Güncelleme Tarihi:
PKK Lideri, son zamanlarda çok konuşuyor, bunalımlarını yansıtıyordu.
PKK lideri Abdullah Öcalan, son dönemde yaptığı açıklamalarda bunalımlarını yansıttı; kişiliğindeki zaafı, Kürtler hakkında düşündüklerini, kendisine nasıl baktığını anlattı. İşte Öcalan'ın ‘‘ilginç’’ görüşlerinden bazıları...
Hep dışarıda olan, hapis yatmayan, silahla dağda dolaşmayan biri olarak tanıtılıyorum. Ancak, boş yere hapse girmek doğru değil. Bugüne kadar tek mermi sıkmadım. Belki de korkağın biriyim.
Acıklı sonumu kendime de soruyorum. Kendimi çok iyi koruyorum. Ama insan fanidir, zaafları da vardır. Kişiyi bu kadar yüceltmek bana da zarar veriyor. Tehlikeyi aşmak için tarihte kalıcı işler yapmalıyım diye düşünüyorum.
Kürt olayı, kişiliği parçalanmıştır. Pek ne yapacağı belli olmaz. Ben ilah değilim. Lenin'e Hz. Muhammed'e, Hz. İsa'ya bile ihanet edenler çoktur. Kürtler birbirlerinin kıymetini bilemiyorlar, bireycilik aşılamıyor. Kürtler, kirletilmiş bir toplumdur.
PKK'da sürdürdüğüm savaşın yüzde 90'ı örgütün içinde, kalanı dağdadır. Kürtler, özüne ters düşürülmüş, haini en bol halktır. Bu ihanet iliklerine kadar işlemiştir.
TİYATROCU GİBİYİM
Savaşı, Türk Ordusu gibi dünyanın en disiplinli ordusu karşısında sürdürüyoruz. Bu nasıl sürdürülüyor diye kimse merak etmiyor. Benim de zaaflarım, ayıplarım vardır. Bizim aydınlarımız neden benim kişiliğimi, yaptıklarımızı araştırıp Kürtlerin tarihini yazmıyor? Yarın Genelkurmay Kürtler'in tarihini yazarsa bu ayıp bize yeter.
Bazı faaliyetlerim var. Şu anda kendimi büyük olay haline getirmişim. Bazı şeylere dünya çapında kafa tutuyorum. Sonu nasıl gelecek, ben de büyük bir heyecanla bekleyip duruyorum. Fakat kesin durmayacağım. Yani öyle ölüme ucuz durmakmış, basit bir sonla kendini sonlandırmakmış -ki, mümkün değil- öyle müthiş bir örgütlülüğü yaratıyorum ki, zaten benim büyük korkularım vardı. Onlara karşı aslında kendimi örgütlüyorum.
Son dönemde hareketimdeki sanatsal yön, giderek öne çıkmaktadır. Bu kadar milletin bir tiyatro, sinemayı seyreder gibi beni seyretmesini bu özellikle de izah edebilirsiniz.
Dilim hem romana doğru gidiyor, hem şiirleşiyor. Hitap çok güçlü, etkileyici. Aslında bunu arzu eden ben değilim. Böyle bir yeteneğim de yoktur. Ama olgular, olaylar geliştikçe kendimi tutamıyorum.
ANNEM EKMEK VERMİYORDU
İlk kavgamı anneme karşı verdim. Acıktığım halde bana ekmek vermiyordu. Sakladığı ekmeği arıyor, bulup yediğimde beni dövüyordu. Böyle ana mı olur? Hayvanlar bile karınlarını doyurabilirken ben karnımı doyuramıyordum. İstediğim gibi dolaşmak, arkadaşımı belirlemek istedim. Tutarlı yol izlediğime inandığım için düşmanımı araştırmaya, neden aşiretçilik biçiminde parçalandığımızı öğrenmeye yöneldim. Özgürlük arayışım böyle başladı. Çocukluk özlemlerime sürekli baskı kurulmak istendi. Bu özlemlerime boyun eğmediysem bu insanlığın doğal gereğidir. Annemle olan ekmek kavgam sosyalizme, ülke kavgasına dönüştü. Arkadaşlarımı seçme özgürlüğümün engellenmesi örgütü kurmamla sonuçlandı. Dağlarda özgürce dolaşma isteğimin engellenmesi, dağların özgürlüğü arayan silahlı binlerce gerilla ile dolmasına neden oldu.
Kürtler küçük hesaplar peşinde. Birbirimizin kıymetini bilemiyoruz. Kürtler'den birine ilgi gösteriyorsun seni tanrı, kendisini peygamber yerine koyuyor. Hiç ilgi göstermesen beş meteliklik değeri olmadığını sanıyor. İlgi göstersen bir türlü, göstermesen bir türlü. Ufak eleştiri yapıyorum, kızıyorsunuz, biraz daha yürüsek diktatörlük edebiyatı başlıyor. Cezalandırmıyoruz 'Neden' deniyor. Siz söyleyin ne yapayım?
Sık sık analara babalara şunu söylüyorum; siz çocukların üzerine çok üşüşüyor ve ikide bir sevme gösterisi yapıyorsunuz. Bunu ikiyüzlülük olarak görüyorum. Onların geleceği o kadar karanlık, onlara bir şey veremeyecek durumdasınız ki, ucuz bir sevgi nedeniyle ikide bir kucağınıza alıp, put gibi tapınmaktan başka bir şey elinizden gelmiyor.
