Oluşturulma Tarihi: Ekim 22, 2004 00:00
Türk şiirinin en güçlü kadın seslerinden biri Gülten Akın. Özellikle şiire başladığı '50'li yılları gözönüne aldığımızda belki de tek sesi. Anadolu'nun geleneksel kültürünü, insanını modern bir şiir anlayışı içerisinde anlattı yıllardır. Yalnızca yazdığı şiirlerle değil, şiir üzerine yazdığı yazılarla da paylaştı deneyimlerini, yol gösterdi genç kuşaklara. Hem şiirinde hem yazılarında samimi ve içten oldu her zaman.Tüyap Kitap Fuarı'nın bu yıl Our Yazarı seçildi Gülten Akın. Şimdi yaz kış yaşadığı Burhaniye'deki yazlığında konuştuk kendisiyle. - Gülten hanım en başa dönelim ve şiire başladığınız yılları konuşalım önce. - Yozgat'ta doğdum ve on yıl orada kaldım. İçine doğduğum ortam iki kültürlüydü, biri geleneksel halk kültürü, diğeri modern kültür. Ben ikisinin arasında yetiştim. Cumhuriyetin onuncu yılıydı ve o yıllar modern kültüre daha fazla önem veriliyordu. Gerçi yaşlılar geleneksel olandan yanaydılar ama gençler bir an evvel modern kültürü kavrayabilmeyi istiyorlardı. Ben iki tarafın da bilgisini ve sevgisini alarak hem kendimi hem de farkında olmadan şiirimi besliyordum. On yaşında başladım şiire ve bu ikili kültür ortamı oldukça erken birikim sahibi yapmıştı beni. Öteki taraftan hayatım hızlı bir şekilde değişti çünkü Ankara'ya taşındık. Yozgat'taki coşkulu çocukluk dönemim burada bitmişti. - Ankara'da ne oldu, karamsar bir dönem mi başladı? - II. Dünya Savaşı'nın ülkede estirdiği boğuk hava tüm yoğunluğuyla Ankara'da kendisini hissettiriyordu. Karartmalar, karneler... Bütün bunlar olurken ben coşkumu içimde sakladım. Buna dair bir dizem var, "içime yürüdü ayaklarım" diye, işte aynen buradaki gibi içime yürüyordum. Böylece içime yürüyen ayaklarım da şiiri getirdi bana, ilk yazdığım şiirlerimde, kitaplarımda bireysel bir tavrım vardı.- Sonra eşinizin görevi nedeniyle Anadolu'da pek çok yer dolaştınız. - Anadolu'da olmak beni ve şiirimi doğrudan etkiledi. Şiirlerim farklılaştı çünkü hayatım farklılaşmıştı. Çok sık kasaba değiştirdik. Eşim halk için çalışmaya gayret etti, partizan insanların hışmına uğradık ve oradan oraya dolaşmak zorunda bırakıldık. Bazen sürgünle gönderildik, bazen takdirnamelerle... Böyle maceralı bir hayatın içinde ben de insanları tanıdığım gibi, ciddi anlamda yaşamı da gördüm. 1960 anayasasının getirdiği güzel bir ortam oluştu. Görece de olsa bir özgürlük ortamıydı. O dönemde pek çok kitap çevrildi ve ben kendimi okuyarak da geliştirme imkanına eriştim. Tüm bunların etkisiyle şiirim değişti.- Nasıl bir değişim getirdi şiirinize bu durum?Hayat beni, yani şiirimi dolaylı olarak etkiliyor. Şiirimin dolayımı değişti, sisli, örtük, imge ve simgelerle oluşturduğum şiirim daha düz ve anlaşılır olmaya başladı. Bunu yapabilmek için de Anadolu'daki dili seçtim ve bu bana önemli bir dayanak sağladı. Oradan kendimce seçmeler yaptım. Dili adeta stilize ettim. Duyduklarımı ve topladıklarımı şiire gelir hale getirdim. Şiirde sesin önemini biliyorum, sözlerin birbiriyle hem ses hem anlam olarak uyumunu göz önünde tutarak elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Toplumsal şeyleri açık bir şekilde yazarken, bunları slogana kaçmadan şiirin o çok boyutluluğuna dahil edebilmek çok zordur, bunu yaptığımı söyleyebilirim. Her zaman şunu söylerim; düşünceler, yaşam, dünya görüşleri şiirin içinde bir ağacın özsuyu gibi olmalıdır.- Bu sizin şiir serüveninizdi, her şiirin de ayrı bir serüveni vardır bunu nasıl yaşarsınız?Bazen bir sözcükten, bazen bir dizeden, bazen okuduğum bir cümleden, bazen bir görüntüden, herhangi bir ayrıntıdan yola çıkarım. Küçükken böyle ayrıntıları görüp anneme anlatırdım durmadan, yazmaya başladıktan sonra şiirimde yeralmaya başladı. ŞİİR KENDİ MESAJINI VERİR- Şiirlerinizi yazarken bir mesaj kaygınız oldu mu?