Güncelleme Tarihi:
Savaşın sona ermesinden hemen sonra Marshal yardımı olarak bilinen proje uygulamaya konularak,Avrupa yeniden normal ekonomik ve politik ilişkilerin sürdürülebileceği ülkeler toplumun haline getirilmeye çalışılmıştır.İkinci Dünya savaşından zarar görmüş ülkeler,Türkiye de dahil Marshal yardımından maddi destek elde etmişlerdir.Ülkemiz,1950-1960 yılları arasında bu yardımından sağladığı desteği kendi öz kaynaklarına ekleyerek,bilim ve teknoloji sistemine aktarmak yerine,sürdürülebilir bir ekonomik düzeni hedeflemeyen popülist yatırımlara yöneltmiştir.Plan değil pilav istiyoruz gibi ucuz sloganlar,şimdi ülkeyi pilavsızda bırakmıştır.
Buna karşın Avrupa,bu yardımdan sağladığı desteği bilimsel teknolojik birikimi ile birlikte akıllı ve planlı bir şekilde bilim ve teknoloji sistemine aktararak bugünkü refah düzeyine çıkmayı başarmıştır.Türkiye elinde kritik değerde bilimsel birikim olmasına rağmen bu şansını iyi kullanamamıştır.Aradan 60 sene geçmesine rağmen tarih bilincine ve aydınlanma kültürüne sahip olmayan siyasetçiler bilme işe yaramayan bir elit kültürü olarak bakmaya devam etmektedirler.Yarım asırı aşkın bir süredir ülkemizi yönetenlerin ATATÜRK devrimleri ile hayata geçirilmeye çalışılan bilme ve teknolojiye dayalı kalkınma modelini anlayamamaları,politik ve ekonomik olarak güçsüz bilim ve teknoloji üretmeyen bir Türkiye yaratmıştır.
Nazilerin hemen hemen toplumun bütün kesimleri ile çatışması, bilimsel çevreleri de içine alacak kadar akıl dışı sınırları da zorlamıştır.Bu durumdan endişe duyan pek çok bilim insanı ve sanatçı ABD ve Türkiye' ye göçmen olarak sığınmışlardır.Almanya'dan ülkemize göç eden bu değerli insanlar üniversitelerimizin akademik yaşamına uluslararası kalite ve üstün bilimsel standart getirmişlerdir.
Avrupa yanmış yıkılmış bir durumda iken İstanbul Üniversitesinde zamanının en ileri bilimsel çalışmaları yapılıyordu.Yukarıda sözünü ettiğimiz ve ülke siyasetinin yeterince önem vermediği birikim budur.Aynı göç daha kapsamlı boyutlarda Amerika kıtasında da yaşanmıştır.Yirminci yüzyılın en önemli kişisi seçilen ünlü teorik fizikçi Einstein nazi baskısından kaçıp ABD 'ye göç eden bilim insanlarından sadece bir tanesidir.Atatürk'ün Einstein'ı sıkıntılı günlerinde Türkiye'ye davet ettiği basınımızda yer almıştır.Savaş öncesi Avrupa biliminden geri olan ABD biliminin savaş sonrası hızlı gelişimi siyasetin ve toplumun bilgili insana verdiği önemin bir sunucudur.Bu önem ABD'yi Dünyanın bir numaralı gücü haline getirmiştir.ABD bunu değerlendirebilmiş;Türkiye ise bilim ve teknolojiye uzaktan bakmış, bakmaya da devam etmektedir.
İkinci Dünya savaşı içinde ciddi sayıda beyin göçü alan ülkemiz savaş sonrası yıllarda bilim teknoloji alanında önemli bir gelişme gösterememiştir.Üniversitelerimiz kendi dışından kaynaklanan nedenlere hep mahkum edilmişlerdir.Siyaset adamlarımız bilimi siyasi rakip kuruluşlar gibi algılamışlar,zaman zaman da 147 ler olayında olduğu gibi bir çok değerli öğretim üyesini üniversitelerden hiç bir neden göstermeden uzaklaştırıvermişlerdir.Maalesef 1933 de Atatürk'ün başlattığı üniversite reform hareketi bilme karşı takınılan tavır nedeni ile sürdürülememiştir.Yakın geçmişte yaşadığımız askeri yönetim ise,gericilik yerine akıl ve çağ dışı gerekçelerle üniversitelerimizi ve sol aydınları hedef almıştır.Elindeki tebeşir kafasındaki bilgiden başka bir silahı olmayan masum akademisyenlere,ülkenin şimdiye kadar siyasetçiler tarafından çözülenemiyen problemleri fatura edilmiştir.
Öğrenciler arasındaki ideolojik çatışmaların nedeni olarak siyasetçilerin oynadığı rolü görmemezlikten gelip öğretim üyelerini suçlamışlardır.Bu yönetim mantığının mirası olan YÖK,ülkemizin en heyecanlı tartışmalarına konu olmuştur.Bu gün ise siyasetin mantığı üniversitelerimiz ve bilimsel kuruluşlarımızdan,Atatürk ilkelerinin intikamını almayı hedefleyen bir çizgide bulunmaktadır.Bilimsel değerleri ölçemeyecek ve onun ülke kalkınmasındaki fonksiyonunu anlayamayacak kadar ilkeldir.Bu ilkellik dış güçler tarafından demokratikleşme görünümü altında desteklenmektedir.AB,bilim ve teknolojide gelişmiş bir Türkiye'yi değil bilim ve teknolojiyi tüketen bir Türkiye'yi tercih etmektedir.Bu amaca hizmet etmeye razı fırsatçı taşeronlarını her zaman güçlü kılmayı tercih etmektedir.
