Oluşturulma Tarihi: Şubat 15, 2003 21:31
Artık birçok cezaevinde psikologlar da görev yapıyor. Tutuklu ve hükümlülere psikolojik açıdan yardımcı oluyorlar. Çanakkale Açık Cezaevi'nin psikoloğu Rasi Boy'la tiyatronun hükümlüler üzerindeki etkisini konuştuk. Dr. Boy: ‘Önce tiyatro da neymiş, tiyatro bizim gibilerin neyine diye düşünenler ve çalışmaları ciddiye almayanlar çoğunluktaydı.
Üstelik bu kişiler yine oynayanlar gibi yaşamlarında tiyatroya gitmemişlerdi. Önce oynayan kişilerde psikolojik değişiklikler oldu. Bir hükümlünün en belirgin özelliği güvensizlik ve duygularını açığa vurmamasıdır. Ama oynayan hükümlülere bir süre sonra güven geldi. Her konuyu açık açık tartışır oldular. Duygularını açığa vurmaktan çekinmediler. Hatta konuşma tavırları, sözcükleri bile değişti. Seyreden hükümlüler ise kendilerini oyuna öylesine kaptırdılar ki Berbat rolünü oynayan Fevzi Acar'ı dövmeye bile kalktılar. Berbat, oyunun kötü adamı... Barbut oyununda arkadaşlarını soyup elbiselerini, pabuçlarını, altlarından yataklarını bile alıyor. Allah'tan, oyun gereği koğuştaki hükümlüler oyunun sonunda Berbat'a bir meydan dayağı çekiyorlar. Bizim seyirci hükümlüler ancak öyle sakinleşebildiler.’
Yani mahkûmlarda çocuksu ve saf bir yan da vardır.
MAHKUMLAR OYNUYOR
Oyunda Kara rolünü oynayan İsmail Kılıç ve İzmirli'yi oynayan Gültekin Kaygusuz, birkaç gün içinde cezalarını bitirip tahliye oluyorlar.
‘‘Cezaevi yaşamı dışarıdan görüldüğünden çok daha zordur. Günleri, bazen saatleri sayarsın. Yaşam burnunun dibindedir. Ama sen kendini unutulmuş uzak bir gezegende gibi hissedersin. Allah kimseyi mapushaneye düşürmesin. Bir daha bir cezaevine girmek şöyle dursun, önünden bile geçmemeye kavlimiz vardı. Ama şimdi oyunun oynanacağı gün seve seve cezaevimize dönmeye hazırız. Oyundan sonraki geceyi de eski koğuşumuzda misafireten bir güzel geçiririz’’ diyorlar.
Geçen akşam toprağına nur yağasıca Orhan Kemal'le beraberdim. Türkiye'nin en halis birkaç romancısından biri olan Orhan Abi'nin 72. Koğuş oyununu Devlet Tiyatrosu'nun Taksim Sahnesi'nde izledim. Orhan Kemal'in romanını okuyup ya da oyununu izleyip de o insancıl sıcaklığını duymamak mümkün mü?
Bir yandan oyunu izlerken bir yandan Orhan Abi'nin hafifçe yana yatık külhan fötr şapkasıyla Aynalı Kahve ya da Meserret Kahvesi'nde köşe masaya oturuşunu anımsadım. Arada bir Zeki düşerdi kahveye... O, hep heyecanlı ve bir telaş konuşmasıyla,
‘‘Orhan Abi be, yine bir dergi çıkarıyorum. Bir hikayecik attırsana... Ama bu akşam baskıya giriyorum, yetişir değil mi abicim?’’ derdi ve 10-15 lira bırakırdı masaya. Orhan Kemal de babacan ve hoşgörülü gülümsemesiyle,
‘‘İki saat sonra gelip al’’ derdi Zeki kapıdan çıkarken,
‘‘Kızma ama abicim, içinde biraz da kadın ve aşna fişna olsun. Malum ya benim dergileri hep erkekler okur. Kapakta Nimet Alp'in bir resmi var, görünce bayılacaksın abicim’’ derdi.
