Güncelleme Tarihi:
Kimimizi parası, prestiji, çocuğu çekiyor. Kimimiz toplumsal bir baskı olduğu için ‘evet’ diyoruz evliliğe. Hepimizin ortak isteği bir aslında: Mutlu olmak. Ancak ‘Kırk gün kırk gece’yi aratmayan şatafatlı düğünler bile bir süre sonra yerini hüzne bırakabiliyor. Birlikte yaşamaktan doğan sorunlar, birlikteliğin sonu oluveriyor. Cesur olanlar tek celsede boşanıyor ama ya bu sona katlanamayanlar... Türkiye'de evlilikler nereye gidiyor? Neden evleniyoruz, evlendikten sonra neden mutlu olamıyoruz? Beş uzman, biraraya gelip sorguladıkları Türk evliliklerinde bu sorulara yanıt aradılar. Mutsuzluğumuzu ‘ben’ olmadan ‘biz’ olmamıza bağlayan uzmanlar, Türkiye'de aileden bağımsız yetişkin iki bireyin evliliğine rastlamadılar. Bu yazıyı okuduğunuzda ataerkil diye bildiğiniz toplumun gerçekte ‘anaerkil’ olduğu tespitinden tartışmanın evliliğin uyumu için gerekli olduğu sonucuna kadar birçok düşündürücü sonuçla karşı karşıya kalacaksınız. Yeni evlenecekler de kendileri için ipuçları bulacaklar.
Tolstoy, neredeyse yarım yüzyıl evli kaldığı, her işiyle uğraşan ve ona bir düzine çocuk veren karısı Sofia'dan 82 yaşındayken kaçtı. O'nu kendisini zindana atan bir gardiyan olmakla suçlayarak... Sokrates ise ‘‘Evlenin, evlenin. İyi bir eş bulursanız mutlu olursunuz; bulamazsanız filozof olursunuz’’ diyerek destek (!) verdi evlilik kurumuna.
Aslında hepimiz Sokrates'in dediği gibi filozof, Tolstoy'un suçladığı gibi gardiyan olmaya adayız. Herkes mutlu olmak için evleniyor ama şartlar bazen kişiye aradığı mutluluğu veremiyor.
Türkiye'de evlilikler nereye gidiyor? Neden evleniyoruz, evlendikten sonra neden mutlu olamıyoruz? Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığı'ndan Tabip Kıdemli Albay Prof.Dr. Ünsal Söylemezoğlu, Deniz Tabip Yüzbaşı Dr. Yıldıray Ermiş ve sosyal hizmet uzmanı Gülnur Cesur ile Kara Harp Okulu'ndan Öğretmen Yarbay Doç.Dr. Ramazan Aktaş ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu'ndan Doç. Dr. Aliye Aktaş biraraya gelip sorguladıkları Türk evliliklerinde bu sorulara yanıt aradılar. Aldıkları yanıtları tecrübeleriyle yoğurup Hürriyet'e anlattılar:
Söze Prof.Dr. Söylemezoğlu başlıyor:
‘‘Bana göre bir insan olmak zor. İki insanın birlikteliği çok daha zor. İkiden fazla insanın ilişkisi ise arapsaçı. Yirmi senelik meslek hayatımda, Türkiye'de sağlıklı bireyselleşmiş iki evli insan görmedim. Akşam eve gidiyorum. Karım: ‘Annen bana böyle davrandı, annen bana bunu dedi.' Yahu annemden bana ne. Senin benimle bir sorunun var mı? Senin sorunun annemle. Buyur git annemle çöz. Bu üçlü ilişkiyi ikiye düşürmek istiyoruz. Ama bunu Türkiye'de yapamıyoruz. Çünkü bireyselleşme oluşamıyor.’’
Ankara’da 500 kişilik bir örneklem üzerinde yapılan araştırma, Türk toplumunun aslında bilindiği gibi ataerkil değil, ‘anaerkil’ olduğu saptamasını ortaya koyuyor. Çünkü aileler, özellikle anneler, evlendikten sonra bile çocuğunu korumayı kendilerine görev ediniyorlar. Dolayısıyla çocuklar bireyselleşemiyorlar. Oysa ‘erkek toplum’ olan Amerika'da çocuklar 17-18 yaşından sonra bireyselleşmeleri için serbest bırakılıyorlar. Türkiye'de ise 18-22 yaşına kadar kurulan dengenin ne olduğu belirsiz. Bir kişi kendi dengesini bilmeden, 20-22 yaşında kurulmuş bir başka dengenin içine girdiği an kaoslar başlıyor. Kişi ‘Ben kimim’’ sorusuna net cevap veremeden pat diye ‘Biz’le karşılaştığı, bir anlamda karşısındakini yeterince tanımadan evlendiği için problemler çıkıyor.
Söylemezoğlu bunu yaşadığı bir örnekle açıklıyor:
‘‘Kadın oturdu karşıma. Bezgin, karamsar, dünya üstüne yıkılmış. On aylık evli. Sınıf arkadaşlarıyla yemekte toplanıyorlar. Biraz sonra Ankara havası çalıyor. Kocası da kalkıp çiftetelli oynuyor. Kadının algılayışı: ‘Rezil etti beni, kalktı orada göbek attı, toplum içine çıkamıyorum.' Burada sorun nerede? İlişkide mi, kadında mı, erkekte mi? Bunu anlamak lazım.’’
