Güncelleme Tarihi:
Yavuz, "Çünkü bu oranlarının bilinmesi bile tek başına aslında herkesin daha çok sorumluluk üstlenmesi anlamında çok faydalı olacak. Burada belirlenecek bir takım eşik değerler var. Bu eşik değerler düşük, yüksek veya çok yüksek risk şeklinde değerlendirilecek. Yani aslında burada risk derecelendirilmesi ve yönetimi yapılıyor. Risk hepsinde olacak riski sıfırladık diyemeyeceğiz ama riskin artıp azalması söz konusu. Bu eşik seviyeler, hangi açılmanın öncelikli olarak yapılması gerektiğini belirleyecek. Örneğin öncelikle eğitimin açılması ya da restoran ve kafelerde serbestleşme gibi kararlar bu eşik seviyelerine göre belirlenebilecek. Açılma olsa da önlemlere uyularak yapılacak. Biz buna 'kontrollü açılma' diyoruz. Zaten okullar için Milli Eğitim Bakanlığı'nın buna yönelik çalışmaları başladı. Restoran ve kafeler için de çalışma yapılıyor, kişi kısıtlaması gibi" şeklinde konuştu.
"ÖRNEĞİN YÜZDE 10 ÇIKTIYSA AÇILMALAR DÜŞÜNÜLEBİLECEK"
İllere göre oranların açıklanmasıyla artık herkesin ortak çalışması gerektiği zorunluluğunun da doğduğunu belirten Prof. Dr. Yavuz, "Bu şeffaflık ile vatandaş olarak da hepimiz sorumlu oluyoruz vaka sayılarının azalmasında. Devletin de sorumluluğu, okullarda (dönüşümlü eğitim örneğin, 40 kişi aynı sınıfta değil de dönüşümlü olacak şekilde organize edilmesi gibi) ya da sosyal alanlarda (kafe restoranlarda vs denetimlerin yapılması, kontrollü açılma konusunda) olacak" dedi.
Risk derecelendirmesi açısından ABD'deki uygulamalardan örnek veren Prof. Dr. Yavuz, "Örneğin orada 14 gün içinde diyelim 100 bin nüfusta yüzde 10'un altındaysa enfeksiyon insidansı (yeni olguların nüfusa oranı), çok düşük riskli anlamına geliyor bu. Dolayısıyla çok düşük risk alarak okulları açabilirsiniz deniyor. Türkiye'de de bize özgü değerlendirmelerle eşik değerler belirlenecek ve buna göre kararlar alınacak. Burada tabi ki sıfır riskten bahsedemeyiz. Riskin derecelendirilmesi söz konusu olacak açılmada. Önemli olan daha düşük riskte bunu yapmak" diye konuştu.
"DÜŞÜK VAKA ORANININ EN AZ İKİ HAFTA KORUNMASI GEREKİYOR"
Risk derecelendirmesine örnek de veren Prof. Dr. Yavuz, "100 bin nüfusta 7 günlük insidans, yüzde 116, yüzde 300 olan yerler var. Buralarda açılma yapmak çılgınlık olur tabii ki. Oranın daha düşük olduğu illerde kademeli açılma yapmak daha mantıklı olacak. Her il kendi durumunu bileceği için de yüksek oranların görüldüğü yerlerde belki de ekstra önlemler alınması gerekecek. Ayrıca açıklanan oranlarda sadece insidans değil, azalmaya devam etme eğilimini görmek de önemli. Diyelim ki yüzde 50 oran çıktı ama aşağıya doğru iniş eğilimi gösteriyor. 14 gün boyunca da bunu koruyabiliyorsanız bu da önemli. Yani sadece değerlendirmelerde sadece belli bir oranın baz alınması değil, o oranın stabil bir şekilde gitmesi de verilecek kararlarda baz alınacak. Örneğin Doğu Karadeniz'de çok yüksek görünüyor oranlar. Artış devam ediyorsa ekstra önlemler gerekecek. Nedir bu önlemler? Kovid-19'da elimizde farmasötik olmayan (ilaç dışı) önlemler dört tane zaten. Mesafeyi artırmak, insan hareketini kısıtlamak ve maske kullanımı ile hijyen. Bu nedenle de oranın çok yüksek olduğu illerde seyahat kısıtı vesaire anlamında, insan hareketlerinin de kısıtlanması önem kazanacak" dedi.