Komşumuz Yunanistan'ın 1950 yılında kişi başına düşen milli geliri 100 doların altında iken Türkiye'nin kişi başına düşen milli geliri 200 dolar civarında bulunuyordu.Bu gün Yunanistan'ın kişi başına düşen milli geliri 17500 doların üstünde Türkiye'nin ise 5000 doların altında altındadır.Daha yakın bir geçmişten örnekler vermek gerekirse 1980 yılında kişi başına düşen milli geliri 2200 dolar olan Irlanda'nın günümüzdeki geliri 12000 dolardır.Görüldüğü gibi son elli senedir sağ partilerin uyguladıkları yanlış politikalar ülkemizi zenginleştirmemiş fakirleştirmiştir.Türkiye geçen bu elli sene içinde ne Menderesin dediği gibi ne 'küçük Amerika' nede ne Demirel'in dediği gibi 'büyük Türkiye'olmuş nede Özal'ın dediği gibi'Nurlu ufuklara' varabilmiştir.Geniş halk kesimleri bu masallar ile hep uyutulmuştur ve uyutulmaya da devam edilmektedir.İçinden ve dışından kaynaklanan nedenlerle soluğu kesilmiş ATATÜRKCÜLERİN görevi, ülkemizin içine düştüğü fakirlik ve güçsüzlük sarmalının kendi seçtikleri siyasetçiler tarafından yaratıldığını halka anlatabilmektir.
AR-GE (araştırma-geliştirme) AB (Avrupa Birliği) ortalamasının nispeten altında olan Finlandiya 2000 senesinde AR-GE'ye 4223 milyar Euro,İspanya 6276 milyar-Euro,Yunanistan ve Portekiz 0.8 milyar-Euro aktarmıştır.Aynı ülkelerin AR-GE'ye ayırdıkları fonlardaki artış hızları 1995 itibari ile İspanyada %6,7 ,Finlandiya da %13,5 Yunanistan da %12 Portekiz de %11,4 olmuştur.Türkiye Üniversite,bilim ve teknoloji sistemine yandaşlık gözlüklerini çıkarıp bu gözlüklerle bakmadığı sürece ülkemizin için sürdürülebilir kalkınma söz konusu olamaz.Bilim benim cahilim senin cahilinden daha iyidir politikası ile yönetilmeyecek kadar ciddi bir iştir.Türkiye kimin rektör olacağını değil,hangi bilim insanının uluslararası saygın dergilerde etki değeri ve atıf sayısı yüksek makale yayınladığını değerlendirmek zorundadır.Bilimsel çevrelerde hiç bir saygınlığı olmayan uluslararası literatüre hiç bir katgı yapmamış sanal akademisyenleri bilimsel kuruluşlarımızın başına atayarak ülkeyi kalkındırmak olanaklı değildir.
Son günlerde nasıl siyasetin ekonomiye müdahalesi ekonomik gelişmeyi önler tezi toplum kesimlerince büyük bir kabul görüyorsa , yakın bir gelecekte siyasetin bilme müdahalesi bilimsel ve teknolojik gelişmeyi önler tezi de kabul görecektir.Ülkemizde bilimsel yönetim kadrolarını bilimsel kariyerden çok siyasi ilişkilerin belirleyeceği bir dönemin başlayacağı şeklinde şüpheler vardır.Yurt dışında adı sanı duyulmamış marjinal üniversitelerde önemsiz konularda doktora yapıp yayınladıkları sınırlı sayıdaki makale ile sadece marjinal bir bilimsel değer üretebilen kişiler kendilerini belli bir siyasi görüşe endeksleyerek yakın geçmişte üniversite yönetimlerin en üst kademelerine yükselebilmişlerdir.Bir çok değerli öğretim üyesini sakıncalı görerek üniversitelerden uzaklaştıran bu mantık siyaset tarafından ödüllendirilmiştir Şimdi ise,sıra bizde anlayışı ile bir başka gurup kendilerini bir başka siyasi eğilime endeksleyerek yönetim kadrolarını doldurma hevesindedir.
Çok derin olan üniversite problemini,bir siyasi malzeme haline gelen baş örtüsüne veya imam hatip liselerinin üniversitelere girme problemine indirgeyen yaklaşımlardan Türk toplumuna bir yarar gelmeyecektir.Bu yanlış gidişatın faturasını gençler,günümüzde olduğu gibi gelecekte de işsiz kalarak ödeyeceklerdir.Kendileri gibi düşünmeyenler ile sürekli çekişme halinde bulunan bu donanımsız mantık ile Einstein veya Chagal'ı ABD'ye göçe zorlayan mantık arasında hiç bir fark yoktur.Üniversitelerimiz ve toplum bu çağdışı ilkel gerici düşüncelerin egemenliğinden,geçmişte olduğu gibi,mutlaka kurtulacaktır.