Güncelleme Tarihi:
Demirtaş, anayasa değişikliği ile ilgili tartışmaları değerlendirdi. Demirtaş, sivil ve demokratik bir anayasa konusunda, sağdan sola, liberalinden demokratına, muhafazakarına kadar herkesin hemfikir olduğunu söyledi.
İktidarın, anayasa değişikliği ile ilgili atmosferin oluşması konusunda önemli bir “negatif rol” oynadığını öne süren Demirtaş, “İktidar, toplumun değişik kesimlerine güven veren bir duruş sergileyemediği için, herkesin anayasa değişikliği istemine rağmen bir türlü mutabakat sağlanamıyor” görüşünü ifade etti.
Demirtaş, Mecliste, BDP dışındaki muhalefet partilerinin anayasa değişikliğini istiyormuş gibi göründüğünü, aslında değişikliğin olmaması, statükonun devam etmesi için çaba harcadığını savundu.
“DARBE ANAYASASINA SIKI SIKI SARILMIŞLAR”
Selahattin Demirtaş, özellikle CHP ve MHP'nin, elit bir tabakanın üzerinden toplumu yönetmeyi gelenek haline getirdiğini ileri sürdü. Bu partilerin siyasi geleneklerini sürdürebilmesi için mevcut anayasaya ihtiyaçları olduğunu ifade eden Demirtaş, “Bu geleneğe göre, toplumun bir şekilde baskı altında, cenderede tutulması lazım. Toplumun korkularla yaşaması lazım ki onlar da var olabilsinler. Toplumun korkmadığı, özgür olduğu, özgür düşünebildiği, özgür üretebildiği bir ülkede bu tür siyasetçilere ve siyasete yer yoktur. Dolayısıyla bunlar, bu anayasaya kendilerini göbekten bağlı kılmış durumdalar” diye konuştu.
Demirtaş, mevcut anayasanın varlığı ya da yokluğunun, CHP ve MHP'nin varlığı ya da yokluğu haline geldiğini savundu. Her iki partinin de “darbe anayasasına sıkı sıkı sarılmış durumda” olduğunu öne süren Demirtaş, “Ama öte taraftan, halkla ters düşmemek, halkın anayasa değişim talebini de göz ardı etmemek için, anayasa değişikliğini istiyormuş gibi yapmak durumunda kalıyorlar” dedi.
“BAŞBAKAN, KÜRT VATANDAŞLARINI MUHATAP ALMADI”
Demirtaş, demokratik açılım süreciyle ilgili hükümete yönelik eleştirilerde de bulundu. Hükümetin bu konuda kararlı bir duruş sergileyemediğini öne süren Demirtaş, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Sayın Başbakan'ın şunu iyi anlaması lazım. Bir siyasi parti, bir siyasetçi, bir Başbakan, her şeye muktedir olamaz. Her konuda, 'her şeyin en iyisini ben bilirim, ben yaparım' havasında olamaz. Hükümette böyle bir hava var. Kürt sorunu çözülecekse 'en iyisini ben bilirim' diyor. Aleviler için de işçiler için de romanlar için de öyle. Bu da beraberinde, meseleyi anlayamama, sorunların kavrayamama gibi bir sonuç doğruyor. Toplumsal bir sorunu çözüyorsanız, o toplumsal sorunun muhataplarını dinlemek zorundasınız. Kendi vatandaşlarına, 'sen bu ülkede nasıl yaşamak istiyorsun' diye sormak zorundasınız. Aksi takdirde Ankara'da odalara kapanıp, yanınıza bir kaç tane akademisyen alıp, odalarda projeler üretip, topluma bunu dayatırsanız, oradan bir sonuç çıkmıyor. Bu nedenle BDP olarak muhataplık meselesini çok önemsiyoruz. Nasıl ki Başbakan şu anda TEKEL işçilerinin sorunlarını bir ay görmezden geldikten sonra muhatap almaya başladı ve iş tartışılma aşamasına geldiyse Kürt sorunu için de böyledir.
Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt vatandaşlarını muhatap alıp dinlemedi. Temel yanılgı budur. Başbakan artık, 'bu işi ben herkesten daha bilirim' havasından çıkmalıdır ve bürokratik bir danışma ekibiyle bu işi götürmekten vazgeçmelidir.”
“CESARETLE ANLATMASI LAZIM”
Demokratik açılım gibi bir sürecin aynı zamanda siyasi risk ve cesaret işi olduğunu belirten Demirtaş, “Sayın Başbakan işin başında, 'bedeli ne olursa olsun adım atmaya ve bu süreci ilerletmeye kararlıyız' demişti. Ama Habur meselesinden sonra 'gerekirse silbaştan yaparız' dedi. Geriye adım attı, MHP ile CHP'nin bu konuda baskılarına boyun eğdi”
Başbakan Erdoğan'ın “CHP ve MHP'nin yarattığı milliyetçi rüzgara teslim olduğunu” öne süren Demirtaş, sürecinin tıkanmasından en büyük unsurun bu olduğunu ifade etti.
Demirtaş, demokratik açılım sürecinin devam etmesi için siyasi cesaret gerektiğini belirterek, şöyle devam etti:
“Başbakan, grup toplantılarında veya partisinde yaptığı toplantıda açıkça Türkiye toplumuna şunu anlatması lazım: 'Bu ülkede yurttaşlarımızın kendi ana dillerinde eğitim yapmaları, kültürlerini özgürce yaşamaları son derece insani ve doğal bir haktır. Biz devlet olarak bunu yapmak zorundayız. Ve yıllardır hatalar yaptık. Biz tarih kitaplarında yanlış şeyler yazdık, size yanlış şeyler öğrettik. Biz bu tarihi artık ders kitaplarından alacağız. Bu ülkede farklı kültürler var. Kendi anavatanları burası. Bu insanların da kendi anavatanlarında özgürce dillerini kullanıp, kültürlerini yaşama hakkı var' Bu kadar meşru bir hakkı topluma anlatmak yerine ıkınarak sıkınarak, 'bu iş zormuş, meşru değilmiş' gibi şeyler söyleyerek, Türkiye toplumunu kandırmaya çalışmak doğru değil. 'Ana dilde eğitim yapmayacağız' diyerek konuyu dolambaçlı hale getirmenin anlamı yok.”