Ben şerefiyle oynanacak adam mıyım

Güncelleme Tarihi:

Ben şerefiyle oynanacak adam mıyım
Oluşturulma Tarihi: Ekim 02, 2002 01:48

Yılların gazetecisi Altan Öymen'in 'Bir Dönem Bir Çocuk' adlı anı kitabı Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Öymen'in anıları, sadece tipik bir Cumhuriyet panoraması olmakla kalmıyor, bugüne ilişkin kıyaslamalarıyla da dikkat çekiyor.

Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın bir cinayet davası sorgulaması sonrası intiharı da, dünle bugünün dünyayı kavrayış farkını göstermesi açısından son derece çarpıcı. Bu ilginç hadiseyi, Altan Öymen'in kaleminden aktarıyoruz.

Ankara'da tanınmış bir doktor vardı: Neşet Naci Arzan... Ekim ayında bir akşam vakti, Anafartalar Caddesi'ndeki muayenehanesinde öldürüldü (...)

Olaydan sonra ‘‘katil’’ olarak Reşit Mercan adında bir genç yakalanmıştı. Polise suçunu itiraf ettiği bildirilmişti. Ama bir süre sonra cinayete bir arkadaşının da katıldığı ortaya çıkmıştı. Mercan'ın silahı onun aracılığıyla temin ettiği anlaşılmıştı. O gencin adı Haşmet Orbay'dı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kazım Orbay'ın oğluydu (...)

Haşmet'in ona silah bulması ise ‘‘Reşit ondan kendisi için bir silah bulmasını rica etmiş. O da bunun korunma için olduğunu sanıp satın aldığı silahı vermiş. Reşit'in cinayet işleyeceğini nereden bilsin’’ diye izah edildi. Fakat mahkemedeki duruşma başlayınca birçok soru işareti ortaya çıktı.

GERÇEK KATİL ORBAY MI

Davaya, ölen doktorun çocuğu adına müdahil olarak ünlü avukat Hamit Şevket İnce katılıyordu (...) Hamit Şevket İnce, duruşmalar sırasında söz alarak, soruşturmanın Ankara Savcısı ve Valisince çarpıtılmak istendiğini ima ediyordu. Onun bu imaları ve tanıkların ifadeleri giderek şu iddianın somutlaşmasına yol açtı:

Gerçek katil Haşmet Orbay'dı. Reşit Mercan, Haşmet'in daha önce tanıdığı bir arkadaşıydı. Mütevazı bir ailenin çoğuğuydu. Babası ölmüştü. Haşmet'in işlediği cinayeti Reşit'in üstlenmesi için bir komplo kurulmuştu (...) Bu gelişme sırasında Ankara'daki Cumhuriyet Savcısı Kemal Bora ile Vali Nevzat Tandoğan'a yöneltilen suçlama, Reşit'e, -gerçeği söylemesini önlemek için- baskı yaptıklarıydı. Ankara Emniyet Müdürü, Reşit'in yakalanmasından sonra onu Valilik makamına götürmüştü. Vali onunla bir süre yalnız olarak görüşmüştü. Hamit Şevket İnce soruyordu: Sanıkların adli merciler yerine vali önüne çıkarılması diye bir usul var mıydı? Ayrıca Vali Tandoğan, Reşit Mercan'la neyi görüşmüştü?

Buna, Ankara Emniyet Müdürü bir cevap verdi. Nevzat Tandoğan'ın Ankara'da 18 yıldır valilik yaptığını, şehrin asayişiyle ilgili her önemli konuda Emniyet'ten ayrıntılı bilgiler aldığını, gerekli gördüğünde de sanıkları dinlemeyi görev saydığını belirtti.

BİR İKTİDAR SALLANINCA

Bu doğruydu. Tandoğan, evlerdeki en basit hırsızlık olaylarından kaçak inşaat girişimlerine kadar her türlü kanunsuzlukla yakından ilgilenirdi. Şehirde sarhoş dolaşanlara rastlarsa, onlara bile bizzat müdahale ederdi. (...) Tek parti döneminde 18 yıldır sürdürdüğü bu uygulamalara itiraz eden olmamıştı. Şimdiye kadar kimbilir kaç sanığı makamına getirip dinlemişti. Bunun mahkemede konu edilişi, ilk defa başına geliyordu.

Hamit Şevket İnce'nin hukuki girişimleri Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını etkilemedi. Karar, Ankara Savcısı Kemal Bora'nın talebine uygundu. Reşit Mercan cinayetten 20 yıl, Haşmet Orbay da katile tabanca sağlamaktan 1 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak bu karar kısa bir süre sonra Yargıtay'ca bozuldu. Dava yeri de değiştirildi. Reşit ile Haşmet artık Bolu'da yargılanacaklardı. O sırada Meclis'e verilen bir önerge, işe siyasi bir boyut kattı (...) İddia şuydu: Ankara Savcısı Kemal Bora, Yargıtay'ın bozduğu karara yol açan adli soruşturmanın ilk aşamasında Mercan'ın önce kız kardeşini, sonra annesini çağırmıştı. İkisinden birinin mahkemede ‘‘Ben Doktor Neşet Naci'nin metresiydim’’ diye ifade vermesini, ötekinin de bunu doğrulamasını istemişti. Böyle yaparlarsa Reşit, cinayeti bu yüzden işlemiş gibi yargılanacaktı. (...)

Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen bu iddiaları yalanladı. Fakat Bolu'da başlayan duruşmalar sırasında gerek Ankara Savcısı, gerek Ankara Valisi hakkındaki tüm iddialar tekrarlandı.

TANIK TANDOĞAN OLUNCA

Bolu Ağır Ceza Mahkemesi de ilgilileri tanık olarak çağırdı. O arada Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ı da.

Nevzat Tandoğan, çağırıldığı gün mahkemeye geldi. Uzun süre koridorda bekledikten sonra içeriye alındı. İçerde basın mensupları çoktu. Bazıları, gazetelerince İstanbul'dan, Ankara'dan gönderilmişti. Ankara Valisi'nin dinlenmesi, duruşmanın en fazla merak edilen bölümüydü. Herkes dikkat kesildi.

Mahkeme Başkanı da bu ilginin farkındaydı. Valiyi sorgulama şeklini ona göre ayarladı. Devir artık değişmişti. Karşısındaki zat, başkentin kıdemli valisi de olsa, mahkeme önündeki bir tanıktı. Sorularını abartılı derecede sert bir üslupla sordu (...)

Tandoğan yargıçtan, durumunu belirtip oturarak ifade verme izni istedi. Yargıç bu izni verince, hakkındaki iddialarla ilgili soruları, oturduğu yerden güç işitilir bir sesle yanıtladı. Reşit Mercan'la yalnız konuşmadığını, yanında Emniyet Müdürü'nün de bulunduğunu, daha çok Reşit'i dinlediğini, onu etkileyecek bir şey söylemediğini bildirdi.

İfadesi tamamlanıp Ankara'ya döndükten sonra ertesi sabah önce Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen'e telefon açtı. Bolu'da kendine yapılan ‘‘muamele’’den çok üzüntü duyduğunu belirtti. Telefonu kapattıktan sonra karısına, ‘‘Ben şerefiyle oynanacak adam mıyım?’’ diye sordu. Daha sonra da yatak odasına giderek tabancasını çekip intihar etti.

Haber, Ankara'da şok etkisi yaptı. Sadece Ankara'da değil, tüm Türkiye'de de. Bu, inanılmaz bir olaydı.

Nevzat Tandoğan, Cumhuriyet yönetiminin en güçlü idarecilerinden biriydi. Bir mahkeme tanıklığıyla ilgili üzüntüsü yüzünden kendini öldürecek kadar duygusallaşabileceği tahmin edilemezdi. Ama belli ki, o ‘‘güçlü adam’’ otoriter bir dönemden sorgulayıcı bir döneme geçiş sürecinde, kendisine yönelik muamele değişikliklerine alışamamıştı. Sinirleri yıpranmıştı. Bolu'daki yargıcın o abartmalı sorgulama üslubu bardağı taşıran damla olmuştu.

Meclis’te ‘psikopat’ krizi

İkinci Dünya Savaşı yıllarında yapılan maçlarda, hakemlere her türlü iltifatta bulunmak serbest olduğu halde, gol atan oyuncunun sevinmesinin, heyecanla havaya zıplamasının ya da yere yatmasının, bugünkü gibi takla atmasının yasak olduğunu biliyor muydunuz? Peki ya 1946 seçimlerinden sonra TBMM kürsüsünden çiçeği burnunda DP muhalefetini eleştiren Başbakan Recep Peker'in, Menderes'e 'psikopat' demesi üzerine yaşanılanları duymuş muydunuz? Psikopat kelimesini, iktidara ve muhalefete mensup milletvekillerinin büyük çoğunluğu tarafından ilk kez duyulmuştu duyulmasına ama 'her ihtimale karşı' gereken tepki de gösterilmişti vakit yitirilmeden. DP'liler topluca Meclis'i terk etmiş, terkederken de birbirlerine, 'Peker ne dedi yahu?' diye sormaktan kendilerini alamamışlardı.

Bütün bunları, 'Bir Dönem Bir Çocuk' kitabında yılların gazetecisi Altan Öymen anlatıyor. Öymen'in hatıraları, sadece tipik bir Cumhuriyet panoroması olmakla kalmıyor, bugüne ilişkin kıyaslamalarıyla da dikkat çekiyor. Bu kıyaslamanın, bir gazetecinin perspektifinden yapılması ise ayrı bir önem taşıyor kuşkusuz.

Kitap, sadece ironik anılardan müteşekkil değil elbette. Örsan Öymen'in, sonraki yıllarındaki içki düşkünlüğünün belki de ilk ipucunu veren küçük bir ayrıntı, insanın içine işliyor söz gelişi. Büyüklerin rakı içtiği bir masada, içileni merak eden altı yaşındaki Örsan, bardağı kaptığı gibi dikmiştir kafaya. Üstelik, konuklardan birisinin, 'Erkek adam, nasıl olsa içecek' sözü üzerine, ağabeyi Altan'ı da kıskandırmıştır.

‘‘Bu memlekete komünizm gerekirse onu da biz getiririz’’ sözleriyle ünlü Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın intiharı ise tarihsel bir ibret levhası olarak çıkıyor karşımıza.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!