- Mesaj kaygım olmadı diyebilirim. Kendi şiirimi iletme açısından bir mesajım olmuştur. Elbette benim bir dünya görüşüm var bu doğrultuda insanlara iletmek istediğim şeyler vardı, mesaj dediğiniz buysa elbette bunlar vardı. Türkülerden, deyişlerden, atasözlerinden kısacası folklorik ögelerden faydalandım, dolayısıyla şiir bende herhangi bir mesaj kaygısı olmamasına rağmen kendi mesajını verdi. Zira mesajlarla dolu metinlerden faydalanıyordum ama kimseye emir vermedim. Önümde kocaman Yunus Divanı vardı, masallar vardı ve bunlar içinde mesaj barındıran metinler. Ben istemesem de metin kendi kendine bu mesajı, gitmesi gereken yerlere gönderdi.HAYATIMDA HİÇ KISKANMADIM HEP BİR ŞEYLER VERMEK İSTEDİM- Sizin şiir üzerine ve diğer şairler üzerine yazılarınızdan oluşan kitaplarınız da var. Bizde dikkatimi çeken şey, her şair şiir için yazar, şiire dair konuşur, ancak diğer şairler hakkında pek yazmaz ve konuşmaz. Sanki bir kıskançlık söz konusudur. Oysa siz bunu yapmadınız, sevdiğiniz şairlerin şiirleri üzerine düşündüklerinizi yazdınız.- Bende öyle bir düşünce olmadı; gerek çekememezlik gerekse hiç bulaşmayım şeklinde düşünmedim. Sanırım ortamdan uzakta kaldığım için öyle kıskançlıklara kapılmadım ve hiçbir şair arkadaşımla yarışma durumu oluşmadı aramızda. Herkesin yakınıymışım gibi hissettim kendimi, çok sevdiğim dizeleri benimsedim ve çekinmeden yazdım. Tamamen öznel olan, beni ve benim düşüncelerimi yansıtan yazılardan oluşan bir kitaptır. Şiir hakkındaki düşüncelerimi de kaleme aldım, 'Şiiri Düzde Kuşatmak' kitabı da böyle çıktı. İnsan yaşamı her şeye değer ve şiir şairin yaşamının bir parçasıdır. Şiir yazarken her şey benim için ciddidir ve değinilmesi gerekir. Dünya görüşü de, doğa da, toplumsal olaylar da buna dahil. Hayatımda hiç kıskanmadım, ama hep bir şeyler vermek istedim, gücüm yettiğince yani şairliğim ölçüsünde.- Çok güzel bir dize gördüğünüzde kıskanmaz mısınız? Keşke bunu ben yazsaydım dediğiniz olmadı mı hiç?- Zaman zaman evet keşke bunu ben yazsaydım dediğim anlar oldu, fakat benim aklıma gelmiş olsaydı zaten yazardım. Daha sonra o mısrayı, dizeyi, öyle bir içselleştiriyorum ki sanki ben yazmışım gibi hissediyordum. Buna kıskançlık değil de hayran olma, çok beğenme denir. Ben pek çok dizeye hayran oldum ve bunları da çekinmeden ifade ettim. Ama benim yazdığım şiirler için de dediler bunu. Bir keresinde Behçet Necatigil, "Bu dizeyi bana ver bütün şiirlerimi sana vereyim" dedi. Bu elbette onun gerçek duygusu değildi ama beni öyle gönendirdi, öyle bir hız verdi ki, her zaman aynı samimiyetle, aynı duygularla işe koyuldum. Bu yaşadığım olay sayesinde benden genç olanlara bir nebze ışık tutabilecek işler yapmaya çalıştım. - "Ah, kimsenin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya" diye bir dizeniz var. Hala öyle mi düşünüyorsunuz, zamanla bir şey değişmedi mi?- Görünürde teknolojik olarak ilerleme var gibi görünüyor fakat moral, ruh ve vicdan olarak insanlar gerilediler. Birbirlerini sevmeyen insanlar çoğaldı, merhamet azaldı. Televizyonlarda mütemadiyen, yoksulluk, ölüm sunuluyor ve biz bunu
sinema izler gibi izleyip yanıbaşımızda olan olayları unutuyoruz. Daha sonra içselleştirip, bunlar bizim bir parçamızmış gibi davranıyoruz. - Kuşağınızda sizin dışınızda pek kadın şair yok. Şiir sanki erkeklerin tekelinde kalmış gibi. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?- Şiir bir birikim işidir, yalnız yetenek yetmez. Okuyacaksınız ve en önemlisi düşüneceksiniz, düşünme kapasitenizin geniş olması gerekir. Bunlara ilave etmek gerekirse ayrıntılarda saklı olanı seçebilen bir gözünüz ve bakacağınız yer olması gerekir. Ülkemizde kadınların bakabileceği yer çok kısıtlı. Dolayısıyla kısıtlı alana ne kadar iyi bakarsan bak kısıtlı ürün verirsin. Benim dönemimde bu saydığım alanlar oldukça sınırlı ve dardı. Şimdi öyle değil. Ama onlar da farklı alanlara yöneldiler. Gelir getirici işleri düşünüyorlar, bu erkekler için de böyle. Şiiri pek önemsemiyorlar. Şiirin gelir getiren bir yanı yok çünkü. Bir de yaşam biçimi belirliyor bazı şeyleri. Kadının eskiden beri sırtında iki yükü vardı. Hem evini çekip çevireceksin hem de dışarıda çalışacaksın. Böyle bir durumda şiirle uğraşmak zor tabii.