yûnus 109; Hûd 49, 115; Mümin 55, 77; Ahkaf 35; Nahl 127; Tûr 48, Mearic 5; Rûm 60; İnsan 24; Enfal 46; Ali İmran 200)
‘‘Benliğin zorluklara tahammülü’’ diye tanımlanan sabır, başarının anahtarı ve değer üreten benliklerin azığıdır. İnsanlığı sürekli bir biçimde yukarı boyutlara çeken büyük ruhlar, sabretme güçleri büyük olan benliklerdir. Sabır, işin sonunu görebilen, bakış açıları, ufukları ve idrakleri geniş kişilerin tavrıdır. Yapısı itibariyle aceleci olan insanın (bk. İsra 11) bu eksikliğini gideren en büyük destek sabırdır. Eriş ve oluş sergileyen toplumların besleyici unsurlarından biri de sabır ahlakıdır. Bunun içindir ki, Kuran'ın önerileri arasında toplum üyelerinin birbirlerine sabrı önermeleri de kurtuluşun ve başarının şartlarından biri olarak gösterilmiştir. (Bk. Asr Suresi. Sabır hakkında geniş bilgi için bk. Öztürk; Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf, 163-166).
Sorun söyleyelim
Soru: İnsandan üstün varlıklar var mıdır, varsa bunlar bugünkü insan neslinden önce yaşamış bir başka insan neslinin dünya ötesi âlemlere intikal etmiş olanları mıdır?
Cevap: Kuran, Allah'ı ‘‘âlemlerin Rabbi’’ olarak tanıtıyor. Buradaki âlem sözü çoğul olarak kullanılmıştır. Arap dilinde bu kelime, akıl sahibi varlıklar için kullanılır. O halde sayısını bilmediğimiz kadar akıl sahibi varlık kategorileri mevcuttur. Geleneksel bir deyim bunu ‘‘onsekiz bin âlem’’ şeklinde ifade eder.
Öte yandan, Kuran'da, insandan bahsedilirken ‘‘Biz insanoğullarını yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık’’ (İsra 70) deniyor. Bundan anlaşılabilir ki, dünya dışında başka planlarda, insanlardan üstün varlıklar mevcuttur.
Bu üstün varlıklar, bizden önceki insan neslinin üst planlara yükselmiş çok gelişmiş devamları olabilir.
Kuran'ın Bakara suresi 30 ve devamı ayetlerden anlışılıyor ki, Adem'le başlayan ve bizimle devam eden insan neslinden önce yaşamış bir başka kategorik insan nesli vardır. Çünkü, Allah Adem'le başlayacak insan neslini yaratıp yeryüzüne göndereceğinden bahsettiğinde melekler, ‘‘yeryüzünü fesada boğacak ve kan dökecek bir varlığı neden halife seçtiğini’’ Allah'a soruyor ve bir tür serzenişte bulunuyorlar. Bu da gösteriyor ki Adem'den önce yaşamış ve davranışları meleklerin dikkatini çekmiş bir ‘‘insan’’ tipi daha söz konusudur.
Eğer böyleyse, belirli bir planda tekamüllerini tamamlamış ve daha üst planlara yükselmiş olan bu ‘‘insanlar’’ı da unutmamak gerekir.
Ve şunu da sormak gerekir: Acaba bu şekilde kaç nesil, alt boyutlardan yukarı planlara intikal etmiştir? Konuyu, bizim egosantrik (ben merkezli) anlayışımızın üstünde ve ötesinde düşündüğümüzde karşımıza bu sorular çıkıyor.
Adem'den önce insan neslinin veya nesillerinin olduğu yolundaki düşünce, İslam tarihinde çok eskilere gider. Ve ilave edelim ki, bu düşünceye sahip kişiler arasında İslam tarihinin abide düşünürleri vardır.
CAMİLERİMİZ 6
Üsküdar Yeni Valide Camii
LALE Devri'nin sanatçı ruhlu padişahı Sultan 3. Ahmet, annesi Rabia Emetullah Gülnuş Valide Sultan'ın adını yaşatacak bir cami yaptırmaya karar vermiş, cami için Üsküdar'ı seçmişti. Mimarı bilinmeyen caminin yapımına 1708 yılında başlanmış, cami iki yıl içinde tamamlanarak ibadete açılmıştı. İki şerefeli, iki minaresi bulunan caminin iç mekânını, 24 pencereli büyük kubbe örtmekte, bu kubbeler dört taraftan dört küçük kubbe ile desteklenmektedir. Beş kapılı bir dış avlusu bulunan caminin çeşmesi ve sebili ince bir mimarinin eseridir. Caminin kıble kapısı üzerindeki mermer işçiliği de eşsiz bir sanat ürünüdür. Buradaki süslemelerin üzerinde çeşitli yuvarlak kabartmalar yer almaktadır ki, bu kabartmaların birbirine benzemesine özellikle dikkat edilmiştir. Kapının üzerinde de Şair Taib'in 36 mısradan oluşan tarih kitabesi yer alır. Ancak bu kitabede caminin kim tarafından yaptırıldığının belirtilmesine rağmen, mimarı hakkında bilgi yoktur. Mahfeli, sebili, çeşmesi, sıbyan imaretiyle bir bütün oluşturan caminin mermer ve oyma şebekeli minberi de mimari açısından çok değerlidir. Mihrabın etrafı ise açık yeşil renkli çinilerle çevrelenmiştir.