Baz istasyonlarıyla ilgili araştırma

Güncelleme Tarihi:

Baz istasyonlarıyla ilgili araştırma
Oluşturulma Tarihi: Ocak 19, 2011 11:16

Baz istasyonlarının ve cep telefonlarının çeşitli hastalıklara zemin hazırladığı tartışmaları halk arasında tedirginlik yaratırken, bilimsel çalışmalar ve yetkili kurumlar bu konuda bilimsel bir kanıt olmadığını vurguluyor.

Türkiye'de baz istasyonları Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunca (BTK) düzenlemelerine uygun olarak kuruluyor ve denetleniyor. Bir baz istasyonu yerinden kaldırıldığında, cep telefonları daha uzaktaki bir baz istasyonuna ulaşmak için daha fazla güç harcıyor. Bu, cep telefonunu kullanan kişinin daha fazla elektromanyetik enerjiye maruz kalması anlamına geliyor.

Türkiye'de uyulması zorunlu azami limit değerler, Avrupa ülkelerinden dahi daha düşük tutularak, yaklaşık 4 kat daha güvenli koruma sağlanıyor.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun desteğiyle Teknoloji Bilgilendirme Platformu tarafından, kamuoyunun baz istasyonlarının sağlığa etkisi ile ilgili olarak doğru bilgilendirilmesi amacıyla broşür hazırlandı.

Sağlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Belediyeler, metro istasyonları ve çeşitli hastanelere dağıtılacak olan broşür, bu konuda halk arasında doğru bilinen yanlışlara dikkat çekmeyi amaçlıyor.

Broşürde, cep telefonu ve baz istasyonlarının, hastalıklarla ilişkili olduğuna dair bilimsel bir araştırma sonucu bulunmadığı, yurt dışında yapılan çeşitli bilimsel araştırma sonuçlarına dayandırılıyor.

Baz istasyonları, cep telefonu haberleşmesi için elektromanyetik sinyalleri yayınlayan veya alan bir anten ve bir radyo verici/alıcı olarak tanımlanıyor. Baz istasyonları, tüm dünya üzerinde aynı sistemde aynı şekilde kuruluyor ve aynı GSM çalışma prensiplerini içeriyor.
Cep telefonu ile görüşme yapılabilmesi için baz istasyonu vazgeçilmez bir unsur olarak gösteriliyor. Çünkü bir numarayı arayan cep telefonu abonesinin, öncelikle kapsama alanı içinde, yani bir baz istasyonundan sinyal alabilen bir servis sahası içinde olması gerekiyor. İlk sinyalleşmesini servis aldığı baz istasyonu ile yapıyor. Baz istasyonunun bağlı olduğu GSM santrali üzerinden, aradığı abone bilgileri ile arama yönlendiriliyor.

Broşürde, haberleşmenin anayasal bir hak olduğu vurgulanarak, haberleşme hak ve hürriyetinin Anayasanın 22. maddesi ile teminat altına alındığı ifade ediliyor.

Mobil iletişim, baz istasyonlarının kurulması ve işletilmesiyle sağlanabiliyor. Baz istasyonları ve operatörler, dünya standartları belirlenen düzenlemeler çerçevesinde kuruluyor.

“BAZ İSTASYONU ŞEHİR DIŞINA ÇIKARILAMAZ”

Broşürde yer alan bilgiye göre, bir baz istasyonu yerinden kaldırıldığında, cep telefonları daha uzaktaki bir baz istasyonuna ulaşmak için daha fazla güç harcıyor. Bu, cep telefonunu kullanan kişinin daha fazla elektromanyetik enerjiye maruz kalması anlamına geliyor. Bu nedenle baz istasyonlarının şehir dışına çıkarılması mümkün kılınmıyor.

Piyasada “radyasyon önleyici” ya da “radyasyon koruyucu”, “EMR azaltıcı” gibi lanse edilen filtre, yapışkan, çip gibi ürünlerin bilimsel olarak da etkinliği bulunmuyor.

Teknoloji Bilgilendirme Platformu Başkanı Serhat Özeren de cep telefonu sistemlerinin hem alıcı, hem verici olması gerektiğini belirterek, “Yani sadece karşı tarafın sesini almaya değil, karşı tarafa sesimizi göndermeye de yarar. İşte baz istasyonlarında işin içine bu 'sinyal alış' kısmı girdiği zaman kapsama ve kapasite sorunu ortaya çıkar. Bu yüzden milyonlarca aboneyi konuşturabilmek pahalı ve zor bir yöntem de olsa, nüfus ve kullanıcı oranına göre sık aralıklarla şehir içlerinde baz istasyonları kurularak mümkün olabilir” değerlendirmesinde bulunuyor.

“MOBİL İLETİŞİM SİSTEMİ, DÜNYADA İLE AYNI”

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Bölümü Prof. Dr. Tunaya Kalkan'ın verdiği bilgiye göre de mobil iletişim sistemi Türkiye'de dünyada uygulan sistemle aynı.

Mobil iletişim sistemi, İngiltere'de, İsveç'te, Almanya'da veya Amerika'da, yani dünyanın herhangi bir ülkesinde aynı şekilde çalışıyor. Bu sayede aynı telefon, dünyanın bir başka bölgesinde rahatlıkla kullanılabiliyor.

