Küreselleşmenin yok edici etkileri karşısında varolma mücadelesi veren İskilip'i Tevfik Taş anlattı. Fotoğrafları ise İzzet Keribar usta çekti.
‘Tepeyi aşınca iniverdiğimiz dar vadide resim gibi uzanan bir kent çıktı karşımıza. Meyve ve asma bahçelerinin taze yeşiliyle kuşatılmış bu kent İskilip'tir.’
Bazı güzellikler öyle dillere destan değildir ama kendine özgüdür. İskilip'e kendine özgülüğünü sağlayan, insana ilk etki eden dinlendirici sükûnetidir.
Kimsenin acelesi yoktur. Her iş bekleyebilir. Her merhaba, bir öncekinin üstüne gelir, unutulmamış bir öncekinin. Demirci, dövdüğü erzenin (kapılarda kilidin takıldığı dövme halkalar) hangi kapıda nasıl duracağını hayal eder. Böyle kilitlenen kapıların kalmadığını bilir de gene hayal eder. Nalbantın işi azdır, atın yaşıyla, sağlığıyla, keyfiyle ilgilenir. Bir zamanlar kasabanın bayramlarda topluca namaz kıldığı Namazgáh, şimdi çay bahçesi; hiçkimsenin sesi söğütlerin altındaki fıskiyenin sesinden daha yüksek değildir.
Kasabanın günlük yaşamının mekánlarından başınızı kaldırdığınız an, küçük ama gönül çelen dağlarla yüzleşirsiniz. İskilip'in doğasını, ülkemizin resim sanatını şekillendiren ustalardan birinin, 1942'de devlet sanatçısı olarak buraya gelen Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun bakışından görelim:
‘Memlekete girerken aklımı oynatacaktım ağabey. Resim için bundan daha harikulade bir yer düşünemezdim.’
Anadolu'nun küçük kasabalarını tanımak, ‘kendi yağıyla kavrulmak’ deyişinin, bir utku ve direniş olduğunu görmenin ilk adımı demektir. Anadolu'yu anlamak, bir bakıma tarihin büyük direngenliğini anlamaktır. Bu direniş yalnızca, savaşta ve askerî alanda değildir. Bu onun üretiminin, kavrayışının görülmeyen, gösterilmeyen yüzündedir. Her şeyin tek bir renge bürünmesinin istendiği bir çağda, Anadolu zanaatçısı, kendi yaratıcılığını, buluşlarını, göz nurunda ve alın terinde toplanmış deney birikimini korumak için akıl almaz bir sabırla direniyor. İskilip'in arastalarını, çarşılarını geziyoruz. Leblebiciler, mutaflar (kıl örmecileri), ayakkabıcılar, sepetçiler, semerciler arastaları; demirciler, bakırcılar, salliciler (ahşap eşya yapımcıları) çarşısı.
YOK OLMAYA DİRENİŞ
Hüseyin Kaygusuz, bir ayağı dükkánın içinde, öbürü dışarıda bir semerin üstüne abanmış bastıra bastıra dikiyor. ‘1947'den beri bu işi yapıyorum. Sen o zamanlar görmeliydin, bu sokak silme semerdi. Neslimiz tükeniyor. Emme iyi olmuyor. Köylü giderek fakirleşiyor. Mazot, benzin ona göre olmaktan çıkıyor. Hem semeri kaybedecek, hem de motoru.’
Ahmet Küyük'le Ayakkabıcılar Arastası'nda konuşuyoruz. ‘Kasabamız ayakkabıcılığın eski merkezlerinden biridir. Bu yalnız üretim anlamında değil, ayakkabı kültüründe de böyledir. Örneğin bizde ev ayakkabısı -terlik değil- geleneği vardır. Bu ayakkabının içi ayrıca işlenir.’
İskilip'te derinin işlenmesinin tarihî hem İstanbul gibi merkezlerdeki tüccarlarla Anadolu arasındaki alışverişin, hem de hayvancılığa bağlı diğer işlerin tarihini gösterir. İstanbul tüccarı, tarihin kritik dönemlerinde mal saklamakla para kazanmaya meyletmiştir. Oysa İskilip gibi yerler, önce kendi gereksinimini giderip fazlasını, buranın deyimiyle ‘doruğu’ pazara göndermektedir. İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına dek, İskilip'te kendine yetme, aslında sanılandan daha renklidir. Örneğin halk takviminde salı gününe ‘deri günü’ deniyor. Bu simgeler o dönemin yaşantısının bugüne çıkan izleri bir anlamda.
