Baykal'dan önemli açıklamalar

Güncelleme Tarihi:

Baykaldan önemli açıklamalar
Oluşturulma Tarihi: Ekim 13, 2009 14:03

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal partisinin grup toplantısında konuştu.

Haberin Devamı

İşte Baykal'ın konuşmasından satırbaşları

Artık şimdi olay daha farklı bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Reel sektörün, KOBİ diye nitelendiren, Anadolu’nun dört bir köşesinde büyük başarıları gerçekleştiren, istihdam yaratan, Türkiye’nin en önemli kesiminde de sessiz sessiz intiharlarla sıkıntı gizlenemez hale geliyor. 

Tarıma baktığınız zaman çiftçiler geçen yıl ürettikleri maliyette bu yıl üretemiyorlar. Tarım çok büyük bir sıkıntı içinde. Yani iktidarı devraldığı noktadan günümüze kadar bakıldığında işsizliğin resmi rakamlarla yüzde 50’nin üzerinde artırıldığını görüyoruz. Resmi olmayan rakamlardaki artış çok daha büyüktür.  

Türkiye’de Ağustos rakamları yayımlandı. Ağustos’ta sanayinin büyüme hızı geçen senenin Ağustos ayına göre yüzde 6.7 azalmıştır. Ama bu yılın Temmuz ayına göre sanayi artışı yüzde 5.7 azalmıştır.  

Haberin Devamı

Sanayi artışıyla ilgili rakamlar, ÖTV ve KDV’de indirimde olduğunda ortaya çıkan rakamlardır. Bütün bunları şu noktaya dikkatinizi çekerek değerlendirmek istiyorum. Türkiye AKP iktidarı döneminde maalesef büyüme noktasında, ülkenin eline geçmiş olan şans kullanılamamıştır. Türkiye belki dünya içinde ekonomik büyüme ortamı bakımından en uygun dönemi 2000’li yılların başındaki AKP iktidarıyla birlikte elde etmiştir. 2001 krizi kontrol altına alınmıştır, 2002’deki iktidar, Türkiye yüzde 7 büyüdükten sonra, enflasyon yüzde 70’lerden yüzde 30’a düşürüldükten sonra, iktidara gelmiştir ve dünyada en hızlı büyümeyi ülkelerin gerçekleştirdikleri, çok uygun bir ekonomik ortam kendisini göstermiştir.

Türkiye G20 ülkeleri arasında en hızlı büyüyen üçüncü ekonomiydi. 2007 yılında 9. sıraya düştük. Yine G-20 yine kriz yok, AKP var Türkiye’de. 2009 yılı sonunda ise 20 ülkenin içinde 17. sıradayız. Bir başka deyişle en hızlı dağılan küçülen 3. ülkeyiz.

 

Türkiye’yi benzer diğer ülkelerle mukayese ettiğimizdeki tablo bu. Peki kendi içimizdeki performanslar? Üstelik en başarılı olmamızı gerektiren bu dönemdir. Çünkü bu dönem dünyada büyük bir kalkınma dönemidir. Şartlar kullanılamamıştır. Geçmişte Türkiye’de, insanların eğitimi, ulaşım altyapısının geliştirilememiş olması, sanayi konusunda temel adımların tamamlanmamış olması, bunlara rağmen Türkiye 1923 ile 2002 arasındaki dönem mukayese edildiği dönemde dahi, savaşlar var, askeri müdahaleler var, Kıbrıs var, bütün bunlara rağmen, Türkiye’nin bu dönemde gerçekleştirdiği ortalama büyüme hızı, 2002 ile 2010 arasında gerçekleştirdiğinden çok daha yüksektir.

 

Ne oldu ekonomik mucize? Türkiye’ye yabancı sermaye girmezken, vatandaşın vergi verecek gücü yokken, sanayi ulaşım yokken, Türkiye kalkınma yoluna girmeyi başarmıştır.

 

Hayata bakacak olursak ne görüyoruz? Şekere yüzde 5.2, emekliye 1.83, Huzurevi ücretlerine yüzde 35 zam yapıldı. Elektriğe yüzde 10. Doğalgaza yüzde 22.5. Akaryakıta her ay zam var.

 

TÜRK-İŞ verilerine göre 7 milyonu aşkın işçi çiftçi işçi emeklisi açlık sınırının altında kalmıştır.

 

Hasta olduğunuz zaman doktora görünmek için para ödeyeceksiniz. Aile hekimlerine 2 TL, özel hastanelere ödenecek para 15 TL’dir. Sağlığa katkı payını vereceksiniz.

 

Şimdi Başbakan’ın 11 Nisan 2006 tarihli konuşmasından veriyorum. Prim ödesin ödemesin 18 yaşına kadar tüm çocukların sağlık giderleri devlet tarafından karşılanacaktır. Hadi bir git bakalım özel hastaneye. Sağlık Bakanı ne demişti? Aile hekimliğinde hizmetler vatandaşa hizmetsiz sunulmaktadır. Bugün böyledir, yarında böyle hizmet sunmaya devam edeceğiz.

 

Bu tabi anlayışın zihniyetin derinliğini bize gösteriyor. Sağlık politikası, hiçbir ödeme yapmayacak, çocukların mutlaka onlara sağlık hizmeti sunacağız sözleri kağıt üstünde kalmıştır. Bu da geçmekte olduğumuz dönemin bir boyutunu bize göstermektedir.

