OluÅŸturulma Tarihi: Mart 19, 2001 00:00
BİN YILLIK YALNIZLIK Üzerilerine yüklenmeye çalışılan onca anlam bile, temelde şu hayatı yaşanır kılan iki şey olan aşk ve seksin keyfini hiç kaçıramadı. İşte, Batı'nın seks, aşk ve ahlak şeytan üçgenini bin yıldır bağdaştırma çabalarının kısa tarihi. Güzelim gece elbisesinin zaten dekolte yakası yırtıldığından mıdır bilinmez, iyice açılmış, sürmeli gözler su gibi akan içkilerin büyüsüyle hafif kısık bakıyor. Kızıl rujlu dudaklar belki öpülmekten belki anlatılan açık saçık hikayelere gülerken bir yandan da dişlenmekten iyice şişmiş, yarım bir gülüşle hafif kıvrık, susamış dilin üzerilerinden çabucak geçmesiyle ıslak. Bir gece öncesinin özenle topuz yapılmış, aralarına inciler serpiştirilmiş saçları dağınık, yanaklar ayazın etkisiyle kızarmış… Hayatı eleğinden geçiren filozof Casanova'nın da dediği gibi "Venedikli kadınların renkleri, saçlarda ekseri altın, gözlerde denizin puslu yeşili…"Sabaha karşı sisler arasında bir meydanda hayal gibi dolanan altın ışıltılı kadınlar, avuç dolusu mücevherin deniz dibinden yansımaları gibi dalga dalga gelip geçiyorlar. Yanlarında, kollarında şık elbiselerinin yakasını yana savurmuş, ellerinde felekten gecenin son kadehini taşıyan erkekler.İşte, Casanova'nın da müdavimi olduğu, 18. yüzyılın sonlarında Venedik'in sabaha karşı piyasa mekanı olarak dolup dolup taşan 'Erberia'dan manzaralar. Gündüzleri zerzevatın satıldığı bu pazar yeri, sabaha karşı, saatler süren akşam yemeklerinden çıkan Venedikli soylularla dolup taşardı. Feneri söndürmeden önce güne yeni başlayan pazarcılarla muhabbet eden ehli keyif takım arasında, sabaha karşı mümkün olduğunca 'dağınık' gözükmek makbuldü. Bu karmakarışık, pejmürde görünüm bir önceki gecenin ne denli eğlenceli olduğunun, o gece ne kadar dağıtıldığının kanıtıydı. Erberia'da kimse flört etmez, cinselliğe atıfta bulunmazdı nefsin iyice bilenmesi için. Sarhoşluktan çakırkeyifliğe geri dönüşü sağlayan şafak vakti gezisinden sonra bütün gecenin asıl iple çekilen kısmı, herkes eve dağılınca başlardı. Sabaha karşı yapılan bu sessiz serenat gibi sayısız moda ya da kural geldi geçti kadınlarla erkeklerin arasından…Günümüzde hayatımızın her köşesine ister istemez sızan 'Batılı' yaşam stilinde kadın-erkek ilişkileri, tarih boyu değişik çehrelere bürünüp duran bu gelgitlerin tortusunu taşıyor.Batı medeniyetinin temel taşı sayılan Antik Yunan'dan bu yana cinsellik köprüsünün altından çok sular aktı. Hayatın nadiren buluşabilen iki ayrı rengi aşk ve seks üzerine çok laf üretildi. Bunların çoğu unutuldu gitti; değişmeden kalansa aşkın ve seksin kendisi oldu. Ahlak kurallarının saçmalığına güzel bir örnek; M.