Oluşturulma Tarihi: Aralık 25, 2000 00:00
BIKTIĞIMIZ ŞEYLER Tüm hayatımızı değilse bile, gündelik yaşantımızı bîzar eden herşey, inanılmaz bir istikrarla konumlarını muhafaza ediyor, tahripkâr etkilerini sürdürüyorlar. Toplumsal, siyasal ve ekonomik kurumları ve normları hayli istikrarsız bir ülkenin, sahiden tek istikrarlı yönü bu noktada gizli, sanki… Bu sebeple, "Bıktığımız şeylerin listesi"nin devamının gelmesinden daha tabii bir şey olamaz. Canım ile ben, bi işi pek bir ciddiye aldık. Her gün, çevremize ve kendimize daha eleştirel bakıp notlarımızı derliyoruz. Sağa sola
haber saldık, milleti kendi listelerini kotarmaları için kışkırtıyoruz. Katkılara açığız. Şaka ile karışık, elbirliği ile, gayri resmi bir insan hakları beyannamesi oluştursak, fena mı olur? İşte, "Bıkkınlık Vericileri"in ikinci bölümü. Her önüne gelenin, "Türkiye bir hukuk devletidir" sözünü, su içercesine rahatlıkla söyleyebilmesi. "Cumhuriyet Savcılığı / ya da, feşmekânca Bakanlık / olay üzerine soruşturma başlattı" diye sonuçlanan tüm haberler. "Gündelik hayatınızda sizi en çok bîzar eden şeyi tek bir sözcükle belirtir misiniz?" dendiğinde, o hep aynı, "tek" kelimeden bir türlü kurtulamam:
Trafik!… Ev kadınlarını epi topu 500 kelimelik Türkçe'leriyle, pembe diziler üzerine saatlerce konuşma başarısını istirrarla sürdürmeleri. Kalabalık bir otobüste bilet atmak gibi, azami sürat gerektiren durumlarda, para cüzdanımın el çantamın içinde sırra kadem basması. Eski köye çoktaaan yeni âdet geldiği halde, halkımızın çoğunun, "Değişmeyenin sonu ölümdür" gerçeğini dank etmemekteki ısrarını sürdürmesi. Bukalemun misali renk, kabına göre biçim değiştiren sıvı misali, şartlara uyum sağlayıp görünüm değiştiren "Susurluk"un elân yaşaması ve bizlerin "Susurluk gerçeği ile bir arada yaşamaya mahkûm"luk kısır döngüsünü kıramayışımız. Bu devlet ve bu millet, behemahal, kendini aşmak zorunda olduğunu ne zaman kavrayacak? M.K.
Atatürk'ün meÅŸhur, "Adalet mülkün temelidir" özdeyiÅŸindeki "mülk" kelimesi ile ne kastedildiÄŸinin, Cumhuriyet'i ilk yıllarından bu yana bir türlü sarahate kavuÅŸamaması. 2000 yılında, ülkemizde, "Açık saçık, tahrik edici kıyafetle sokaÄŸa -hele hele, gece vakti- yalnız dışarı çıkan kadın, ırzına tecavüz edilmeyi hak etmiÅŸ midir, etmemiÅŸ midir? tartışmasının, hâlâ tüm kesimlerde hararetle sürdürülebilmesi. Sadece ve sadece, görev başında ÅŸehit düşenler için düşünüldüğü halde, ÅŸehitlerimizin kanını simgeleyen Türk bayrağının uluorta her tabuta sarılması ve böylece o cenazeye hürmet edildiÄŸinin, yüceltildiÄŸinin sanılması. Ankara Cumhuriyet BaÅŸsavcılığı'nın "Sayıştay yangını sabotaj deÄŸil!" yollu açıklamasına -ODTÃœ'den üç profesörün hazırladığı rapora dayandığı halde- inanmaya, hükümetlerin "Zam yok!" beyanları misali, bir türlü yüreÄŸimizin el vermemesi. 2000 yılı Türkiye'sinde, kiÅŸi başına yıllık tuvalet kâğıdı tüketimi 160 iken bizde 10 olmasıacı gerçeÄŸinin deÄŸiÅŸebilmesi için Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı'nın 1995 tarihli -ne kadar geç, deÄŸil mi?" "fetva"sından medet umulması. Hadi, tuvalet kâğıdına dini hurafeler karıştı diyelim; kiÅŸi başına yıllık sabun tüketimindeki içler acısı duruma ne buyrulur? Direksiyona geçen her erkeÄŸin kendisini mutlak iktidar sahibi zannetmesi. Türk iÅŸadamını tavlamak için, Financial Times'ın, "Heyete kadın katın…" yollu tavsiyelerde bulunmasına meydan verecek ölçüde erkeklerimizde, "terakki" bâbında "tık" olmaması. Paparazzilik'in "Röntgencilikte sınır yoktur!" ÅŸeklinde algılanması. "En sevmediÄŸim söz 'Hoşça Kal'dır" diyecek insanımıza hiç rastlanmaması. "Ağır ol, okka çek" özdeyiÅŸinin tahtının hâlâ sarsılamaması. Kemal Sunal'ın 36 tekmili birden onca filmine raÄŸmen, "En sevdiÄŸim ses, kahkaha sesi…" diyenlerin sayısının, parmakla gösterilecek kadar az olması. AÅŸk'ta da, Ayrılık'ta da yalanın kol gezmesi. Buz gibi ayrıldıkları halde, çoÄŸu "medyatik" ünlünün, "Ä°liÅŸkimizi askıya aldık…" yutturmacası ile cümle âlemi kandırabileceÄŸini sanması. Sözün özü, kallâvî "reklam soslu ve de askılı iliÅŸkiler"in haddinden fazla çoÄŸalması. "En sevmediÄŸim iÅŸ, kâbus mesleÄŸim cenaze levazımatçılığı" diyecek bir Allah'ın kulunun çıkmaması. "KonuÅŸmamız lazım…" girizgâhını yapacak cesaretin toparlanamaması; o cesaret, kazara da olsa, bulunduÄŸunda ise, mümkün lan en yakışıksız, en kötü ve yaralayıcı konuÅŸmanın yapılması. "Sen artık beni sevmiyorsun…" ÅŸeklindeki yalan suçlamanın, aslında, "Ben artık seni sevmiyorum" demek olduÄŸunun bir türlü itiraf edilememesi. "Seviyeli beraberlik" ya da "seviyeli iliÅŸki" sözü. Milli ya da dini tüm bayramlarımızın, her ÅŸeyden kaçmaya fırsat tanıyan birer tatil dilimi olarak algılanması. Tembellikte dünya ÅŸampiyonu olmaya -bilhakkın- aday bir milletin bu derece tatil düşkünü olması. Her sıkı içkiciye lahzada "alkolik" yaftasının yapıştırılması. Düşünme zahmetine katlanamayanların -ki, halkımızın çoÄŸunluÄŸunu oluÅŸturuyorlar- baÅŸkaları hakkında hüküm verirken, en kestirme yol olarak "yafta" yapıştırmayı seçmeleri. Lokantada her garsona, "Pardon ÅŸef, bakar mısın?" diye seslenilmesi. Halkımızın gerekli / gereksiz her ÅŸeyi abartma merakının bir uzantısı. Veyahut da, düpedüz ve de yararsız bir yalakalık… Cumhuriyet'in ilanından itibaren, her on senede bir, genel af ihtiyacının zuhur etmesi. Her türlü kural ve kanunun riayet edilmek için deÄŸil de, her fırsatta delinmek üzere konulduÄŸu ÅŸeklindeki yaygın kanaat. Ä°nsanların kendilerini tanıma zahmetine katlanamamaları, kendilerini ve baÅŸkalarını olduÄŸu gibi kabul etmekteki yetersizlikleri. Hayatı zorlaÅŸtıran, geliÅŸmenin önünü tıkayan her türlü yaklaşım, tavır ve davranış. Halkımızın çoÄŸunun, kendi hayatları hakkında baÅŸkalarının karar vermesini doÄŸrusu buymuÅŸ gibi kabullenmesi, razı göstermesi. Her insanın, en temel hak olan, kendi mekânına ve zamanına sahip olan hak ve özgürlüğünün genel kabul görmemesi. "Aman, aklınıza mukayyet olun!.." temennisinin ya ÅŸaka ya da ÅŸaklabanlık olarak algılanması. (…) Bir tercüme bürosunda kısa süre beraber çalıştığımız, genç arkadaşım Fulya Sarfaklar, telefonda önerimi ilk iÅŸittiÄŸinde "Hımmm…" dedi. Sonra da, kâğıt kaleme sarılıp listesini iletti: Kendi hayatıma iliÅŸkin planlarımın, birbirine baÄŸlı ve belirsiz birçokfaktör yüzünden, askıda kalması. Hatta, bu tür durumlar yüzünden, hiç plan yapamamak! Defalarce davet ettiÄŸim arkadaÅŸlarımın, her defasında, bence, bu davetten daha az önemli ve herhangi bir zamana bırakılabilecek ÅŸeylerle ilgili bahaneler ileri sürerek davetlerimi reddetmeleri veya kesin cevap vermemeleri. BaÅŸtan ayağı yanlışlarla dolu restoran mönüleri. Ä°nsanların üniforma gibi, birbirinin aynı giyinmeleri. Yelken bezini ve işçi botlarını baÅŸtacı yapmaları. Ä°kide bir bozulup yeniden yapıldığı halde, her biri farklı ÅŸekil ve yükseklikteki taÅŸlardan oluÅŸan, üzerinde yürünmesi imkânsız kaldırım ve meydanlar. Otobüs ne kadar tıklım tıkış dolu olursa olsun, arka tarafın boÅŸ olduÄŸunu iddia edip arkaya ilerlenmesini isteyenler. Baygınlık veren, "arkaya ilerleyelim, Beyler!" sözü. Kedici dostum Mine Arın'ın hayatını karartan "bıkkınlık" vericiler şöyle: "N'olacak bu memleketin hali?" sorusu. Gûya insanlık inkiÅŸaf ettiÄŸi halde, her türlü hayvana yönelik eziyetlerin, azalacağı yerde, vahÅŸet ve teknoloji yardımıyla, katlanarak artması. Kimsenin kendi hakkına razı olmaması. Haklarının bilincinde olanların da, yeri geldiÄŸinde hakkını aramaması. (Tam bu noktada, kendisine yönelik ağır özeleÅŸtirisi de var / JE'nin notu.) Her türlü telefon konuÅŸmasının gereÄŸinden çoook fazla uzatılması. HâmiÅŸ: Konu komÅŸudan, saÄŸdan soldan, kısacası yakalanan herkesten görüş alma faaliyetimiz sürüyor. Ve, listemiz uzuyor. Katkılarınızla daha da zenginleÅŸecek. Jülide ERGÃœDER - 25 Aralık 2000, Pazartesi Â
button