Ağustos 1998’de dedikleri
1978 yılında ‘‘Bağımsız Kürt devleti’’ hedefi ile yola çıkan Öcalan, geçen süre içerisinde bunun imkansız olduğunu görünce çark etti. 28 Ağustos 1998 tarihinde Med TV'deki telekonferans yöntemi ile yaptığı ve ateşkes ilan ettiği konuşmasında Öcalan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı olmadıklarını vurguladı, şu ilginç değerlendirmelerde bulundu:
Türkiye'deki mevcut hukuka, demokrasiye saygılıyız. Laikliğin büyük darbe almasından bahsediliyor. Bizim üzerimize gelinirken, helikopterlerden Kuran surelerini, ayetleri biz dağıtmadık. Yüzbinlerce çocuğu Kuran kurslarına biz çekmedik. Mafya çetelerine biz yol açmadık. Türkiye'de özgürlük adına bir şey yok.
Benim gibi sapına kadar Türkiyeli olan birini düşman ilan etmek haksızlıktır.
Ateşkes kararımız güncel taktik olarak değerlendirilmemeli. Biz Türkiye için ne bölücü bir kuvvetiz, ne bütünlüğü zedeliyoruz, ne de hükümranlığını bozuyoruz. Şiddetin her türlüsüne karşıyız. Hiç bir asker cenazesinden mutluluk duymuyoruz.
Sağlam temelli bir bina kurulacaksa burada büyük emeği geçen Kürtler de oturmalı. Kürtler'in kapıcılığı sona erdirilmeli. Devlet demokratikleşecekse Kürtler'in kapıcılık statüsüne son verilmelidir.
Siyasi süreci başlatmak için adım atıyoruz. Şu anda çözümü tartışmıyoruz. Katı bir milliyetçilik içinde değiliz. Bu kararımızın zamanlaması önemlidir.
Kürtler, haini bol bir halktır. Bunu yaratanlar utanmalıdır. Kıl çadırdaki ile otel sahibi Kürtler arasında ciddi farklar var. Türkleşmiş veya kendisini Kürtlük'ten koparatak statü elde etmiş Demirel'in deyimi ile 200 Kürt milletvekili var. 20 milyon Kürt için neden bir yasa tasarısı sunmuyorlar. Kültürel, siyasi, ekonomik düzenlemeler yapmıyorlar. O Kürtler çok farklıdırlar.
Dikmen'den Bekaa'ya Bekaa'dan Roma'ya
Türkiye'deki çeşitli sol örgütler içinde ateşli tartışmaların yaşandığı günlerde Ankara Yüksek Öğrenim derneği bünyesinde faaliyet gösteren Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Abdullah Öcalan, toplantılarda alışılmamış saldırgan üslubu ile dikkat çekmeye başlamıştı. Çevresinde fazla ilgi görmeyince bir grup arkadaşıyla önce Dikmen'de apartman dairesinde bir araya gelen Abdullah Öcalan, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde PKK'yı kurduğunda onu ciddiye alanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu.
PKK'nın bu çekirdek kadrosunda: Abdullah Öcalan (Ali Fırat), Kesire Öcalan (Apo'nun eşi), Hayri Durmuş, Cemil Bayık, Baki Karaer, Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan, Ali Gürbüz (Gözlüklü Ali), Resul Altıok, Sakine Polat, Seyfettin Zuğurlu, Suphi Karakoç, Mehmet Şener, Ferzande Tağaç, Mehmet Duran, Karslı Abbas, Antepli Faruk, Şahin Dönmez, Mazlum Doğan, Hüseyin Tokgüler yer aldı. Toplantıda PKK'nın yürütme organına Abdullah Öcalan, Şahin Dönmez ve Mehmet Sarasungur getirildi. Önceleri 3-5 kişilik olan grupların sayısı giderek arttı, terörist gruplar bölge halkını sindirerek bir çok yerleşim biriminde etkili oldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 tarihinde yönetime el koyması ile birlikte o tarihe kadar köy baskını, adam kaçırma, yaralama, bombalama eylemlerine katılan ve Kürt örgütlerden KUK'a kan davası ilan eden PKK, tümüyle yeraltına inmeye karar verdi. Terör olaylarının ikinci perdesini 15 Ağustos 1984 gecesi açtı. Aynı anda Hakkâri'nin Şemdinli ile Siirt'in Eruh ilçelerinin basılmasına karar verdi. Eylemlerinin dozunu her geçen gün arttıran PKK, o günden sonra pek çok katliam gerçekleştirdi.
Avrupa'daki Kürtler'i adeta haraca başlayan PKK'nın giderek tehlikeli olması üzerine Almanya başta olmak üzere bir çok ülke harekete geçerek örgütü yasakladı. PKK'da örgütün kurulduğu ilk günden itibaren yer alan bir çok isim zaman içerisinde kopmaya başladı. Öcalan, kendisine yakın bir çok ismi de ‘‘Ajan’’ veya ‘‘Hain’’ olduğu gerekçesiyle kurşuna dizdirdi.