Güncelleme Tarihi:
1915 yılının ramazan ayına denk gelen günlerinde Çanakkale Savaşı’nda ağır çarpışmalar yaşanıyordu. Bayramdan iki gün önce 10 Ağustos’ta, Albay Mustafa Kemal’in komuta ettiği Conk Bayırı muharebesi kazanılmıştı. 12 Ağustos sabahı askerler, birlikte bayram namazı kılmak istedilerse de bu ancak bazı noktalarda mümkün olabildi. Çünkü pek çok cephede savaş olanca hızıyla sürüyordu. Bayram sabahında (iki tarafta da sonradan efsane halini alan) bir olay gerçekleşti. Saldırıya geçen seçkin bir İngiliz birliği, Türk cephe hattının gerisine düşmüştü. Bu sıralarda bölgeyi yoğun bir sis kapladı. Sis dağıldığında İngiliz Birliği artık yoktu! Türkler, bayram günü inen bu sisi ilahî bir zafer işareti olarak yorumlarken, kimi İngilizler bu olayı yıllar içinde bir menkıbe haline getirerek 1/5 Norfolk Taburu’nun siste ilahi bir güçle gökyüzüne çekildiğini öne sürdüler. Oysa sis yüzünden fazlaca ilerlemiş, girdikleri ormanlık arazideki çatışmalarda can vermişlerdi. Bayramın son günündeyse Kireçtepe muharebeleri başlıyordu. Üç kıtada sürdürülen Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesine daha üç yıl vardı.
Sarıkamış faciasında esir düşen Türk askerleriyse Çanakkale’den binlerce kilometre ötede Sibirya’daki bir kampa götürülüyorlardı. 1918 yılının Ramazan Bayramı’nda Ruslar, esir kampındaki Türk askerlerine arefe iftarını ve bayramı Müslüman Tatarların evlerinde geçirebilmeleri için 24 saatliğine izin vermişlerdi. Binbaşı Ziya (Yergök), kendisine sunulan beyaz içeceği ayran sanarak bolca içmiş ama bunun kımız olduğunu bir süre sonra anlamıştı! O ve arkadaşları, esir kampından kaçıp Türkiye’de Milli Mücadele’ye katılmak için iki yıllık bir mücadele verdiler.
ZOR ZAMANLAR
1919’un bayramı çok zor geçiyordu. Bir buçuk ay önce İzmir’e çıkmış olan Yunan birlikleri adım adım Ege’yi işgal ediyorlardı. Kuvayı Milliye hareketinin öncülerinden Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Bey, tüm yöreyi dolaşarak milli mücadeleyi örgütlerken 27 Haziran 1919’da, yani arefe günü, bayram namazını kıldırmak ve halkı yüreklendirecek bir vaaz vermek üzere Denizli’ye dönüyordu. Bayramın ikinci günü, içinde kadınların da bulunduğu halk birlikleri ve çeteler zorlu bir mücadeleyle Aydın’ı Yunanlılardan geri aldı ama bu zafer ancak 4 Temmuz’a kadar sürdü.
İstanbul, tarihinde ilk defa Ramazan Bayramı’nı işgal kuvvetlerinin gölgesinde karşılıyordu. “Nerede o eski ramazanlar, o eski bayramlar” duygusu bu dönemde belirginleşmeye başlar. Ziya Gökalp, kızı Seniha’ya 1920’nin 17 Haziranı’nda içini dökmüştü: “Bugün bayramdır. 18 aydır ki ben çile çekiyorum. Fakat bu uzun çileyi yalnız ben değil bir millet, bir ümmet çekiyor. O halde umûmun büyük bir bayramını beklemeliyiz”. Servet-i Fünûn gazetesiyse şöyle yazıyordu: “Gözlerimizde yaş, gönlümüzde gam... Bayram, dertli bayram, acı bayram...” Bir gün sonra, kömür havzasını kontrol etmek isteyen Fransızlar, Zonguldak’ı ikinci kez işgal ederken, Türk kuvvetlerinin taarruzu karşısında Karadeniz Ereğlisi’nden çekiliyorlardı. Bayramın son gününde Çerkes Ethem kuvvetleri Yozgat ayaklanmasını bastırmaya çalışırken, Şile (İstanbul) bir aylığına düşman işgalinden kurtuluyordu. İstanbul’da Hilal-i Ahmer (Kızılay) için bayram yardımı toplayanlara Karagöz, kendi adını taşıyan gazeteden şu çağrıyı yapıyordu: “Berhûdar olun, yalnız şu toplanacak paradan birazını da maaş almadan bayram yapan muallimler için ayırın...”
