Güncelleme Tarihi:
Bir bakmışsınız mahallenin Efo'su...
Hayvan Haklarını Koruma Kanunu'nda bir düzenlenme yapılması bekleniyor. Bugüne kadar "kabahat"ten sayılan ve hayvan işkencecilerinin 300 lira bayılıp hayatlarına kaldıkları yerden devam edebildikleri hayvanlara zulüm "suç" kapsamına girecek. Bir-iki yıllık hapis cezası oacak diyorlar ama o hapisler hiç yatılacak mı göreceğiz. Daha düzenleme Meclis'ten geçmedi zaten. Fazla da umutlanmamak lazım. Zira burası hayvanları "can"dan saymayanların ülkesi. Hayvanlar insan için var. Aynen doğa gibi, hava gibi, su gibi... Kullan, at, kirlet, sömür, zulm et... Her şey insanlar için, diyorlar. Zorlaya ittire kanunda bir değişikliğe gidiyorlar. Ama orada bile bakışlarını gizleyemiyorlar. Sokak hayvanların denek hayvanı olarak kullanılmasını yasallaştırıyorlar. Yani dileyen, "Bir deneyim var" diyerek sokakta boynundan tuttuğu kediyi köpeği kesip biçebilecek. Bir sabah bir bakmışsınız mahallenin Efo'su yok. Adamın biri deneye götürmüş. Bir kedinin iki bacağını kesip yol kenarına atan, bahçesine girdi diye bir atın bacağını koparan, hayvanları döve döve öldüren insanların bir elin parmaklarını bine katladığı bir ülkede... Kanun da ancak bu kadar olur.
Hapis cezası gelmesi gerekiyor
Kediciğin halini görünce içim sızladı. Geçen günkü Can Aksoy olayının etkisi geçmemişken bu yeni olay bu konunun ciddiyetini anlamamız gerektiğinin bir işareti. HAÇİKO olarak hukuki mücadelemizi Ankara'da da devam ettiriyoruz. Çünkü hayvanlara işkence ceza kapsamına girmedikçe bu tip olaylarla karşılaşmaya devam edeceğiz. Devletin gündemi meşgul ama bu durum canlılara işkenceye daha fazla davetiye çıkarmak için bir bahane olamaz. Yasanın bir an önce değişmesi ve hayvana işkenceye hapis cezasının gelmesi gerekiyor.
İnsanlıktan istifa edesim geliyor
Öfke, ensesinden kor gibi akıp parmaklarına kadar hücum etti mi insanın, geriye klavyeyi dövercesine sayfalara kusarak vücuttan atmak kalıyor. Genellikle… Ama bu minicik kedinin fotoğrafı, taş ediyor insanı. Sonra o taş boğazına, midene çöküyor. Gıkını çıkaramıyorsun. İnsanlıktan istifa edesim, malulen emekli olasım geliyor. O kedi gibi fotoğrafına bakanın da insanlığını sakat bırakan bir şey bu çünkü. Bugüne kadar kurulmuş cümleler içindeki tüm ‘insanlık’ ve ‘hayvanlıklar’ toptan anlamını yitiriyor. İnsan kim, hayvan kim, insanlık ne, hayvanlık ne? Bir şeyin varoluşunu kabul etmek için zihin onu anlamlandırmak, anlamak istiyor. Bir ad vereceksin, ilgili dosyaya koyacaksın, zihin kütüphanenin ilgili rafına kaldıracaksın. Ama bu, hiçbir başlığa, kategoriye, rafa sığmıyor. Belki bu yüzden taş kesiyorsun. Bir kedinin iki bacağını kökünden kesip ölüme terk eden bir ‘şeyi’ nasıl anlamlandıracak da varoluşunu kabul edeceksin? Freud’a mı başvurmalı mesela? Ona göre, hayvan korkusunun temelinde ebeveyn korkusu vardır, anne veya babasından korkarak büyüyen çocuk, onu bir hayvan ile sembolleştirir. Ailurofobi (kedi korkusu) aslında ebeveyn korkusuna işaret eder. Ama yok, kedi fobisi olan çok ‘insan’ tanıdım ben. En hafifinden onlara hakaret olur seni bu kategoriye almak. Sen, tıpkı bacaklarını kestiğin kedi gibi, sürünmeyi hak eden, ruhunu, vicdanını kim bilir nerede kaybetmiş, belki hiç sahip olmamış bir ‘şey’sin. İnsanlığın defosu. O kedi, onu kurtaranların çabasıyla artık sürünmeyecek, başını yerden kaldıracak. Ama sen, insanlar arasında yaşayan bir ‘şey’ olarak sürünmeye devam edeceksin. Başın yerden hiç kalkmayacak.
IŞIN GÖRMÜŞ YAZIYOR
Cehalet seviyesi tehlikeli boyutlara ulaşmış ülkelerde maalesef bu tip olaylara çok sık rastlanıyor.
Türkiye gibi işsizlik seviyesi yüksek, insan ve hayvan haklarının yok sayıldığı, toplumun kültürel aktivite olarak dizi izlediği bir ülkede kadınlar sokakta insanların gözü önünde katledilirken, hayvanlara bu tip eziyetlerin uygulanmasını şaşırtıcı bulmuyorum.
O kadar cahil ve saygısız, sevgisiz bir topluma dönüştürüldük ki, kedinin bağırsaklarını dışarı çıkarıp resim koyan kişi ülkemizde alkış alıyor, adına fan klüpleri kuruluyor, bir takım insanlar utanmadan ve sıkılmadan bu insanı savunuyorlar. Ailesi bile 'şaka yapmış canım' diyebiliyor.
Üzerine bu tip eylemlere karşı hiçbir cezai yaptırım da yok. Çünkü hayvanlar ülkeyi yöneten kesimler de dahil olmak üzere, ezici çoğunluk tarafından, halen nefes alıp veren, üzülen, sevinen, korkan, duyguları olan bir canlı olarak değil, mal gibi görülüyor. Bir sandalye, bir masa gibi.
Ama tabii yine aynı noktaya geliyoruz.
Kadınların mal gibi alınıp satıldığı bir ülkede yaşarken, hayvanların mal gibi algılanması da çok acayip değil.
Olan bu güzel hayvanlara ve onlara saygı ve sevgi besleyen, bizim gibi hayvan severlere oluyor.
Bu insan müsveddesi yaratıklarla aynı havayı solumak zorunda kalıyoruz.Işın Görmüş
ELLE Yayın Direktörü