Orhan Kemal gülümsemesini bozmadan yanından pek ayırmadığı daktilosunun kapağını açar, ağzında sigarası tıkır tıkır yazmaya başlardı.
Bir arzuhalcinin alçakgönüllülüğüyle kahve masasında yazdığı bu başeserleri sonradan nefesimizi tutup okurduk. Tabii, biraz da böbürlenirdik. Çünkü yanı başımızda yazılmışlardı.
İşte, Türk Edebiyatı'nın köşe taşlarından Orhan Kemal o romanları ve öyküleri hep üç otuz paraya yazmıştı ve geçim sıkıntısı yakasını hiç bırakmamıştı. Taa ki 72. Koğuş oyununun oynanışına kadar... Seyircinin oyuna koşması Orhan Abi'ye biraz nefes aldırmıştı.
İşte, Devlet Tiyatrosu'nun sahnesinde ben yine o oyunu seyrediyordum.
Devlet Tiyatrosu deyince oyunu devletin tahsilli, terbiyeli ve kadrolu oyuncularının oynadığını sanmayın. 72. Koğuş'u bu kez Çanakkale Açık Cezaevi'nin mahkumları oynuyordu. Yani, içerdekiler yine içerdekileri oynuyordu.
Oyunu, Cezaevi Müdürü Sedat Karaca ile bir hükümlü olan Hacı Bekir Güley beraberce sahneye koymuşlar. Müdür Karaca:
‘‘72. Koğuş'u hayatında tiyatroya gitmemiş hükümlü arkadaşlarla sahneledik. Amacımız oyunun geçtiği 1940'lı yılların cezaevi koşullarıyla bugünün cezaevi yaşamındaki farkı diğer hükümlü arkadaşlara sergilemekti. Ama benim bile ummadığım bir başarıyla karşılaştık. Oyunu sadece cezaevlerinde değil, dışarıda da oynamaya başladık. Önce Çanakkale'de gösteriler yaptık. Oyunda kadınlar koğuşunun da yaşamı anlatılıyor. Ama bizimki erkek cezaevi... Kadın oyuncuyu dışarıdan bulmamız gerekti. Kimden oynamasını rica ettiysek, 'Aaa, ben katillerle, soyguncularla bir arada olamam!' diye teklifimizi reddetti. Biz de oyunun o bölümünü teybe aldığımız seslerle görüntüsüz olarak hallettik. Fakat, Çanakkale'deki oyunlarımızdan sonra birçok üniversiteli genç kızımız oyunda görev almak için başvurdu. Demek ki katil, soyguncu sandıkları hükümlülerin onlar gibi birer İNSAN olduklarını anlatabilmişiz. İşte en büyük kıvancımız bu oldu. Şimdi de 16 resim sehpası yaptırdık. Resim kurslarına başlıyoruz. Elişleri ve resim sergimizi 23 Nisan Çocuk Bayramı'na yetiştirmek istiyoruz. Hükümlü arkadaşlar toplanıp karar verdiler. Sergi gelirini Lösev Lösemili Çocuklar Vakfı'na bırakacaklar.’’
AĞCA DA OYNAYACAK
Cezaevlerindeki tiyatro çalışmalarının öncüsü tiyatrocu Turgay Tanülkü, şu sıralarda ünlü Kartal Cezaevi'nde Kamp 17 oyununu sahneye koymaya hazırlanıyor.
‘‘Ülkücü ve solcu hükümlülerle kardeş kardeş bir arada prova yapıyoruz. Mehmet Ali Ağca da oynamayı kabul etti. Sanıyorum müthiş bir gösteri olacak!’’
Biz, pek farkına varamıyoruz ama Türkiye'mizde güzel gelişmeler de oluyor. Hey gidi hey, 1964 yılında Amatör Sözsüz Oyun Tiyatro'muzla Adana Cezaevi'nde gidip bir oyun oynamıştık. Hakkımızda komünizm propagandası yapmak ve mahkumları isyana teşvik etmekten davalar açılmıştı.
Ey tiyatro, sen nelere kaadirsin!..