Bilime ilgi geçici

Güncelleme Tarihi:

Bilime ilgi geçici
Oluşturulma Tarihi: Eylül 05, 1999 00:00

Haberin Devamı

TÜBİTAK Başkanı Namık Kemal Pak, geleneklerimizde bilimsel kültür olmadığını söylüyor

Depremden sonra Türkiye, bilim adamının pratik olarak kıymetini anladı. Türk halkının özellikleri göz önönüne alındığında, sizce, bu kalıcı bir şey mi? Yoksa geçici mi?

- Bizim geleneklerimizde bilimsel kültür yok. Yaşam sürecimizde, doğrudur, benzer felaketler karşısında, anlık ilgi patlaması yaşanıyor ve ardından, bilim kullanılabilseydi, problemler çözülürdü gibi bir anlayış ortaya çıkıyor. Fakat geçici bir süre. Kalıcı değil.

Peki günün birinde kalıcı olabilir mi?

- Bu kadar çaba sarfetmemizin nedeni böyle bir kültür oluşturabilmek. Bizde çağdaş anlamda bilimsel çalışmaların başlangıç tarihi Cumhuriyet'in ilk yılları, yani 30'lu yıllar. İlk bilim insanlarının yetiştirilmesi, çağdaş anlamda ilk bilimsel faaliyetlerin başlaması, bilim programlarının yüksek öğretim kurumlarına araştırma biçiminde girmesi henüz çok yeni. Arkamızda yalnızca 70 yıl var.

Az mı yani 70 yıl?

- Az tabii. Çağdaş bilim Avrupa'da 400 yıl önce çıktı. Arkasında Galile var, Newton var, Kepler var.

XXX

Osmanlı'yı yok mu sayıyoruz.

- Evet önemli bir mevcudiyet Osmanlı. Fakat bilim alanında nasıl bu kadar geri kalabilmiş, anlaşılır gibi değil. Bu konuda ciddi doktora tezleri hazırlanması gerektiği kanısındayım. Düşünsenize, siz Osmanlı olarak, askeri varlığınızla, diplomatik varlığınızla çok etkinsiniz. Belki bir klişe, çok basit bir söylem olacak ama, matbaa sizin topraklarınıza 250 yıl geç geliyor. 250 yıl çok uzun süre. O günkü yaşam bağlamında düşünürseniz, epeyce bir jenerasyon. 6-7 jenerasyon boyunca matbaanın ülkeye girmemiş olmasına bir anlam vermek elbette mümkün değil. Nereden bakarsanız bakın, bir yanlışlık var. Umud ediyorum, bir gün o yanlışlığın sebebini çözümleme şansına sahip olacağız.

Bizler de kendimizi bilimin doğduğu topraklarda yaşıyoruz diye kandırıyoruz.

- Çağdaş anlamıyla olmasa bile, biraz zorlamayla, prehistorik anlamda, bilimin doğuşunu 2500 yıl öncesine götürebilirsiniz: İyonya. Yani Anadolu'nun batısına. Bizim atalarımızın pek çoğu büyük ihtimalle oradaydı. 85 jenerasyon öncesinde benim atalarım orada mı yaşıyorlardı bilemiyorum ama yaşamış olmalarını umud ederim. Evet, bilim 2500 yıl önce buralardan çıkmış. Fakat demin de söylediğim gibi bugünkü anlamıyla 400 yıl önce Avrupa'da oluşmuş. Öncüleri var. 1200'lere, 1100'lere kadar giden üniversite şeklinde büyük kurumlar, akademiler var, Avrupa'da. Üniversite şeklinde. Oysa, Türkiye'de bilim konusunda bizim temsil ettiğimiz kurum başta olmak üzere, arkada sadece 70 yıl var. Yani geleneklerin oluşması için, bu süre yeterince uzun değil. Çok da kötümser olmayalım, 70 yılda ancak bu noktaya gelinir. Daha iyisi olmaz zaten.

Türkiye çeşitli vesilelerle ve çok uzun aralardan sonra kendi yetiştirdiği bilimadamlarını keşfetti. Matematik dehası Cahit Arf, dünyanın en ünlü jeologlarına verilen ödülü almış İhsan Ketin gibi. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Eğitimsizlik, ilgisizlik, önemsememe, bilimin para getirmemesi, beyin tembelliği, kadercilik...