SUSKUN KIZILIRMAK
İskilip Kalesi'ne döne dolaşa yükselen bir yoldan çıkılıyor. Dik bir kaya, altında mağara mezarlar. Yanında belediyenin bir hafriyatı sırasında çıkan, ama hangi döneme ait olduğu saptanmamış antik parçalar. Kaleden bakıyorum kasabaya. Yivlik Tepesi, Elma Beli, ormanlar, bağlar... Kalenin içinde ve yol boyunca eski yoksul ama kapısı, sokağı temiz evler. Bu kale Hititlerden mi kalma? Bunu bilen yok. Kestirmeden iki saatlik yol, bizi Hititlerin başkenti Hattuşa'ya götürüyor. Yeraltında kaleye giden iki yolun daha olduğu söyleniyor. Böyle olup olmadığından emin değil kimse. Bütün bu belirsizlikler, çok övündüğümüz Anadolu tarihine verilen önemi gösteriyor.
Gidip Kızılırmak'a bakıyorum. Güz durgunluğu içinde ırmak, çekilmiş kıyılarından, suskun. Giderken, Satı Okumuş'la merhabalaştık. Yaşını bilemeyecek denli yaşlı. Dönüşte bir tas cevizle yolumuzu bekler bulduk. Satı Okumuş başına hálá ağca denilen gümüş tepelik takıyor. Ağcanın gümüş pulları puşinin kenarlarından sarkıyor. Bu gümüş pullar, hem bu dünyada yaşamanın süsü, hem de ölüm zamanının güvencesi. Çünkü öldüğünde, kimseden kefen parası istenmezmiş, bu pullar satılarak alınırmış her şey.
ORMANIN SESLERİ
Yivlik Tepesi'ne gidiyoruz. İnsanın üzerinde yaşamın bütün yorgunluğunu, meşakkatini silen bir mucizenin doruğuna... ‘Yivlik suyundan bir hörpüm (yudum) içmeden burayı tanımış olmaz insan’ diyorlar. Sonbaharla azalmış su, buranın söyleyişiyle ‘diydir diydir’ akıyor. Ama bence, suyun başına gidene dek ve ondan sonrası buraları daha iyi tanıtır insana. İç Anadolu'nun sonsuz bozkırında bu olağanüstü çam ve meşe ormanının sesleri, suskunluğun çınlayışında keskinleşen sesleri...
'Bu güzelliğin neden geleni, görücüsü azdır? ‘Anayollar’ denilen güzergáhlardan birkaç saat içeride olması açıklar mı bunu? Bilmiyorum. İskilip tarihi de bu bilinmezle yüklü. İşte bayırın tabanında dağılıyor ufuk. Paphlagonia (Paflagonya) uygarlığının başkentlerinden biri olan kasabanın ışıkları yanıyor. Medler, Persler, Danişmentliler geçmiş buradan. Ama bunların izleri örtük. Osmanlı'nın izleri ise daha çok camilerde göze görünüyor.
Tarihin eski defterlerinde adı Andrapa, Bloacium, Klaudiopolis, Neoklaudiopolis olan İskilip, şimdi kurumuş olan Meydan Çayı gibi kımıltısız uyuyor.
Atlas’ta bu ayTürkiye'nin tek coğrafya ve keşif dergisi Atlas, Mart sayısında da birbirinden güzel konularla dolu. Dergi ayrıca okurlarına bir de ek armağan ediyor. Ekte ergenlik çağının sorunları derinlemesine ele alınıyor. Atlas'ta yer alan konuların bazıları şunlar:
HİROŞİMA / NAGAZAKİ
İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Amerikalılar tarafından Japonya'ya atılan iki atom bombası zihniyet dünyasının değiştiğinin de göstergesiydi. Öncelikle savaşın mantığı, savaşan insanın ahlakı, vicdanı değişmişti. Sonrasında dayatılan Soğuk Savaş da bu yeni zihniyet üstüne bina edildi.
SAN FRANCISCO '60'lı yıllarda dünyaya çiçek atan hippileriyle, eşcinselleriyle, evsizleriyle, sanatçılarıyla tüm ‘yaramaz insanları’yla ünlenen kent bugün, ‘multimedya dereleri’ ile çevrilmiş. Web tasarımcılarının, teknoloji uzmanlarının paralarıyla köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor. Bakalım savaşı kim kazanacak?
KERBELA
Ne halifenin askerleri katliamdan caydı, ne de Hüseyin ölüm yolculuğundan. İslam Peygamberinin torunu, yakınları ve yandaşlarıyla Kerbela'da kılıçtan geçirildi. O gün bugündür Kerbela, bu trajediyle anılır oldu. Atlas, Irak'ın Kerbela, Kûfe ve Necef kentlerinde bitmeyen matemin izini sürdü.
BALIK GÖLÜ’NDE
Atlas, Ağrı'nın Balık Gölü'nde doğanın en sert yüzünü gören, acı ve zorluğun her türlüsünü göğüslemeyi öğrenmiş insanların arasındaydı. Onların zorlu yaşamına şahit oldu ve görüntüledi.