Güncelleme Tarihi:
Bekareti korumaya dayalı futbol
Serdar DEVRİM, Referans, 11 Temmuz 2004
Kendi hatamızdan dolayı seyretmekle yetindiğimiz Euro 2004 münasebetiyle, geçen hafta futbol konuşuldu. Ben de size, bu hafta futboldan ve Avrupa Kupası’ndan bahseden ama “felsefî” bir yazı seçtim. Hepimizin çok iyi tanıdığı, sık sık Türkiye’ye gelen ve bizi zaman zaman sinirlendirecek kadar “açık yüreklilikle” eleştirip destekleyen, Avrupa Parlamentosu Yeşil Milletvekili Daniel Cohn-Bendit’in bir yorum-yazısı. Kızıl Danny, Euro 2004 süresince Le Monde’da haftada bir böyle bir yorum yazdı, köşesinin adı Yeşil Kart idi. Aşağıda, spora da el atan bazı köşe yazarlarının kaynak belirtmeden fikir çaldığı bu yazıyı bulacaksınız. (Le Monde, 26 Haziran 2004)
*
GÜNLÜK HAYATTAN FELSEFELER
Mannschaft (Alman Millî Takımı) eve dönüyor, sempatik teknik direktörü Rudi Völler istifa etti, Almanya bu işten çok utandı ve üstün Alman meziyetleri, Çekler’in yedek takımı tarafından yerle bir edildi.
Almanya’nın başına gelenlere şaşmanın anlamı yok aslında. Bu yaşanan, Alman toplumunun içine düştüğü depresyonun ve güven bunalımının bir tezahürü. Bir krizle karşılaştığında, en küçük bir reformdan bile aciz, depresyonla üstünlük kompleksi arasında bocalayan Almanya’nın hali bu. Almanlar’ın yüzde 70’i “yeteri kadar reform yapmıyor” diye hükümeti eleştiriyor, ama sıra reform yapmaya, harekete geçmeye gelince, hemen karşı çıkıyor, çünkü bu reformlar şahsen kendisini de etkiliyor.
Kimilerine göre ‘Made in Germany’ artık güven vermiyor insanlara. Buna karşılık “Almanya ihracatta dünya, yeni buluşlar ve kalifiye personel konusunda da Avrupa şampiyonu” diye laga luga yapanlar hâlâ var. Geçici bile olsa, Almanya’nın vasat olması akla hayale sığmıyor.
Ama, gücü de hayalgücü de kalmayan, “kurtarıcı” olarak Ballack’tan başkasını bulunmayan Mannschaft, maalesef, kendini geçmiş fatihlerin genetik varisi zannediyordu. Kazanmak için gerekli kudreti ve imkanı, meşhur mücadele gücünde bulacak bir turnuva takımı sanıyordu kendini hâlâ. Oysa zaman değişmişti. İki Almanya’nın bir türlü hazmedilemeyen birleşmesiyle huzuru bozulan Alman toplumunu, en küçük bir risk karşısında bile paniğe kapılır, kabuğuna çekilir hale gelmişti.
Anglosaksonların maceracı yapısını sevmeyebilirsiniz, ama ‘Just do it!’ sloganı modern dünyaya ters düşüyor: orta sahaya dört ofansif oyuncu koymak, akıllı bir denge kurmak için riski kabul etmek, ortalama yaşı 21 olan iki gencecik oyuncuya ileride şans vermek, ben “maceracılık” diye işte buna derim. Yani “ya herru ya merru!” Bravo gerçekten! Halbuki toplumların korkularının ve bocalamalarının bir göstergesi olan futbolda ya zafer elde edersiniz ya hezimete uğrarsınız. Almanya bunun en güzel örneği.
“Bana paranoyalarını anlat, ben de sana çılgınlıklarımdan söz edeyim”... İtalyanlar’ın sloganı da böyle olsa gerek. Berlusconi’nin para dünyasında herşey satın alınabilir, siyasi iktidar bile. Meseleye bu gözle bakınca, İsveçliler’le Danimarkalılar’ın bulaştığı bir komplo teorisi üretmek kolay, saf İtalya’ya karşı Kuzey ittifakı gibi mesela...
Futbollarının artık başaşağı gittiğini kabul etmemekte direnen İtalyanlar, neredeyse delilik haline gelen bir kendini beğenmişlik ve paranoya kurbanı. Aynen, seçimlerde uğradığı hezimeti “solcuların seçim sandıklarına kendi oylarını doldurması”yla izah eden sevimli şantaj ustası başbakanları gibi... Böyle bir toplu delilik insanı üzücü özeleştirilerden kurtarır, halbuki şapkayı önüne koyup düşünmek daha hayırlı olurdu.
Oyuncuların fizik gücü oyunun önüne geçeli beri, “bir maç önce defansla kazanılır” lafı moda oldu. Bu, her türlü durağancılığı (immobilisme) haklı gösteren ideolojik görüşlerin futbola yansımasından ibaret. Neyse ki, Portekiz’de, Euro 2004 sayesinde, oyun teorisinin mucizevi yeniden doğuşuna ve sistemik düşüncenin çöküşüne şahit oluyoruz: kazanmanın tek yolu, yediğinden çok gol atmaktır. Çekler’e, Hollandalılar’a veya İngilizler’e teşekkür ediyoruz!
Demek ki bekaretini korumak için herşeyi yapıp, sonra, tesadüf de olsa, “Bir mucize olsa da bir gol atsak” diye dua etmek yeterli değil. Doğruyu söylemek gerekirse, büyük risklere girmeyi göze alan çılgın maceraperestlikle metodik renksiz ve tatsız düzenden birini seçmem gerekirse, bir an bile tereddüt etmem: Gösteri seyretmeye bayılıyorum ve sıkıntıdan nefret ediyorum. C’est la vie!
*
KEMALİZMDEN VAZGEÇMEYE HAZIR MISINIZ?
Cohn-Bendit bu “felsefî ve sosyolojik spor yorumunu” kaleme aldığında, Almanya, İtalya, İspanya gibi devler elenmiş, Kızıl Danny’nin “ikinci vatanı” Fransa, Yunanistan, Portekiz, İngiltere, İsveç, Hollanda, Çek Cumhuriyeti, Danimarka ve Yunanistan çeyrek finale hazırlanıyordu.
Neticede, Cohn-Bendit’in “neyseki iflas etti” dediği “bekaretini korumaya dayalı” bir futbol oynayan ve “bir mucize olsa da bir gol atsak” dualarıyla yol alan Yunanistan... “Avrupa’nın en büyüğü” unvanını kazandı.
Dipnot: Bir röportajında, Türkiye’ye “Neticede, bana göre, Avrupa Birliği'ne üye olmasının önündeki tek kesin engel, ordunun Türk siyaset ve toplum hayatında oynadığı rol. Şimdi Türkler'e sormamız gereken soru şu: Kemalizmden vazgeçmeye hazır mısınız?” diye soran Daniel Cohn-Bendit, Paris’teki Mayıs 1968 öğrenci olaylarının kahramanıydı. ‘Kızıl Danny’ bugün artık Avrupalı bir “siyaset bilgesi”. Toplumların mantalitesinin ve ruh halinin futbollarına da yansıdığını anlattığı bu yazısında ne kadar isabetli olduğuna siz karar verin.