OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 08, 2001 00:00
BIKTIĞIMIZ ŞEYLER -N'İNCİ BÖLÜM Yetti Gari! Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki… İnsanı hayatından bezdiren olgular, dur durak bilmeksizin üstünüze yığılıyor. Ölüm oruçları nedeniyle, itibarının içte ve dışta yerle yeksân olması yetmezmiş gibi devlet, asla başa çıkamadığı hapishanelere el koyabilmek için "hayat kurtarıyoruz" bahanesine sığınacak denli acz içinde. Tutunacak dal kalmadı diye ye'se kapılmak işten değil. Sadece, "hiçbir şey simsiyah değildir" fikri kurtarıyor. Akıl sağlığımızı korumak zorundayız; hiç yolu yok. Bakınız, kimileri, gündelik hayatınızdaki işgaliye ve hâkimiyet kudreti tartışılmaz bilgisayarları ti'ye alarak, karamsarlığı nasıl aşıyor… Hoş bir tebessüm kaynağı. "Yetti Gari" listemize de, düşündürücü bir katkı. Erkeklere sormuşlar: Bilgisayar nedir? Elcevap: Bilgisayar dişi'dir! Niçin mi? İç mantığını, yaratıcısından başka kimse bilemez ve çözemez! Yaptığınız her hayatı hemen hafızasına kaydeder. Her fırsatta da, temcid pilavı gibi hatalarınızı burnunuza dayar. Üstelik, bilgisayarı satınaldıktan hemen sonra farkedersiniz ki, asıl parayı, cihazın kendisinden çok, bitmek tükenmek bilmeyen aksesuarlar için harcamak zorunda kalacaksınız. Kadınlara sormuşlar: Bilgisayar nedir? Elcevap: Bilgisayar erkek'tir! Niçin mi? Aslında, sorunları çözmek için yaratıldıkları halde, ömürlerinin dörtte üçünü sorun yaratarak geçirirler. Üstelik, bilgisayarınızı satın aldıktan hemen sonra farkedersiniz ki, piyasada daha gelişmiş bir modeli mevcut! Yaaa… Tüm hayatım boyunca söyledim. Asla teknolojiye karşı değilim. Fakat, her teknolojik yeniliğin, kolaylaştırdığı işler kadar yeni karmaşalara yol açtığını nasıl görmezsiniz? Hele, teknolojiyi yaratan da, kullanan da insan olunca… Teknoloji çığırtkanlığının olumsuzluklarını anlatamamak beni bezdiriyor. Kupon kesme operasyonlarının PKK operasyonlarını fersah fersah geride bıraktığı bir ülkede, tüm memlekete şâmil bu kesintisiz kupon kesme faaliyetinin günün birinde kesileceğine dair herhangi bir kestirimde bulunamamanın kesinliği. Prusya İmparatoru Büyük Friedrich'in, din savaşlarını kastederek dile getirdiği -ve, benim taptığım- o ünlü vecizesindeki, "Benim ülkemde herkes istediği şekilde rahmetli olur" hoşgörüsünün, şimdilik -sahiden ve sadece "şimdilik" olacağını ümit ediyorum- kendi ülkemde söz konusu olamaması. İnsan ağzında puro varken, hayatta sinirlenmeyeceğine inanan fanatik "purokolik"lerin sayısının azımsanmayacak bir rakama ulaşması. Tüm çağların en büyük komedi ustası Molieri'in, o ünlü, "Hemen hemen tüm erkekler, hastalıktan değil, tedaviden ölürler" sözünün, kadın cinsinin fevkalade aleyhinde olsa da, çıplak gerçeği yansıtması. Bankaların önünde dikilen güvenlik görevlilerinin, içeri girenleri değil, dışarı çıkan iri çantalıların üstlerini aradığı bir ülkede yaşamak. Ergenlik ve gençlik çağlarımızdaki, okul çıkışı kapıda bekleyen delikanlılarla karşılıklı göz süzüşmelere; mehtaplı gecelerde, yazlık sinemalarında ayçekirdeği çıtırtıları refakatinde mahallenin yakışıklılarıyla kesişme heyecanlarına ebediyyen -yaş kemale erdiği için değil, yazlık sinemalarla sabırlı ve de romantik delikanlıların yerlerinde yeller estiğinden ötürü- veda etmek zorunda kalmamız. Vatandaşımızın "Devlet nedir?" sorusunun cevabını bilmemesi. Bilen azınlığın hiç çaktırmaması. Hasılı, 2001 yılının bu ilk günlerinde, "Devlet-Vatandaş" ilişkisinin hâlâ çözülememiş olması... "Hortumlanma" tabirinin yol açtığı umumi allerji yüzünden, gelecek yaz bahçe sulamak için "hortum-dışı" yöntemler aranmaya başlanması. (Bu noktada, biraz fazla yüksekten mi uçtum acaba?) Önümüzdeki yirmi yılda değişmeyecek 20 şey arasında
