Güncelleme Tarihi:
Doğduğundan beri Adana’da yaşayan 47 yaşındaki Nezire Nilgün Pepedil, ’türban imtiyazı’na ilişkin yaşadığı bir olayı yazıyor:
"Düne kadar tekrar dünyaya gelsem ne baÅŸka bir ülkede, ne de baÅŸka bir ÅŸehirde yaÅŸamak isterdim. 2 kız annesiyim, birisi mühendis, ötekisi doktor. Ekonomik sıkıntılarla dolu üniversite yılları henüz geride kaldı ve ikisi de ÅŸimdi kendi hayatlarını kazanıyor. Anlayacağınız düne kadar çocuklarımın yarınları için endiÅŸelenmeyi geride bırakmış, keyifle torunlarımı seveceÄŸim günleri bekliyordum.                    Â
Son zamanlarda güzel memleketimde yaşanan sevimsiz olaylar elbette üzüyordu beni, ancak dün (önceki gün) olanlar sert bir tokat gibiydi, üzmekten çok öte canımı acıtan... Adana’da belediyeye bağlı toplu taşıma araçları olan otobüslere binmek için manyetik kartlar kullanılıyor. Bu kartlara şehrin çeşitli yerlerdeki sabit noktalarda bulunan bayilerden istediğiniz miktarda para yüklüyorsunuz ve otobüse bindiğinizde kartı manyetik okuyucuya gösterdiğinizde biniş ücreti karttan düşülüyor. Her biniş için ne kadar ücret kesileceği, binilen otobüsün şoförü tarafından tek bir düğmeye basmak suretiyle değiştirilebiliyor. Dün (önceki) otobüse binerken ben de herkes gibi manyetik kartımı okuyucuya tuttum ve ekranda biniş ücreti olarak 75 kuruşun kartımdan düşüldüğünü okudum. Hemen arkamdan otobüse binen türbanlı bayan kartını okuttuğunda ekranda 60 kuruş göründü, birkaç durak sonra otobüse binen türbanlı bir diğer vatandaş şoförle işaretleşti ve manyetik okuyucuya kart göstermeden araca bindi. Bunun üzerine şoföre, biniş ücretlerini neye göre belirlediğini sorma gafletinde bulundum ve cevabı sert bir tokat gibi indi suratıma:
’Benim inisiyatifime kalmış, canım isterse öğrenci alırım ya da hiç almam, sıkmabaşlardan (şoförün kullandığı tabir tam olarak buydu) ücret almam.’
Donup kalmıştım, sinirden titriyordum, gideceğim yere varmadan otobüsten indim. Ne yapabilir, kimi kime şikayet edebilirdim? Modern bir Türk kadını olarak sıkmabaş olmayan ben ne yapabilirdim? Çaresizlik içinde yazıyorum size... Yarının bugünden daha karanlık olmasından korkuyorum... Çığlıklarımızı duymazdan gelenlerden korkuyorum... Kaleminizin sesimiz olması dileği ile yazıyorum size..."
Çuvaldan sonra kafasına türban geçirilen Türkiye
BATILI emperyalist beyaz adam, akşam oturup TV kanallarını zaplarken; Filistin, Irak, Pakistan ve Afganistan sokaklarında gördüğü, yalınayak, başı kabak, pejmürde kıyafetli, donuk bakışlı insan manzaralarını Türkiye’de de görmek istiyor. Çünkü onlar efendi-köle ilişkisini tercih ediyor. "Nasıl olur da bir Müslüman ülkesinin insanı benimle aynı görüntüde olabilir" diye düşünüp çıldırıyor. Oysa benim tercihim; "Amerikan İslam’ına göre dizayn edilmiş ve kafasına Amerikan çuvalı (yani türban) geçirilmiş bir Türkiye’dir" diyor. O yüzden, ona bu imkánı sunacak olan, mevcut iktidarı çok ama çok seviyor. İşte bu nedenle mevcut iktidar, Türkiye haricinde herkesin iktidarıdır maalesef!..
Hasan MUHTAR
Rakıdan sonra sigaramız da ’Amerikalı’ oldu
TEKEL’in özelleştirilmesi üzerine bazı meslektaşlarımız yazılar yazıyorlar; ancak olayın geçmişini takip etmedikleri, derinliğini bilmedikleri için boşlukta kalıyorlar. Olayın bir tarafından tutup nokta atışı yapıyorlar. Keşke, geçen ve bu dönemki Meclis’te sizler neler yaptınız diye CHP’li vekiller Atilla Kart’ın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kemal Kumkumoğlu’nun, Tekel’in 2. el makineleri ile ilgili olarak Meclis’teki konuşmalarına, soru önergelerine, komisyondaki tartışmalarına baksalardı. En önemlisi de bizim sayıları 36’yı bulan yazılarımıza bir baksalardı. Usulsüzlük ve yolsuzlukla ilgili olarak 10 Tekel yöneticisine ayrı ayrı 43.8 milyon YTL idari para cezasının kesildiğini unutmasalardı...