“TÜRKİYE'DE AVRUPA'YA GÖRE 4 KAT GÜVENLİ KORUMA SAĞLANIYOR”

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Prof. Dr. Mustafa Demir ise insanların dünyanın her yerinde doğal radyasyon ile iç içe yaşadığını belirtiyor. Demir'e göre, insan vücudu doğal düzeydeki radyasyona uyum gösteriyor, hatta yaşamın kaliteli sürmesi için doğal düzeydeki elektromanyetik ışımalara ihtiyaç duyuyor.

Baz istasyonlarından gelen sinyaller cep telefonu ile konuşurken maruz kalınan sinyallerden çok daha düşük düzeyde bulunuyor. Baz istasyonuna bakarak onun bir korku abidesi olmadığı, sadece cep telefonu ile konuşma ihtiyacımızı karşılayan aygıt olduğunun bilinmesi önem taşıyor.

Operatörler, her istedikleri yere herhangi bir denetim olmadan baz istasyonu kuramıyor. BTK tarafından bir sabit telekomünikasyon cihaz veya sistemi kurma izni, ancak insanların yaşadığı mekanların güvenli alanda bulunabilmesi halinde verilebiliyor. Dolayısıyla kurulan tüm baz istasyonları, gerek kurulum öncesi gerekse kurulum sonrası yapılan kontrollerle son derece güvenli hale getiriliyor. Türkiye'de yönetmelik gereği, Dünya Sağlık Örgütü tarafından tanınan ve desteklenen Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyondan Korunma Komisyonu tarafından belirlenmiş limit değer (41,2 V/m) iken, Türkiye'de 10,23 V/m olarak uygulanıyor. Yani Türkiye'de uyulması zorunlu azami limit değerler, Avrupa ülkelerinden dahi daha düşük tutularak, yaklaşık 4 kat daha güvenli koruma sağlanıyor.

BİLİMSEL ARAŞTIRMA SONUÇLARI

Baz istasyonlarına ilişkin bilimsel veri ve araştırmaların açıklamaları şöyle:

İtalya'nın Yeni Teknolojiler, Enerji ve Sürdürülebilir Ekonomik Kalkınma Ajansı Radyasyon Biyolojisi ve İnsan Sağlığı Ünitesi'nden bir grup bilim adamının yaptığı bilimsel araştırma, elektromanyetik dalgaların bağışıklık sistemi üzerinde zararlı bir etki oluşturmadığını ortaya koyuyor.

Slovenya Ljubljana Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Slovenya Non-İyonize Radyasyon Enstitüsü'nden Prof. Dr. Bor Kos yaptığı bilimsel deney ve araştırma sonucunda elektromanyetik alanların hamile kadınlar üzerinde herhangi bir sağlık sorunu oluşturmadığını gösteriyor.
Dünyanın en geniş kapsamlı araştırmasını yürüten Interphone Çalışma Grubu'nun (Interphone Study Group) 10 yıl boyunca 13 ülkede 30 yaş üstü 5 binden fazla katılımcı ile gerçekleştirdiği araştırmanın ara raporunda, cep telefonlarının kansere yol açtığına ilişkin kesin bir sonuca varılmadığı vurgulanıyor.

İngiltere Imperial Üniversitesi Halk Sağlık Okulu Epidemiyolojik ve Bioistatistik Bölümü tarafından 7 bin denek üzerinde yapılan araştırmada da cep telefonu ve baz istasyonları çevresinde yaşayanların kanser olduğuna ilişkin bir bulguya rastlanmadığını ortaya koyuyor.
Ulusal Kanser Enstitüsü, Bethesda 2008 de ise baz istasyonları ve cep telefonlarının yaygınlaşması ve kullanılmasında artış olmasına rağmen 1975-2005 yılları arasında yaş grupları ile birlikte beyin ve sinir sistemi tümörlerinde artış görülmediğini belirtiyor.

Mobil telefon ve baz istasyonları antenlerinden yayılan radyo frekans dalgalarının yol açtığı ve halkın etkilendiği güç seviyelerinin, düşüklere ya da sakat doğumlara yol açtığını gösteren hiç bir laboratuvar ve epidemiyolojik kanıt bulunmuyor.

“BAZ İSTASYONLARI NÜKLEER RADYASYONA NEDEN OLMAZ”

İstanbul Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Prof. Dr. İbrahim Akduman da baz istasyonları ile nükleer radyasyonun hiçbir benzerliği olmadığına dikkati çekiyor.

Akduman'a göre, nükleer radyasyonun yüksek enerjili parçacıkların veya fotonların yol açtığı, hücre yapısını bozabilen iyonlaştırıcı radyasyonken, baz istasyonlarının neden olduğu elektromanyetik dalgalar ise iyonlaştırıcı olmayan ışınım sınıfında bulunuyor. Bu nedenle baz istasyonları nükleer radyasyona neden olmuyor.

Baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgalar, başta arılar olmak üzere çevreye ve hayvanlara zarar vermiyor. Araştırmalar, arıların üremeleriyle ilgi sorunun baz istasyonları değil parazitler, haşereler, enfeksiyonlar, mantar hastalıkları gibi bilinen ya da bilinmeyen patojenler, besin yetersizliği, eksik genetik çeşitlilik, arı neslinin kendisi, kimyasal kalıntılar, haşere ilaçları ve daha birçok faktörün bileşkesi olduğunu ortaya koyuyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!