Oluşturulma Tarihi: Ekim 07, 2005 00:00
GEÇEN salı günü Malatya’da üniversitede açılan İnönü Müzesi’ni geziyoruz.Müzede İnönü’ye ait çeşitli eşyalar var.Bunların çoğu, İnönü Pembe Köşk’teki müzesinden verilmiş.* * *Bu şahsi eşyaların markalarına baktım.Binici kıyafetinin ceketinin arkasında Paris’teki bir mağazanın adı yazılıydı: ‘Raglena’.Adresi de 12, Rue d’Anglas’tı.Gri, beyaz çizgili gömleği ise ‘Prince of Wales’ markası taşıyordu.Beyaz smokin gömleği ise Beyoğlu’nun ünlü mağazası ‘Pmartino’dandı.Bir sigara ağızlığı takımı vardı.Onun üzerindeki yazıya da baktım, tanıdık bir markaydı.‘Dunhill...’Hayatının çeşitli dönemlerinde kullandığı üç dolmakalem dikkatimi çekti.İkisinin ne marka olduğunu çıkaramadım; ama biri ‘Schaeffer’di.
Atatürk’ün Anıtkabir’de sergilenen şahsi eşyaları da böyleydi.O da dönemin önemli markalarını kullanmıştı.* * *Geçen hafta ‘Hürriyet Pazar’da müthiş bir
haber vardı.Atatürk, ölümünden önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üniforma ve apoletlerini, dünyanın en önemli ilk modacılarından olan Coco Chanel’e yaptırmış.Chanel deyince, bugün bile aklımıza, ünlü klasik döpiyesi, yani kadın modası geliyor.Bir lider düşünün ki, Türkiye gibi ‘erkek egemen’ imajına sahip bir ülkede, adını kadınla eşanlamı kılmış bir modacıya askerinin üniformasını tasarlatıyor.* * *Bunları Atatürk ve İnönü’nün ‘ne kadar moda düşkünü’ olduğunu anlatmak için yazmıyorum. Bu ülkede ‘ulusalcılığın’ iki büyük kahramanının ‘zihniyet’ ve ‘vizyonu’ hakkında fikir vermeyi arzuluyorum.Bu zihniyet ve vizyonun tek istikameti vardır.O da Batı medeniyetidir.Bu hafta içinde ikinci defa şunun altını çizmeyi istiyorum:Avrupa Birliği üyeliği ile ‘ulusalcı’ denilen duruş, aslında birbiriyle çelişmiyor.Tam aksine, önceki gün başladığımız müzakere sürecine asıl gücünü ve özelliğini de işte bu iki duruşun sinerjisi verecektir.Bekir Coşkun’un dünkü yazısını okudunuz mu?Yazının başlığı şöyleydi:‘Avrupalı oldunuz.’Girişinde ise şu cümleler vardı:‘Madem Avrupalı oldunuz, onun gereğini yapmanız gerekiyor.Sıra sizde...’Çok doğru bir saptama. Bekir Coşkun gerçekten çok önemli bir noktaya parmak basmış. Gerçekten şimdi sıra bizlerde.Türkiye’de Cumhuriyet’le başlayan, Menderes ve Demirel, Özal, Çiller, Yılmaz ve Ecevit’le devam eden birinci süreçte, siyasi kadrolar üzerlerine düşeni, şu veya bu ölçüde yerine getirdiler.Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisi de kendilerinden beklemediğimiz bir kararlılık ve cesaretle müzakerelerin başlamasını sağladılar.* * *Ama hepimiz şunu bilmeliyiz:Avrupa Birliği’ne üyelik, sadece siyasetçilerin başarabileceği bir şey değildir.Bu sürece asıl gücünü verecek olan, halk yani bizleriz.Bekir Coşkun bazı davranış kurallarını yazmış.Diyor ki, ‘Artık, okuldan çok cami yaptırmayacaksınız.’‘Yerlere tükürmeyeceksiniz.’‘Kuluçka gibi çocuk yapmayacaksınız.’‘Görgüsüzlük bitecek.’‘Otomobiller kaldırımlara park edilmeyecek.’‘Kıyılar yağmalanmayacak, peşkeş çekilmeyecek.’Bütün bunları alt alta yazarsanız ortaya ne çıkıyor?Gerçek anlamda Avrupalılığı isteyen insanların kriterleri.Yani Bekir Coşkun kriterleri.‘Nejat Bey, Zeynep Hanım kriterleri.’Yani halk kriterleri.* * *Demek ki Kopenhag kriterleri, Maastricht ilkeleri kadar önemli başka kriterler de var.Bunları yerine getirmeye hazır mıyız?‘Tam üyelik ne zaman’ diye soranlar, önce bunun cevabını vermeliler.(*) Bekir Coşkun dünkü yazımda onu ‘AB karşıtı gösterdiğimi’ yazmış. Yazımda hiç öyle bir şey yoktu. Öyle olmadığını da çok iyi biliyorum. Ben sadece Hürriyet’teki farklı düşüncedeki yazarlardan örnek vermek için onun adından da söz ettim.
button