- Siz de hem çalıştınız hem çocuk büyüttünüz ama şiirde de ısrarınızı sürdürdünüz.- Aslında nasıl yaptığımı bilemiyorum. Beş tane çocuk büyüttüm, kasabadan kasabaya tayinimiz oldu, avukatlık, öğretmenlik yaptım. Şiir de yazdım, ne bileyim, bahsettiğim birikim ve okumanın etkisi sanırım. Buna gereksemeyi de ekleyebilirim. Bende bu fazlasıyla vardı. Şimdiki ortamda o gereksemeyi azaltacak fazlaca etken var.- Bu yıl Tüyap Kitap Fuarı'nın Onur Yazarı olarak sizi seçtiler. Bu konudaki duygularınızı alabilir miyiz?- Tüyap fuar olarak kitap pazarını oluşturan bir kurum. Ancak bu pazarı oluştururken, yayıncıyı, okuru ve yazarı bir araya getiriyor. Bu sayede demoktratik bir ortam sağlıyor. Her fikirden okur, yayınevi, yazar bir arada bulunuyor. Tam bir Babil Kulesi görünümü sunuyor. Etkinliklerdeki ciddi tartışmalar, kültürel saptamalar, güzel sanatlara ait sunumlar çok önemli. Bütün bunları gerçekleştiren Tüyap'tan bu ödülü almak önemli ama fuar benim için daha önemli. Onur Yazarı seçildikten sonra çok fazla konuşma yaptım çeşitli gazetelere ve dergilere. İşin kötüsü hep kaçmışımdır böyle konuşmalardan. Beni dinlemenize gerek yok, şiirimle konuşun, onu okuyun derdim.Çocuklarımın beni önce anneolarak görmelerini istedimGündüz çocuklarıma analık yaptım, gece yazdım şiirlerimi. Kendi istedikleri alanda ne istiyorlarsa yapmalarını sağladım, çünkü şiir etkileyici bir şeydir. Beni anne olarak tanısınlar istedim, şair olarak değil. Çocuklarım benim için çok önemliydi. Onlara annelik yapabilmem için şairliğim onların önünde ikinci planda kalmalıydı ve bunu da başardım. TOPLUMCU ŞİİRİN GÜÇLÜ SESİTürk şiirinin önde gelen kadın şairlerinden biri olan Gülten Akın 23 Ocak 1933'te Yozgat'ta doğdu. 1956’da AÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1959’dan itibaren; Gevaş, Alurca, Gerze, Saray ilçelerinde ve Kahramanmaraş’ta avukatlık ve öğretmenlik mesleğini sürdürdü. 1972’de Ankara’ya yerleşti. Bir süre TDK Denetleme ve Tarama Kolu’nda çalıştı. Kültür Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğinde bulundu (1978-79), İnsan Hakları Derneği ve Dil Derneği gibi örgütlerin kuruluşunda yer aldı. PEN Yazarlar Derneği ve TYS üyesi. Ankara’da ve zaman zaman Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde yaşıyor.İlk şiiri “Çin Masalı” 1951’de Son
Haber gazetesinde çıktı. Hisar, Varlık, Türk Dili, Yeditepe, Mülkiye, Seçilmiş Hikâyeler dergilerinde yayımladğı şiirlerle adını duyurdu. En önemli yapıtı olarak gösterilen Kestim Kara Saçlarımı’da yasaklara, çağa ters düşen kalıplaşmış gelenek ve törelere, kadının tutsaklığına başkaldırıyı, toplumsal çelişkileri güçlü bir şiir diliyle ele aldı. Akın’ın şiirleri İngilizce, Almanca, Flamanca, Fransızca, Danca, İtalyanca, Bulgarca, Arapça, Lehçe, İspanyolca ve İbraniceye çevrildi. Yapıtları: Şiir: Rüzgâr Saati (1956); Kestim Kara Saçlarımı (1960); Sığda (1964); Kırmızı Karanfil (1971); Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı (1972); Ağıtlar ve Türküler (1976); Seyran Destanı (1979); Seyran (toplu şiirler) (1982); İlahiler (1983); Sevda Kalıcıdır (1991); Sonra İşte Yaşlandım (1995); Toplu Şiirler 1956-1991 (1996); Sessiz Arka Bahçeler (1998); Toplu Şiirler I: 1956-1976, (2000); Toplu Şiirler II: 1979-1998 (Toplu Şiirle: 1956-1991’in son iki kitabın eklenmesiyle genişletilmiş basımı), 2000; Uzak Bir Kıyıda (2003).Oyun: Toplu Oyunlar (1997), Anlatı: 42 Gün (1986).Deneme: Şiiri Düzde Kuşatmak (1983); Şiir Üzerine Notlar (1996).* Söyleşi, Hürriyet Gazetesi'nin Kitap Fuarı özel ekinden alınmıştır.
button