Ö. 1300-450 yıllarında Antik Yunan'da, fahişeler, 'iyi aile kadınlarından' daha fazla saygı görüyordu. Bu biraz da aşkın, bir tür 'hastalık' olarak yorumlanmasından kaynaklanıyordu. Erkekler, aşık oldukları zaman şifayı, tıbbi tedavilerde arıyorlardı. Antik Yunan'ın günümüzde bile bir türlü varılamayan en mantıklı 'çıkarımı' ise, aşkla evliliğin birbirinden ayrı şeyler olduğuydu. Kadınlar, bir kez evlendiler mi anne ve ev kadını rolüne bürünmek zorunda kalıyorlar; tutkulu aşklarsa el üstünde tutulan fahişelere kalıyordu. Romalılar, MÖ 27'den MS 385'e yayılan imparatorlukları döneminde işi Yunanlılar'dan bir adım öteye götürüp seksin felsefesini yapmayı bıraktılar; isteyen istediğini yapsın deyip işin içinden çıktılar. Ama sonuçta, hemen her sokakta köşeye atılmış bir bebek bulunmaya başlanınca dedesi Jül'le akrabalık dışında alakası olmayan Augustus Sezar, duruma el koydu. Artık 'ahlaksızlığın' bedeli ölümdü. Yine de, seks hakkındaki en eğlenceli kitaplardan birini bu yasaklardan sonra Ars Amatoria'yı (Aşk Sanatı) döktüren Romalı şair Ovid'e borçluyuz. Bu kitapta, kadınlara nasıl kur yapılacağı, kadın tavlamanın sırrının onları güldürmek olduğu ve çiftlerin aynı anda boşalmasını sağlayacak tekniklerin incelikleri gibi ağırlığınca altın eden bilgiler vardı. Roma hukukunun koyduğu yasakların çivisi, şölen sofraları ve bitmez tükenmez sefahat alemlerinde söke söke çıkarıldı. Her yol Roma'dan Feministlik aslında hiç de öyle yeni bir kavram değil; bu akım Roma İmparatorluğu'nun son döneminde ortaya çıktı. Özgürlüğünü ilan eden feminist Romalı kadınların en büyük derdiyse, duygusal tatmin bulamamak oldu.Hıristiyanlığın seksi bu denli günah keçisi haline getirmesi, biraz da Roma'nın aşırılığından kaynaklandı. MS 385'te Vatikan, "evlilik şarttır" diyerek gelecek bilmem kaç göbek neslin başını yaktı. Hıristiyanlığın yayılma dönemi Karanlık Çağ'da tek seçenek "bir kez evlen, ömür boyu sabret" olduğu için, insanlar arzu duymamak amacıyla parmaklarını yakmaya bile başladılar. Sofuluk ve tabular, sonradan Freud'un ayıkla pirincin taşını vaziyetinde çözmeye çalıştığı Batılı bilinçaltını oluşturdu.Filozof St. Augustine, tam da Hıristiyanlığa uygun biçimde, "seksle kirlenmemiş şekilde" hamile kalabilmek üzerine tezler üretiyordu. 5. Yüzyılda Kilise düğünleri başladı ve 'aile kurumu' denilen mevhum ortaya çıktı. "Roma'ya ait herşey kötüdür" düşüncesiyle bilim, tıp, felsefe de lanetlendi. Sekste bir tek 'misyoner pozisyonu' mübahtı, o da öyle her gün değil. Pazar, çarşamba, cuma ve tatillerde yasak; yapıldığı zaman da amaç yalnız hamile bırakmak olacak. Seks tabu, aşk nefret edilen bir günah haline geldikçe, tuhaflıklar aldı başını gitti. Çareyi yine aşkın ülkesi Fransa buldu. 1000-1300 yıllarında Fransız soyluları, kadın-erkek ilişkisine şairane biçimde yaklaşmaya başladı. İlişkilerde kibar tavırların, flört sanatının altın kurallarının oluşması Batı kültüründe ilk kez söz konusuydu. 25 Nisan 1227'de Lichtenstein'lı Prens Ulrich, kibarlığı biraz da abartp Güzellik Tanrıçası Venüs kılığında Venedik'ten Avusturya'ya yolculuğa çıktı.Yanındaysa sürekli kendisini aşağılayan bir kadın olduğu söylenir. Bu yolculuk daha sonra Cervantes'e Don Kişot'u yazmasına neden olan ilhamı verdi. Ortaçağ'ın Akdeniz'inde, sevgililerine nihai kavuşmalarını engelleyen sayısız dikenle mücadele eden erkeklerin şövalye ruhu gittikçe kabarıyordu. Şövalyeler için hayalgücünün sıcaklığı, şatoda bekleyen eli maşalı karılarının soğuk gerçekliğine galip geliyordu. Antik