- Bu saydığınız faktörlerin tümü. İhsan Ketin hocamızı ortaya çıkaran da toplumunun dürtüleri değil, Celal Şengör. Kendisi, İhsan Ketin'den sonra bu ülkenin dünya çapındaki en önemli bilim insanlarından biridir. Onun İhsan Ketin'e olan vefa duygusudur, kadirşinaslığıdır, sahip olduğu inanılmaz bilimsel kültürdür. Yani bu keşfin, bu promosyonun arkasında Celal Şengör var. Toplum İhsan Ketin'e kendiliğinden ulaşmadı. Ben de bunun burukluğunu taşıyorum.

XXX

Burukluğunuzun başka sebepleri yok mu?

- Olmaz olur mu? Mesela TÜBİTAK bilim ödülleri. Bu ödüller, bir kamu kurumu olan TÜBİTAK'ın toplum adına bilim takdirinin bir göstergesidir. Toplumun bilim insanlarına duyduğu şükranın sembolize edilmesidir. Türkiye'nin en şeçkin ödülleridir, olmalıdır. Biz her yıl 24 Temmuz'da açıklarız bu ödülleri. Ama ne oldu? Bu yıl, kuruluşumuzun 36. yılını kutladık. Bu yılki ödül sonuçları medyada yer almadı. Oysa, genç İhsan Ketinler geliyor. Yani onları da mı öldükten 30, 40 yıl sonra takdir edeceğiz? Ne kıymetli insanlar varmış, buğdaydaki çinko eksikliğini saptamışlar ve dolayısıyla Türk insanının sağlık sorunlarının buradan kaynaklanabileceğine ışık tutmuşlar mı diyeceğiz? Soyut bir şeyden değil, belli bir isimden söz ediyorum.

Kimden?

- İsmail Çakmak. Gencecik pırıl pırıl bir çocuk. Onu kimse tanımıyor. Ondan hiç söz edilmedi. Onun gibi daha niceleri var. Üstelik çalışmasının topluma yansıyan bir boyutu da var. Kimbilir, Türk insanının fiziksel olarak gelişmemesinin arkasında belki de, bu çinko eksikliği var, bilmiyorum. Bildiğim bizim TÜBİTAK olarak bu ödülleri gerçek değerlere verdiğimiz.

Siz bir dahi iseniz ve Türkiye'de bir hiç iseniz, dünyada herşey olabilir iseniz, siz olsanız çekip gitmez misiniz? Küsmez mi insan?

- Küsmemeyi öğrendik. Türkiye'de bugün bilim insanına sağlanan olanaklar yıllar öncesine göre çok daha iyi. Bu ülkede artık gelişmiş, oturmuş bir TÜBİTAK var, hem sayısal hem de nitelik olarak gelişmiş üniversiteler var. 70'li yıllarda tekrar bu ülkeye dönen bilim insanları var. Ben de onlardan biriyim.

Yani beyin göçü artık yok sizce, öyle mi?

- Kritik bir soru. Özenli sözcükler seçmem gerektiğini biliyorum: En iyiler geldiği zaman kendilerine burada çok sağlam yerler bulabiliyorlar. Liderlik vasfına sahip olanları geri dönüyorlar zaten. Orta seviyedekiler kalıyor.

En iyiler neden geliyor?

- Kendimden örnek vereyim. Niye geldim? Çünkü Türkiye gelişmeye muhtaç. Çünkü Türkiye'de boş alan çok. Ben oldukça genç olmama karşın, Kaliforniya Üniversitesi'nde doktora yaptım, geldim. 20'li yaşlardaydım. Bilim insanları, kendilerini biliyorlar zaten, 10 yaşından itibaren. Bilim insanı olabilmek için doğuştan gelen bir takım yeteneklere gereksinim var. Nasıl ki iyi bir ressam, sanatçı, müzisyen ve hatta futbolcu olabilmek için yetenek gerekiyorsa, bilim insanları için de öyle, hatta daha fazlası gerekiyor. Bu ülkede bazı gençler o kadar olağanüstü bilim yeteneğine sahip ki! Bu çocukların çoğu bunu biliyor. Ama o insanların yetiştirilmesi, şekillendirilmesi ve motive edilmesi gerekiyor. Bunu yapacak kurumlardan biri TÜBİTAK.

Yani faydalı olmak için mi geri geliyorlar?

- Evet. Faydalı olmak, insanı insan yapan en önemli duygulardan bir tanesidir.

İyi de bilimde milliyetçilik var mıdır?

