Güncelleme Tarihi:
Belediye başkanlığı döneminden tanıdığım Bedrettin Dalan’la, “Siyaset konuşmayacağız” diye sözleşip Acıbadem’deki, kurucusu olduğu İSTEK Vakfı’nda buluşuyoruz. Dev binanın bir katı home-ofis olarak Bedrettin Dalan’a ayrılmış. Burada misafirlerini kabul ediyor, nadide taş plaklarını dinliyor, üniversitede olmadığı zamanların tümünü burada geçiriyor. Her zamanki güler yüzüyle kapıda karşılıyor bizi. Konuşmaya başlamadan önce 1952 model motosikletini, babasının bir ev parasına 1920’lerde satın aldığı gramafonu gösteriyor.
Ayaküstü konuşuyoruz. “Aslen nerelisiniz? Herkes sizin için ‘hemşehrimiz’ diyor” diye başlıyorum sorulara. Gülerek yanıt veriyor:
ADIM EMANET SOYADIM TREN İSTASYONUNDAN
“Bana en çok sorulan soru bu. Babam TCDD çalışanı bir demiryolcuydu. Elazığ’da görev yaparken oranın önde gelen zatlarından Osman Bedrettin’in ismini ağabeyime koymuş. Ağabeyim ölünce ismini bana vermişler. Babam 1936’da soyadı kanunu çıkınca, görev yaptığı Baskil’den bir sonraki tren istasyonu Dalan köyünün ismini kendisine soyadı olarak seçmiş. Kökümüz Bayburtlu ama soyadım Elazığ. Doğum yerim Eskişehir. Kültürel yapım ilk, orta ve liseyi okuduğum Aydın. 1959 yılında da İstanbul’a geldim. Eskişehirliyim desem doğru. Aydınlıyım desem en doğru. Elazığlıyım desem en doğru. Sülalemizin bir yarısı Erzurum’da, bir yarısı Bayburt’ta. Gümüşhane desen Bayburt’tan ayrılmaz. Türk vatandaşıyım sanırım tam olarak.”
Babanızın eski bir demiryolcu olduğunu söylediniz? Sizin de anınız var mı demiryollarında?
“Genç bir elektrik mühendisi olarak, 1965- 1968 yılları arasında ben de demiryollarında çalıştım. Ankara – İstanbul arasındaki ilk sinyalizasyon saha montajını yaptım. Trafik sistemini bildiğim için şu anda İstanbul’da kullanılan trafik kontrol sistemini de ben kurdum.”
BAŞKANKEN MOTORDA KASKLA KİMSE TANIMIYORDU
DALAN’ın konuşurken gözünün sık sık motosikletine kaydığını fark ediyorum. Anlıyorum ki sormamı bekliyor. Direkt, “Peki bu motosikletin hikâyesi nedir?” diye soruyorum. Gözleri ışıldıyor: “Müzelik oldu artık. Motosiklet çocukluğumdan bir tutku. Lakabım da o yüzden ‘Çılgın Bedri. Aşağı yukarı 11 yaşımdan, 15 yıl evveline kadar hep motosiklete bindim. Çocukluğumda öğretmenimin bir motorlu bisikleti vardı. Bana verirdi hep.
ÇOK KAZA GEÇİRDİM
İlk kazayı o motorlu bisikletle yaptım. Aydın – Germencik arasında bir kamyon bana arkadan çarptı. Bisikleti taşıyarak kasabaya götürdüm. Öğretmenim görünce kızacak sandım. Bana, ‘Sen kabahatli değilsin. Sana bir şey olsaydı çok üzülürdüm’ dedi. Ondan sonra çok motosiklet kazası geçirdim. İstanbul Teknik Üniversitesi son sınıfındayken yaptığım kazada hafızamın tamamını kaybettim. Allahtan hepsi geri geldi. Okulu bitiremeyebilirdim. Kafatasım çatlaktır hâlâ. Almanya’da kaza yaptım. Motosiklete binip de kaza yapmayan kimse olmaz. Ben şanslıydım, kurtuldum. Aşağı yukarı, tüm iş makinalarını kullandım. Değişik arabalar kullandım. Harp pilotu değilsen, yolcu uçağı kullanmanın hiçbir kıymeti, heyecanı yok. Ama motosiklete bindiğinizde korkunç adrenalin var. Yere yakın ya, sürati acayip gösteriyor. Rüzgar bütün vücudunuzu sarıyor. Karşı konulmaz bir tutku. Kazadan sonra hastaneden çıktım doğru motora bindim yine. Çılgın Bedri işte... 80 yaşımdayım, 65 yaşına kadar kullandım. Belediye başkanıyken de kullanıyordum. Başımda kask olduğu için kimse anlamıyordu. Ama iki oğlumu da bir gün bile motosiklete bindirmedim. Bir eve bir çılgın yeter...”