trafik sıkışıklığı + gürültü + din + yoksulluk + alışveriş + ve terörizm'in yer alması! Aynı 20'lik listede kurşun + kalem + kitap + yolcu yerleri + seks + ataç + takım elbisenin de bulunması pek hoş, hatta sevindirici. Yine de, vaziyeti kurtarmaya yetmiyor, ne yazık ki!.. Bir belde düşünün. Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nin Gerger beldesinin göklerinden telefon telleri uzanıyor. Beldede telefon var, elektrik var. Kahredirici olan, hat verilmediği halde, yıllık abonmanların muntazaman gelmesine, ücretlerin de ne olur ne olmaz diye ödenmesine, elektrik faturalarının sektirmeden gönderilmesine, ahalinin ödemeleri kesmesi üzerine olmayan telefon hattı için icra tehlikesinin başgöstermesine insanın hâlâ şaşırıp durması. (Bu arada, Halûk Gerger'in kulakları çınlasın. Beyrut Amerikan Üniversitesi'nden mezun, sonra da fakültelerimize hoca oldu, senelerdir yazıp çiziyor, ama hemşehrilerinin hali duman!) Bektaşî'nin, o tadına doyulmaz, "Ramazan kapıya dayandı, evde damla şarap yok!" nüktesini -elhak, pek samimi bir hayıflanış- şirin bulanların sayısının yeterince çok olmaması. Çocukluğumuz ve ilk gençliğimizin o güzelim Yeşilçam filmlerini küçümsemenin "entellektüel" mertebesine (?) erişmenin baş şartı sayılması. Maç seyreden erkeklerin, ekranın önünü kapatmak, telefonda avaz avaz konuşmak, gidip gelip önündeki sehpayı didik didik karıştırmak, sıradan bir komşu dedikodusunu gereksiz yere anlatmaya kalkışınca da dinleniyor diye öfkelenmek dahil, bin türlü maddi-maevi tacize uğradıklarında isyan edişlerini, eşlerinin, affedilmez birer kapris ya da duyarsızlık olarak değerlendirmekte ısrar etmeleri. Tamircilerin, aynı bir buzdolabı için, diyelim, 88 defa eve gelip tedavi teşebbüsünde bulunsalar da, her seferinde başka bir arıza bulma konusundaki tartışılmaz başarıları. "Globalleşme ile sınırlar kalktı" teranesi her dakika burnumuza dayatıldığı halde, zihinlerdeki sınırların hiç sorgulanmaması. "Edenin yanına kalmaz" darbımeseli. Gel de, 2000 yılının Türkiyesi'nde bu söze inan. "Türkiye, tam 47 yıldır, NATO uğruna büyük ve saygısız fedakârlıklara katlanmıştır" diye başlayan tüm söylemler. (Bu bölümde yer alan maddeler ileride sıralanmaya devam edecek…) Ayşe Arman, "tükürükçü Nouma'nın" bir güzel ifadesini almış. Her gün 5.5 dakika çıldırdığını ve de kaybetmeyi hiç sevmediğini açık yüreklilikle beyan eden,
BeÅŸiktaÅŸ'ın "olay forvet"i Pascal Nouma'nın -Türkiye'deki- hayatını karartan sevimsizlikler şöyle: Psikopat olduÄŸunu düşünen BeÅŸiktaÅŸ taraftarları. Tuvalete giderken dahi peÅŸini bırakmayan bilumum paparazziler. Garajındaki motosikleti çalıştıramamak. Disco'ya giden her ünlünün "playboy" zannedilmesi. Kaybetmek. "Kafasına vur, ekmeÄŸini al" zorbalığına eyvallah çeken tüm insanlar. Genç gazeteci arkadaşım Kader Balıkçı, ahalinin diline pelesenk ettiÄŸi tekerleme benzeri ifadeler yüzünden karalar baÄŸlıyor. (Parantez içindeki itirazlar da kendisine ait.) Şükürler olsun! (Şükredilecek ne var ki?) Televole seyretmiyorum! (Bana ne?) Daha çok çalışmalıyız! (Niye söylerler ki bunu? ÇocukluÄŸumuzdan beri, efendi gibi çalıştık da n'oldu?) Ben iyiyim, ya siz? (N'olmuÅŸ yani?) Reha Muhtar'ı sevmiyorum. (Aksine, herkes adamı seviyor sanki.) Bir gün her ÅŸey çok güzel olacak… (Sahiden, öyle olacakmış gibi mi görünüyor?) Ne yapıyorsam, bizim için yapıyorum. (Bunu genellikle erkekler söylüyor. Ama, her ne yapıyorlarsa, sonuna kadar kendileri içindir.) Bir baÅŸka gazeteci arkadaşım Ãœlkü Demirtepe, yılların getirdiÄŸi meslek tecrübesiyle konuÅŸturuyor. Adalet, hukuk hak getire. Bunca asırlık devlet tecrübesine raÄŸmen, bu toplumda "kamu vicdanı" denilen o paha biçilmez deÄŸerin bir türlü vücut bulamaması. KiÅŸi haksızlığa uÄŸradığında, "Cezanı Allah verir inÅŸallah!" denir ya… Çok bilmiÅŸlerin, buna karşılık, "BaÅŸkasının kötülüğünü isteyeceÄŸine, kendin için iyi bir ÅŸeyler iste" öğüdünü öneri sürmesi. (Ne demek ÅŸimdi bu?) Halkın çoÄŸunluÄŸunun "olmuÅŸ armut" pozisyonunda olması ve hayatı kliÅŸelerle yaÅŸaması. Ä°sminin açıklanmasını istemeyen bazı dostlarımın öne çıkardığı kâbuslar yürek burkuyor: Çok uzun zamandır -artık- arzu edilemeyen kocaya birtürlü "Hayır!.." diyememek. Vaktinde ölemeyen yaÅŸlıların, iyileÅŸme ümidi olmayan hastalıklarının çok uzun sürmesi. Aile içi cinsel tacizin dehÅŸet uyandıracak derecede yaygın olması; önlenebileceÄŸine dair en ufak bir ümidin de görülememesi. Ne oldu? Canınız mı sıkıldı?.. Bana hiç kızmayın boÅŸuna; ve ÅŸu ana kadar canınız sıkkın deÄŸil idiyse bunun nasıl olabildiÄŸini sorgulayıverin bir zahmet. Jülide ERGÃœDER - 8 Ocak 2001, Pazartesi Â
button