Güncelleme Tarihi:
Kevin Kleinmann, PolyGram'ın Uluslararası Klasik Müzik Pazarlama Bölümü Başkanı. İstanbul'a ilk kez 22 yıl önce öğrenci olarak gelmiş ve hayran olmuş. Yıllar sonra bugün, çok daha kalabalık, gürültülü ama hala büyüleyici olduğunu düşünüyor. Kleinmann ile klasik müziğin yeni tanımı, dünyadaki ve Türkiye'deki durumu ve tabii ki Unkapanı Plakçılar Çarşısı üzerine konuştuk.
Dünya genelinde bakıldığında klasik müziğin durumu nedir? Kimilerinin düşündüğü gibi bir gerileme içinde mi?
Buna kesinlikle inanmıyorum. Bu işin içinde çalışıyorum ve size neden böyle olmadığını anlatabilirim. Klasik müzik adına geçmişte yaptığımız gibi çalışırsak, evet gerileyebilir. Herhangi bir işte olduğu gibi klasik müziği de günümüze adapte etmemiz gerekiyor. Yaşadığımız dünya tamamen değişti. Bu aynı zamanda klasik müzik tanımının değiştiği anlamına gelir. Eğer klasik müziğin tanımını bundan 20 yıl önce olduğu gibi açıklamaya ve öyle çalışmaya devam edersek, olmaz. Eskiden klasik müziği, geçmişte yazılmış Avrupalı veya Amerikalı müzik olarak tanımlıyorduk. Bu o zamanlar üzerinde yaşadığımız dünya ile ilgili bir şeydi. Artık sınırlar kalktı, insanlar özgürce hareket edebiliyorlar. Televizyon sayesinde nereyi ve neyi izlemek istiyorsanız izlersiniz. Hatta yemek alışkanlıklarımız bile değişti. Bir akşam Fransız, bir akşam Çin veya İtalyan mutfağını tercih ediyoruz. Bütün bu değişimleri klasik müziğe de taşımak gerekir. Artık çok daha fazla olasılık ve keşfedilecek müzik türleri var.
BİR NESİLDEN DİĞERİNE
Klasik müziğin yeni tanımı nedir peki?
Bir nesilden diğerine ayakta kalmayı başarabileceğine inandığınız her müzik klasiktir. Bugün benim dinlediğim müzik yarın çocuklarım tarafından da dinleniyor olabilir. Bu tanıma göre söyleyebiliriz ki, Beatles klasiktir. Çünkü nesillerdir dinleniyorlar. Rolling Stones klasik müziktir. Hatta bazı klasik müzik sanatçıları Beatles'ın eserlerini seslendiriyorlar. Orkestra tarafından seslendirilmiş Pink Floyd, Led Zeppelin kayıtlarımız var. Bu teorimi ispatlıyor. Böyle düşünürseniz önünüze birçok olasılık çıkıyor. Pop müzik kayıtları yapacağız demiyorum elbette. Ama bu yaşadığımız dünyanın ve klasik müzik tanımının değiştiğini ispatlar. Endüstrinin zamana ayak uydurması gerekir.
Burada Polygram'ın önemi nedir?
Polygram dünya çapında pazarın yüzde ellisinden fazlasını elinde tutmaktadır. Biz takip etmiyoruz, liderlik ediyoruz. Bizim vizyonumuz işimizi pazarlamada yeni tanımlar ve yeni yönler ile önümüzdeki bin yıla taşımak.
Klasik müzik alanında Türkiye'nin konumu nedir?
Türkiye en ilginç gelişmekte olan pazarlardan biri. Birçok büyük ülkede olduğundan çok daha fazla fırsat var. Çünkü Fransa, Almanya, İngiltere gibi büyük ülkelerde çok güçlü gelenekler var. Geleneklere saplanıp kalıyorsunuz. İnsanların bakış açılarını değiştirmek çok güç. Dağıtım, pazarlama, promosyon ve iletişimin başında olan bir ülkede bütün olanaklar vardır. Çünkü herşey yenidir.
Peki sanatçılar değişmeyi mi tercih ediyorlar, kaçmayı mı?
Değişmek istemeyen eski nesil var. Bunu anlıyorum ve saygı duyuyorum. Ama genç nesil kuralları tamamen anlıyor. Çünkü onlar bütün bu şeyler ile birlikte büyüyorlar. Onların değişmeye ihtiyacı yok, onlar zaten oradalar. Bunun yanında değişimi kabullenen ve çaba gösteren eski nesilden sanatçılar da var.
Türkiye için özel pazarlama stratejiniz var mı?
Burası gelişmekte olan bir pazar. Dağıtımda problemleri olan bir pazar aynı zamanda. Çünkü çok fazla satış merkezleri yok. Bunlara sahip olunduğunda ülke çapında başarılı olunacak. Türkiye çok özel bir ülke. Çok zengin müzik geleneği var. Aynı zamanda başarılı klasik batı müziği sanatçıları yetiştirdi.
Dünya müzik pazarında klasik müziğin yeri nedir?
Dünya genelinde toplam müzik pazarının yüzde 10'nunu oluşturuyor. Daha iyi olabilir ama kötü değil.
İstanbul'daki müzik festivallerini izleme fırsatı bulabiliyor musunuz?