SİGARAYI TESPİHLE BIRAKTIM
BEDRETTİN Dalan’ın bir tutkusu da tespih. Ofisinin tam ortasındaki dolapta duruyorlar. Her birini tek tek gösteriyor. Tespihe nasıl merak saldığını soruyorum: “Günde 3 paket sigara içiyordum. 1980’de bıraktım. Fakat sigaranın iki bileşeni var. Biri nikotin ihtiyacı, diğeri ise dudak ve parmak hareketi. Nikotini hallettim. Ama elim devamlı bir şeyle oynamak istiyordu. Babamın tespihini elime aldım. O günden bugüne 7 bin tane tespih biriktirdim. Bazı enteller tespih çekmeyi kabalık sayarlar. Bunun hiçbir geçerli anlamı yok. Elindeki kişinin kullanması ve zarafetine bağlı. Atatürk de tespih kullanıyordu.”
GRAMOFON VE 9 BİN TAŞ PLAK
EDRETTİN Dalan gramofon ve taş plak koleksiyonunu da heyecanla anlatıyor:
“Babam çok meraklıydı. Demiryolcu olmadan önce Ulus’ta, Birinci Meclis’in karşısında kahvehanesi varmış. 1919-20’lerde Ankara’nın ilk gramofonunu o almış. Milletvekilleri babamın kıraathanesine gelir, çay kahve içerler, babam da onlara gramofon çalarmış. Bu gramofonu almak için 3 katlı ev satmış. İflas edip kahveyi kapatınca, gramofonunu yanına alıp demiryolcu olmuş. Gramofonu hep yanında taşırmış. (Plakları gösteriyor) Burada Diyarbakırlı Celal Güzelses’in tüm plakları var. ‘Şark Bülbülü Celal Güzelses’ diye adını da Atatürk vermiş. 78 plak çıkarmış sağlığında tamamı bende var. Onları toplamışken diğerleri gelmeye başladı. Toplaya toplaya 9 bine çıktı. TRT’de yok bu arşiv. Türkiye’de toplam 16 bin taş plak basılmış, 9 bini bende. Ayrıca babam gibi bir demiryolcu olan Mühendis Orhan Yıldırım, TRT’nin yaptığı tüm müzik yayınlarını toplamış. Bunları bana verdi. Dört terabaytlık bir hafızada tamamı. TRT’de yayınlanan 1.5 milyon müzik parçası var içinde. Bunu da müzeye koyacağım.”
MÜSİLAJDA EN UFAK BİR SORUMLULUĞUM BULUNMUYOR
BEDRETTİN Dalan’a son olarak, Marmara’nın kirlenmesiyle ilgili olarak kendisine yöneltilen müsilaj suçlamasını soruyorum. İşte yanıtı: “Benim bununla ilgili en ufak bir sorumluluğum yok. Karadeniz’in üst kısmı dünyanın en oksijenli suyu, 70 metre altı da en kirli denizi. Çünkü 10 tane nehir Avrupa ve Rusya’nın pisliklerini taşıyor. Yani ben de İstanbul’un pis sularını oraya, Karadeniz’in çöplüğüne gönderdim. Haliç ve İstanbul’un pis suları Karadeniz’in dip sularına gittiği zaman, çevreye ilave kirlilik yapması sözkonusu değil. Biz üniversite olarak müsilaj numunesi aldık. Bakteriyi mantar öldürüyor. Bir anlamda denizi mayalayacağız. Abartıldığı kadar büyük felaket değil.”