MORALLER YÜKSELİYOR
1921 yılı bayramında moraller biraz daha yüksekti. Vakit’e göre bayram yaklaşırken ülkenin dört bir yanındaki muhacirler yardım bekliyordu. Tevhid-i Efkâr’a göre bu “İstanbul’un hüzün ve elem içinde geçen, Anadolu’nun ümitler vaad eden bayramı”ydı. Güleryüz gazetesi okurlarına Mustafa Kemal Paşa posteri hediye etmişti. Açıksöz, Meclis’in resmini kullanırken “bu seneki bayramda geçen senekilere nazaran çok mesuduz. Millet bu bayramı gelecek büyük bayramın arifesi olarak telakki ediyor” diyordu. Fevzi Paşa’nın 8 Haziran tarihli bayram bildirisi de aynı doğrultudaydı: “Maraş, Kars, İnönü zaferlerinde meşru davalarımızdaki azim ve imanın büyüklüğünü gösterdiniz. İşgal altındaki yerlerde halk gözyaşlarını akıtırken, siz milletimize hür bir bayram yaşattınız. Bütün silah arkadaşlarımı gözlerinden öperim.” Bu mesaj yayımlanırken İnebolu’da mücadele tüm hızıyla sürüyordu. 3 Haziran 1922’de İkdam “Ankara’nın Paris Sefarethanesi’ne ilk defa olmak üzere bayramda Türk bayrağı çekildiği”ni müjdeliyordu. Aynı günlerde 70 kişilik bir müfreze Musul’un doğusundaki Revandiz’e ulaşmaya çalışıyordu. Ordu bir yandan var gücüyle Büyük Taarruz’a hazırlanıyordu.
MUTLU SON
1923 yılının ramazan ayının ilk günü (17 Nisan) Hâkimiyet-i Milliye gazetesini alanlar Mustafa Kemal Paşa’nın ordulara mesajını gördüler: “Rahmet ve mağfiret ayı bu senede bizi silah ve vazife başında buluyor... (Lozan’ın) Netice(si) bizim tekrar harekete geçmemizi icab edecek bir şekilde zuhur ederse gaza ve şehamet (yiğitlik) yolunda aynı şevk-i vatanperverî ile devam edeceğimiz tabiidir.” Aynı gazete 4 Mayıs 1924’teyse Cumhurbaşkanı’nın askeri bando ve polis eşliğinde uğurlanacağı Hacı Bayram Veli Camii’nde kılınacak bayram namazı sonrasında resmi bayramlaşma için protokolü konutunda kabul edeceğini bildiriyordu. Tören yurttaşların katılımıyla büyük bir kalabalık içinde geçmiş, Mustafa Kemal Paşa’nın eşi de kutlamaya katılmış, ayrıca Cumhurbaşkanlığı Orkestrası törende bir konser vermiştir. Halk, sonunda bir bayramı rahatça geçirmektedir. 1912’den 1923’e kadar uzanan, 11 yıllık o ‘acılı bayramlar’ devri kapanmış, sıra dini bayramların yanı sıra kutlanacak ‘milli’ bayramlara gelmiştir.
Not: Eski zamanlarda bayram, geleneksel yöntemle yeniay hilalinin gözle görünmesiyle başlardı. Bu nedenle bölgelere göre bayramın ilk günü farklı olabilirdi. Geçmişe dönük hesaplamalarla, anılarda ve gazete haberlerindeki bilgilerde bundan kaynaklanan bazı farklar olabilmektedir.