PARTNERİ BOYUYORUZ
Söylemezoğlu, ilişkiyi denize benzetiyor: ‘‘Uzaktan bakıldığında pırıl pırıl olan denizin, yakınlaştıkça dalgaları belirginleşiyor. Derine inildikçe de çalılıklar, karanlıklar, korkular çıkmaya başlıyor. Tıpkı ilişkideki gibi; yakınlaştıkça zorlaşıyor.’’
O’na göre ilişkiye başladığımız zaman psikolojik olarak karşımızdaki insanın beğenmediğimiz yanlarını boyuyoruz. İyi, güzel yanlarını seçici olarak algılıyor ve o insanı yüceltiyoruz. Bağlılık arttıkça sahiplenme de artıyor. O'nu kendimize ait bir birey olarak görmeye başladığımız an ise; birlikteliğin başından itibaren yaşadığımız paylaşmada ‘hayır’lar çıkmaya başlıyor. Paylaşma hızlı hızlı sürerken, taraflardan birinin ilgisi durunca, enerji ‘farklı sevgi tepecikleri’nde harcanıyor. Bunu ‘‘Beni niye bırakıyorsun, amma çok işinle uğraştın, senin bu arkadaşlarından bıktım, benimle artık ilgilenmiyorsun’’ yakınmaları takip ediyor.
Tartışmaların tamanına yakını işte bu ‘farklı sevgi tepecikleri’nden çıkıyor. Çünkü ‘Senin annen’ diye başlayan tartışmalara ‘diğerinin babası’ girince tartışma içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Ancak araştırmaya göre evlilikte uyumu artırmak için bir miktar tartışma yararlı ve gerekli çünkü eşler ancak tartıştıkları zaman bireyselliklerini farkedebiliyorlar.
Sonuçta evliliklerde belli sınırlar olması gerektiği konusunda birleşiliyor. Çünkü ‘‘Kimse kimsenin uzantısı değil ve kimse eşi gibi olmak zorunda değil.’’ Söylemezoğlu'ndan bunun için de ilginç bir örnek geliyor:
‘‘35 yaşlarında ciddi bir adam, cin gibi bir zekası var. Birgün elinde torbalarla geldi. ‘Biliyor musunuz şimdi evden geliyorum. Buraya gelmeden önce duvardaki bütün tabloları indirdim' dedi. Ardından ‘Şimdi gidince ne yapacağım biliyor musunuz' diye sordu. Şaşırdım. ‘Ne yapacaksınız' dedim. Bir rulo çıkarttı torbanın içinden. Ruloda ‘Ben senin babanın oğlu değilim' yazıyor. İkinci ruloyu çıkarttı, ‘Sen benim babamın kızı değilsin'. 68 tane rulo var. ‘‘Bunları evin heryerine asacağım, bana böyle davrandığı zaman göstereceğim Ona ‘sen de bana göster' diyeceğim’’ dedi. Baktım bazıları naylon kaplı: ‘Onlar banyo için' dedi.’’
Eşim cevap versin
Dört yıllık bir çalışmanın ürünü olan araştırmayı, Doç.Dr. Aliye Mavili Aktaş anlattı:
‘‘Devlet İstatistik Enstitüsü'nden alınan bir örneklem üzerinde çalıştık. Az gelişmiş, ekonomik düzeyi düşük, orta ve yüksek bölgelerden temsili örneklem seçtik. Bu örneklem üzerinde uygulamayı anketörler aracılığıyla her bir adrese tek tek giderek, karı-kocaya aynı anda envanter uyguladık. Türkiye'de bu tür araştırmaları yapmak çok zor. Çünkü evliliğin mahrem boyutu hala önemini koruyor. Özellikle kadınlar, bazı sorulara cevap vermekten çok çekindiler. Birinci neden; muhtemelen sürdürdükleri dengenin devamını istemeleriydi. İkinci neden; bu sorular onların çok öznel alanıyla ilgili, hiç düşünmedikleri şeyleri araştırıyordu. Kadınlardan kendi sorularına ‘buna eşim yanıt versin' diyenler bile oldu. Türkiye'de bugüne kadar sosyal bilimde hiç kullanılmamış bir analiz kullandık. Temel varsayımımız Türkiye'de sağlıklı aileyi sağlıksız aileden ayırt etmek. Bunu Ankara'da yaptık. Türkiye genelinde başarmak istiyoruz. Uygulama gerekli maddi desteği görürse devam edecek.’’
En büyük sorun para!
Araştırmaya göre evlilikte en önemli çatışma alanları parasal anlaşmazlıklar, çocuklar, boş zaman etkinlikleri, kişilik, kayınpeder- kayınvalide sorunları, roller, dinsel politik görüşler ve seks olarak sıralanıyor. Bir başka araştırmada ise bu alanlara iletişim yokluğu, sürekli tartışma, giderilmemiş duygusal gereksinmeler, sadakatsizlik, otoriter eş, şüpheci eş, alkolizm ve fiziksel saldırı ekleniyor.