İstanbul'a geldiğimde ilk uğradığım yer İstanbul Müzik Festivali oldu. Projeleri, davet etmek istedikleri sanatçılar ve yardımcı olup olamayacağımız üzerine konuştuk. Çünkü sanatçılar İstanbul'daki pazarı pek tanımıyorlar. Şirketimiz bu festivalin geleneksel ve yüksek kalitede olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bu bizim de sorumluluğumuz. İnsanlar konserlere ne kadar çok giderlerse, sanatçıyı o kadar çok tanırlar ve albümlerini satın alırlar.
BİR ÇOK TÜRÜN KAYNAĞI
Son zamanlarda klasik müzik melodilerinin, rap ve pop müzikte kullanılması çok popüler. Ne düşünüyorsunuz?
Fantastik. Aslında bu yeni bir şey değil. Klasik müzik bir çok türün kaynağıdır. Mesela cazın kökleri klasik müzikten gelir. Bu organik bir oluşum. Bir şey ortaya çıkıyor ve başka birşeyler ondan türüyor. Eğer insanlar bunu dinlerken zevk alıyorlarsa bence bunda yanlış birşey yok.
Unkapanı'nı gezdiniz. Sizi nasıl etkiledi?
Bulunmaz bir şey. Türklere has, unutulmayacak bir gündü. Dünyanın başka hiçbir yerinde böyle bir şey göremezsiniz. Türkiye'nin pazar ve tüccar geleneğinden kültürel bir kaynağı var. Müşteriler pazara geliyor ve albüm satın alıyorlar. Bu ilginç çünkü birçok ülkede bunun tam tersidir. Bir şey satmak istiyorsanız siz alıcının ayağına gider ve çaba harcarsınız. Ancak zamanla değişeceğini düşünüyorum. Dağıtım sistemi geliştikçe daha büyük mağazalar açılacak.
Deterjan gibi şarkılar
Şu günlerde herhangi bir nedenle canınız sıkkınsa, ilacı hazır: Hemen John Fogerty'nin yeni albümü 'Premonition'a bir kulak verin. Şelale yatağını nasıl temiz tutarsa, ustanın mücevher bestelerinin dipdiri yorumlarından oluşan bu konser albümü -tabii rock ruhu içinizi gıcıklıyorsa- ruhunuzun deterjanı olabilir.
1980'ler sessizce geçtiğinden olacak, kimi rock büyüklerinin gerçek gücünü anlamak için uzun süre beklemek gerekti. Gerçi Dylan ve -Fogerty ile birebir kıyaslanabilecek asıl müzisyen olan- Neil Young motoru sıcak tuttular, ama geri planda, bir-iki önemli albümle yaşadığını belli edenler, dönemin hayhuyu içinde arka fonda kaldılar. Doğrusu, '67 ruhunun verdiği tevazuyla pek de öne çıkmak istemediler. Bunun bir örneği, eşsiz The Band'in gizemli Robbie Robertson'ı ise, öteki Creedence Clearwater Revival'ın (CRR) unutulmaz John Fogerty'si idi.
Fogerty, rock tarihinin en önemli bestecilerinden biri. Adını Lennon-McCartney, Dylan, Winwood, Jagger-Richards gibi markaların yanında görmeliyiz.
'Rockin All Over The World', 'Born On The Bayou', 'I Put A Spell On You', 'Suzie Q', 'Proud Mary', 'It Ain't Necessarily So'.... Bunlar, rock'n roll denen türün standartları. Sorulursa, 'Fogerty herhalde Rock'ın Irving Berlin'i' diyebilirim.
Bir zamanlar, folk rock türünün -hayli maço- temsilcisi olan CCR, Fogerty dışındaki üyelerinin zayıf çalgı hakimiyetine rağmen, onun bu olağanüstü coşku, hayat sevgisi dolu besteleriyle ayakta durmuştu. Tina Turner'ı 'Proud Mary' şekillendirdi; Status Quo hala 'Rockin..'in mirasıyla ortalıkta geziniyor. Büyük Nina Simone, 'I Put a Spell On You'yu ilk duyduğumda yeniden doğmuş gibi oldum' demişti.
Besteleri, ona 1997'de ABD Besteciler Derneği'nin saygın ödülünü kazandırdı.
Doğal bir yetenek, Fogerty. Kolay yaratıyor. 1980'lerin sonunda bir hayranı onun hiç Mississippi'nin güney ucuna gitmediğini duyunca küçük dilini yutmuş. Yutmamak elde mi? İlk bakışta son derece muhafazakar bir 'redneck' gibi görünen bu adam, sanki Little Richard ve Fats Domino'nun, New Orleans blues'unun göbeğinden gelme gibi. Kimi zaman da böyle oluyor: Clapton gibi, Fogerty gibi, bir yerde yaşıyorsunuz, ama ruhunuz bambaşka bir yere ait oluyor. Cilt renginiz de.
Fogerty'i canlı hiç izlemedim. 10 yıl kadar önce bir TV yayınında görünce gözlerime inanamamış, neden 'live' albüm çıkarmadığını düşünmüştüm. Bir eleştirmenin dediği gibi 'şeytanla sözleşme imzalamış gibi'ydi. Mükemmel bir sahne enerjisi, cıvıl cıvıl bir müzik.
Bunun örneği, sonunda belgelendi. 'Premonition' adlı albüm, iki gece peşpeşe konser kayıtı. Ama ne performans! Karşınızda gitarını kılıç gibi bilemiş, hayata pençelerini sımsıkı geçirmiş, kişiliğine tutkal gibi yapışmış bir büyük müzisyen var. 'I Put A Spell On You'nun buradaki versiyonu gibisini -kusura bakmasın- Nina Simone teyzeden bile duymadım. Tek başına bu bile, albümü kolleksiyona katmanız için yeterli.