Yunan'dan beri ilk kez aşk, karakteri geliştiren bir güç olarak saygı görüyordu. Ne var ki, bu kez de ortada seks yoktu. Erkekler, sevgililerine kendileriyle yatmaması için yalvaracaktı neredeyse. Zorunlu evliliklerden bunalan aristokrat erkekler, gerçek aşkı seksten çok öpüşme, dokunma, okşama ve birazcık çıplaklıkla kaçak olarak yaşıyordu. Örneğin, İtalyan şair Dante'nin bu dönemde yazdığı 'Vita Nuova'da (Yeni Hayat) sevgilisi Beatrice, cinsel kimliğinden çok ruhani bir rehber olarak karşımıza çıkar. Flörtün Fransız mucidi Günlük hayatın bizi çerçevelediği rutini bir nebze daha çekilir kılan 'flört' diye birşey varsa, bunun Batılı anlamıyla gelişmesini Fransız Aquitaine Dükü 2. William'a borçluyuz. Kalabalık yemeklerde kaçamak bakışlar, karanlık köşelerde el tutuşmalar, masa altından bacakların şöyle bir sıkılıvermesi, üzerilerine yazıldıkları kağıtları tutuşturacak denli ateşli mektuplar hep, ilk kez 2. William tarafından 'tavsiye edildi'.Torunu Eleanor, İngiltere ve Fransa'nın Kraliçesi olunca seksin değilse bile aşkın altın günleri başladı. Tahta geçer geçmez, 'Tractatus de Amore et de Amoris Remedio'yu (Aşk ve Şifaları Üzerine Risale) Andre isimli bir rahibe yazdıran Eleanor'un sarayında, kadınlarla erkekler eşitti. Duygusallığın özgürce yaşanması gerektiği fikrinin savunulduğu bu mesut hayatta orduya fazla önem verilmediğinden, aşk sarayının saadeti 2. Henry'nin tahtı ele geçirmesine kadar yalnız dört yıl sürebildi. Saraylarda aşk yüceltilirken Kilise de tavrını değiştirmiş değildi. Rafine aşk, sekse dokunmadan Kilise ile dalgasını da geçiyordu. 1300-1500 arası, rahipler ve dinci fanatikler, Avrupa'yı kendilerini kırbaçlayarak karış karış dolaşmaya başladı. Bu çile modası, tam 300 yıl sürecekti. Rönesans ve Karanlık Çağ'ın çatıştığı dönemlerdeyse, güzel kadınların kaderi cadı olarak yakılmaktı. Köln Üniversitesi'nden savcılar 1484'te,
balık pullarıyla kaplı bir cinsel organının olduÄŸunu iddia ettikleri ÅŸeytanın kadınlarla nasıl seviÅŸtiÄŸini anlatan 'Malleus Maleficarum' (Cadı'nın Çekici) kitabını kollarının altına alarak cadı avına çıktı. SoruÅŸturmanın sonunda 30 bin kadın, cadı olarak yakıldı. Rönesans'a karşı daha da yoÄŸunlaÅŸan baskı, romantik aÅŸkın yüceltildiÄŸi saraylarda ise iÅŸin çığrından çıkmasına neden oldu. Fransa Kraliçesi Marguerite, 12 erkekle birden aÅŸk yaşıyordu. Kraliçe'nin yazdığı 'Heptameron' adlı romanın kahramanları cinsel açıdan gemiyi azıya almış rahiplerdi.Evlilik, henüz 2-3 yaşında yapılan ticari bir anlaÅŸmaya dönüşmüştü. Yakışıklı, atletik yapılı ve entellektüel 8. Henry, ilk kez aşık olduÄŸu kadınla evlenen hükümdar oldu. Ne var ki, o da kıskançlıktan karısı Anne Boleyn'in kafasını kestirdi. Shakespeare'in 'Romeo ve Jülyet'i de bu dönemin eserlerindendir. Artık aÅŸk, asillerin tekelinde deÄŸildi; orta sınıflar da doya doya romantik sahneler yaşıyordu. Hatta orta sınıf, Rönesans'la beraber aristokrasinin asırladır yapamadığını yapıp seksle aÅŸkı birleÅŸtiriverdi. AÅŸkla tensel zevkinin buluÅŸma çabası hala sürüyor aslında... Can P. Yenen - 19 Mart 2001, Pazartesi Â
button