"SIRASI GELENLER BİR GÜN BİLE BEKLEMEDEN AŞI OLSUN"
Serbestleşmelerin başlayabilmesinde aşılamanın da çok büyük payı olacağına değinen Prof. Dr. Yavuz, "Zaten dünyada aşıyı hızlı yapan ülkelerde de bu çok açık olarak gösterildi. Aşı yaptığınız grupta, enfeksiyon hızı belirgin olarak azalıyor. O nedenle şu anda kim aşı olabiliyorsa, hiç vakit kaybetmeden, yarın olurum, haftaya bakarım demeden hemen gidip aşısını olmalı. Bu hem kendisi, hem toplum için önemli. Enfeksiyon hızının azalması ve açılmaların olabilmesi için çok kritik önemi var aşılamanın. Aşı hakkı gelen herkesin hiç tereddütsüz ve ertelemeden aşısını olması gerekiyor. Ne kadar çok insan aşılırsak, oranların o kadar düştüğünü göreceğiz" ifadelerini kullandı.
"İLAÇLARDA DA ÖNÜMZÜDEKİ 6 AY İÇİNDE İYİ SONUÇLAR ALACAĞIZ"
Kovid-19'la mücadelede sadece aşılar değil ilaçların da önemli bir beklenti oluşturduğuna işaret eden Prof. Dr. Yavuz, bu konuda son çalışmalardan birinin oldukça umut verici olduğunu söyledi.
Koronavirüse karşı deneysel ilaç çalışmalarından "molnupiravir" ile ilgili araştırmada ilacın, farelerde virüsün vücutta çoğalması ve bulaşmasını engellediği görüldü.
Prof. Dr. Yavuz, "Bazı ilaçlar var klinik çalışmaları devam eden. Bizde de kullanılan favipiravir benzeri bir antiviral ilaçla ilgili yeni bir sonuç açıklandı. O da oral yoldan alınan bir ilaç. Molnupiravir hayvan deneylerinde, çok etkili olduğu gösterilmişti. Şimdi klinik çalışmaları devam ediyor. Mart gibi Faz-2 ve 3'ü yayınlanacak. Bundan çok ümitliyiz. Umarım insanlarda da iyi sonuçlar elde edilir. Oral olması nedeniyle kesin etkinliği gösterilmiş bir ajan olarak karşımıza çıkacak. Yine bizim de kullandığımız favipiravir'in etkilerine dair küçük çalışmalar vardı, daha büyük çalışmaların sonuçlarını da bekliyoruz. Bu da bizim açımızdan anlamlı olacak. Çünkü gripte olduğu gibi ağızdan kullanabileceğimiz etkili bir ilacımız olursa Kovid-19'da da; hem tedavi anlamında, hem de önlenmesi anlamında işimiz kolaylaşacak. Aşılarda da var aslında böyle bir etki. Tamam yüzde 100 bulaştırıcılığı engellemiyor ama beklentimiz, büyük oranda azalttığı da gösterildi. Yani aşıların da bulaştırıcılığı da azaltacağını öngörüyoruz. Çünkü aşılananlar hastalığı geçirse de hafifi seyirli olacağı için, daha az bulaştırıcı olacaklarını düşünüyoruz. Hem aşıda hem de ağızdan kolay alınabilen etkili antiviral ajan elde edilebilirse aynen gripte olduğu gibi hastalığın tedavisinde de, bulaşıcılığını azalmasında da çok etkili silahlarımız olacak. Yani bu önümüzdeki 6 ay içinde ben bu alanlarda çok daha olumlu sonuçlar çıkacak diye tahmin ediyorum"