Kim ne derse desin, 1.7 milyar dolarlık fiyat fahiş bir fiyat değil ama iyi bir fiyat. İyi ki Doğan Grubu katıldı da bu bedel bulundu. Yoksa iki üç profesyonel arasında 700-800 milyon dolara gidecekti Tekel’in sigara bölümü... İçki bölümünü (Rakı) 298 milyon dolara alanların bunu bir süre sonra Amerikalılara 890 milyon dolara nasıl sattıkları da ayrıca düşünülmelidir.
Sigara Türkiye’de tekel olmaktan çoktan çıktı. Artık tek oyuncu yok; sınırlı sayıda oyuncular var. Buna oligopol deniyor. Petrolde de, beyaz eşyada da bu böyle. Bu piyasalarda artık hem rekabet var, hem de denetim... Ancak olan bizim üretimimize oldu... Tütün üretiminden 300 bin aile ekmek yiyordu; ama Amerika’nın oyunlarına karşı yenik düştük. İçinde oryantal Türk tütünü bulunan Camel sigarasının tadı unutturuldu. Dünyada hemen tüm sigaraların içine Türk tütünü konuyordu; tadı nedeniyle.Ünlü Camel’de bu oran % 20’lerden % 8’lere, 4’lere kadar düşürüldü. ’Evlenme ajanı’ olmaktan çıkarıldı Türk tütünü... Tekel’le ilgili çok haberi hüzünle okuyacağız. Birçok arkadaşımız sigaraya eyvallah diyor. Hürriyet’in binasında dünden itibaren sigara yasağı alan yöneticilere teşekkür etmek gerekiyor.
Acaba ’tarikat mensubu’ ve Doğu kökenli mi olsaydım
HÜKÜMETİMİZİN başındakiler, sık sık neden üniversitelerimiz yayın üretemiyor veya ilk 500’e giremiyor gibi serzenişlerde bulunuyorlar. Ancak üniversitelerin altı oyuluyor. Ben 3.5 yıldır Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Yardımcı Doçent olarak çalışıyorum. Bu süre içinde 25 tane SCI (uluslararası indeks) yayın yaptım ve ikinci bir uzmanlık aldım. Tüm Türk üniversiteleri içinde bu sürede en fazla yayın yapanlar arasındayım. Yaptığım iç hastalıkları uzmanlığı üzerine ikinci bir uzmanlık olarak romatoloji yaptım. Ancak, Sağlık Bakanlığı beni üniversitemden alıp devlet hastanesine doktor olarak atıyor. Ne yayınlarımın, ne ayrıldığım takdirde eğitim alamayacak olan tıp fakültesi öğrencilerinin hiçbir önemi yok. Beni, üniversiteleri cezalandırma uğruna üniversitemden koparıyorlar. Sağlık Bakanlığı’ndaki yetkililerle görüşmeye çalıştım. Hepsi bana hak veriyor, ama ne yapalım bakan böyle direktif verdi diyorlar.
Ben devlet hastanesi ya da özel hastanede çalışarak şimdi kazandığımın 4-5 katı kazanmak değil, bilim üretmek istiyorum. İki uzmanlık yapmış ve kısa sürede çok sayıda yayına imza atmış biri olarak ödüllendirilmek yerine cezalandırılıyorum. Bu olay benim şahsımdan ziyade mevcut olduğum üniversiteye gözdağı verme niteliğindedir. Aynı durumda olan bazı kişiler başka üniversitelere atamasını yaptırdı. Devletin kurumlarında iş görebilmek için ya ’tarikat mensubu’ ya da ’Doğu kökenli’ olmak mı lazım? Benim bu devlete güvenim sarsıldı. Sadece işini iyi yapan ve akademisyenliğinin elinden alınmasına karşı çıkan bana sesimi duyurmam ve bu yanlışın düzeltilmesi konusunda yardımcı olunuz. Aklı başında ve sorunun çözümünde bana yardımcı olacak bir muhatap bulamıyorum.
(Ancak konu son anda müdahale eden rektörümüz vasıtasıyla çözümlenirse, her iki taraf gibi ben de mutlu olurum.)
Yrd. Doç. Dr. Timuçin
KAŞİFOĞLU-ESOGÜ Tıp Fakültesi
Â