- Şimdi unutmayın ki, sizin bir yerleşik kültürünüz var. Bu coğrafyada yetişmiş olmak, dostlarınızın burada olması, güneşteki o özel pırıltı. Hiç unutmuyorum, Samsun'da misket oynadığım günlerdeki, güneşteki o özel pırıltı, bir başkaydı mesela. Onu özlüyorsunuz, o denizi, o çevreyi özlüyorsunuz. Milliyetçilik anlamında değil ama, yapabileceğiniz hizmetin kendi ülkenizde çok daha önemli olduğunu biliyorsunuz. Kaliforniya Üniversitesi'nde kalmak yerine buradaki mevcudiyetinizin daha anlamlı olacağını biliyorsunuz. Ama bilimin milliyeti yoktur, en evrensel kavramlardan biridir.

Milliyeti yoksa bu işlerin, insan gelişmiş teknolojilerin olduğu yerlerde bilimsel çalışmalarını sürdürmeyi tercih etmez mi?

- Evet, bir takım ülkeler, dünyadaki bilimsel güçleri biraya toplama konusunda çok şanslı olabiliyorlar. İkinci Dünya Savaşı'nda önce Batı Avrupa'ydı, ağırlıklı olarak Almanya. Şu anda bilimsel gücün maksimum yoğunlaştığı yer ABD. Fakat, tüm dünya bilim insanlarının, yani beş-altı milyon kişinin, altyapının, finans kaynaklarının, yaşam koşularının en iyi olduğu yerde mi toplanması gerekiyor? Bana bunun bir mantığı yok gibi geliyor. Yerkürenin süper elitlerinin, bir ülkede toplanması, acaba Thomas Moore'un ütopyası gibi. Olur mu, olmaz mı bilemem, ben bilim tarihçisi değilim.

XXX

Bizim ülkemizde bilimden ne bekleniyor?

- Geniş spektrumda bakmak lazım bilime. Bir soyut boyutuna, bir de uygulamalı boyutuna. Bilimin soyut ucunda ticaret yok. Net bilgi var. Bunların toplumun refah seviyesine yansıması uzun vadeli oluyor. Bizim gibi 75 yıllık geçmişi olan toplumlar, 30-40 yıl beklemeye tahammül edemiyor. Uzun geliyor. Sabrımız yok. Bilimin soyut ucu bizim için zor. Kültürümüzde yok, varsa da çok az. Çünkü bizim kültürümüz somut ögelerle dolu. Uygulamalı bilimi tercih ediyoruz. Çünkü bir an önce sonuç alınsın istiyoruz. Deprem problemi çözülsün. Deniz kirliliği halledilsin. Yeni bir televizyon geliştirilsin. Haberleşmedeki gizliliği koruyacak aletler icat edilsin. İyi ama nasıl? O temel bilim olmazsa, uygulamalı bilim nasıl olacak?

Depremden sonra TÜBİTAK'ın konumunda bir değişiklik oldu mu?

- Devlet bize yeni bir görev verdi: Depreme ilişkin bütün bilimsel faaliyetlerin koordinasyonunu. Ticari boyutu değil. Binaların yapım süreci değil, bu konuya yönelik problem çözmeyi amaçlayan bütün bilimsel çalışmaların koordinasyonundan TÜBİTAK sorumlu. Bütün kurumlarla iş birliği yaparak tabii. Mümkünse bu konuyu bilimsel olarak hep gündemde tutmayı amaçlıyoruz.

Hükümetin bilime bakış açısı, halkın bakış açısından farklı mı?

- Hükümet, halk diye ayırmamak lazım. Türkiye heterojen insanlardan oluşuyor. Bu durum, her türlü hiyerarşiye, her sektöre yansıyor. TÜBİTAK'a ulusal bütçelerden ayrılan kaynaklar, bu kuruma ne denli önem verildiğinin bir bakıma göstergesi. Şu anda bize ayrılan bütçe, bizim kafamızdaki ideal mükemmeliği yakalamak için yeterli değil. Epeyce eksik. Bunun üç dört misline çıkarılması hem fazla külfet oluşturmaz, hem de bizim daha etkili olmamızı sağlar diye düşünüyorum.

Geçtiğimiz Cuma, depremle ilgili olarak Bayındırlık Bakanlığı'yla ortak oturumlar düzenlediniz. Üniversite rektörleri de katıldı. Konunun uzmanları hazır bulundu. Şimdi raporlar hazırlanacak. Bu çalışmalar işe yarayacak mı? Umudunuz var mı?

- Var. Biz gerçekçi bir ekibiz. İşe yaramayacağını düşünseydik bu kadar büyük bir işe kalkışmazdık. Çok büyük bir sorunla karşı karşıyayız. İyimser bir tahminle bu depremdeki maddi kayıp 20 milyar dolar civarında. Büyük felaket. Toplam dış satım hacminin 25 milyar dolar olduğu düşünülürse olayın vehameti ortaya çıkar. Yeniden yapılanmaya gitmemiz gerekiyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!