 

Bu hafta ele almamız gereken iki temel konu var. Birisi hafta başında imzalanan ve Türkiye’nin Ermenistan’la sınırını açılmasını ön gören protokol konusudur. Bu tabi geçmişte de bizim değerlendirdiğimiz uyardığımız ve iktidarın çok dikkatli davranmasını gerektiren bir konu. Kimseye haber vermeden İsviçre’de müzakereler hazırlandı. Hazırlandı demem ne ölçüde doğru bilmem. Ermenistan’da protokolleri biz yazdık diyorlar. İşte o konuda bizim mutabakatımız sağlandı. Önce paraf edildi, ilan edilmedi, merak etmeyin bu paraf edilmesiyle kalacaktır diye kamuoyu teskin edilmek istendi.

 

İmza töreni Minsk grubunun denetiminde gerçekleştiriliyor. Peki Minsk grubunun görevi nedir? Görevi Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların çözümüdür. Gündeminde temel sorumluluk olarak işgale bağlı olarak Karabağ sorununda çıkan sorunları çözmek üzere gayret gösteren grup, Ermenistan-Türkiye sınır kapısı açılmasını himayesi altında gerçekleştirmeye çalışıyor.

 

Bu Minsk grubu enerjisini, Karabağ sorunu dolayısıyla işgal edilen Azerbaycan toprakları için harcamış olsaydı bugün daha farklı noktada olmaz mıydık?

 

İşgal sona ermeden sınırı açmak mümkün müdür? Kafkaslarda barışı sağlamak istiyorsanız Ermenistan’ın işgaline bir son verin.

 

Ne oldu şimdi? Hükümet evet ben sınırı açmayı taahhüt ediyorum dedi. Şimdi Türkiye’de siyasi karar alma sürecimizde yer alan siyasi irade, evet ben Ermenistan’la sınırı açmayı şu şartlarda kabul ediyorum deyip imzalamıştır.

 

Bu tabloda ilk kez, Azerbaycan Aliyev konuşma ihtiyacını hissetti ve işgale son verilmesi bekleyişinin önemli olduğunun altını çizdi. Hemen arkasında Sarkisyan’ın biz böyle bir söz vermedik diye açıklaması geldi. Yani daha yapacağını beklediğimiz işin telaffuzu noktasında dahi çok ciddi güçlüklerle karşı karşıya olduğumuz ortada.

 

Bakacağız konuşacağız denilemiyor. İşgale son vermek zorunda olduğunun, Ermenistan tarafından kabul edildiğine dair en küçük işaret dahi gelmiş değildir.

 

Bu tablo bizim çok alıştığımız bir tablodur. 2004 yılında katma protokolün Rum yönetimine yönelik olarakta işletileceğine dair bir yazılı taahhütü Türkiye’den almışlardır, Brüksel’de bir kriz konusu olmuştur, imzalamayın atmayın dönün demiştik. Bir an tereddüt etmişti, İngiltere Başbakanı Tony Blair, sen at imzayı biz hallederiz, söz veriyoruz, sen bunu imzalayacaksın biz de KKTC’yi tecrit edilen bir ülke olmaktan çıkaracağız, gemiler gelecek demişlerdi. Ne oldu? Hala hiçbir olmadı.

 

Annan Planı’na evet oyu verin sizi de AB’ye alacağız dediler. Güya evet dersek biz girecektik. Güney Kıbrıs Yönetimi hayır dedi, KKTC kabul etti. Güney Kıbrıs AB’ye girdi, KKTC AB’ye giremedi.


Kafkasya’da Azerbaycan fevkalade önemli bir ülkedir. AB’nin bu konuyu da yeterince anlayamadığını görüyorum. Nüfusuyla, büyüme hızıyla, istikrarlı sorumlu, dünya ile sağlıklı ilişkisiyle fevkalade önemli bir ülkedir.

Geçen haftanın bize gelen mektup, sonra bizim verdiğimiz cevapla gündeme taşınan konusu açılım tartışması oldu. Açılım deyip geçiyoruz. Önce Kürt açılımı dediler, sonra vazgeçtik unutun onu dediler, Demokratik açılım dediler, o da yeterli değil Milli birlik açılımı dediler.

Etnisitiyi temel aldığından dolayı bölüyorsun. Etnik ayrışmayı Türkiye’nin gündemine getirdiğinden dolayı ayrıştırıyorsun. Şimdi ulusal bütünlüğü, sürecin adına milli birlik süreci diyerek ört bas diyemezsin.

Bu açılımla kim tatmin edilmek isteniyor? Bu açılımla ne yapılmak isteniyor? Anaların gözyaşını dindirmek istiyoruz söylemini bırakın. Hepimiz bunu istiyoruz. İstemek yetmez. Sen bu istediğin hedefe neyle ulaşacaksın. Ne yapacaksın da durum birden değişecek? Hangi yöntemle? Neymiş o çözüm? Çözümü nerede arıyoruz.

İktidar çözümü nerede arıyor. Eğer çözümü bölgedeki insanın bekleyişinden alıyorsan, o zaman o insanların ne istediğine bakacaksın, taleplerinin ne olduğu onlardan dinleyeceksin ve ona göre bir çözüm koyacaksın.

Okullarımızı dillerimizi yönetimlerimizi ayıralım. Böyle bir talebi mi var onların? O insanlar iş istiyor iş, istihdam istiyorlar. O insanların çocukları kendilerinden çok daha ileri bir yaşama ulaşsın istiyorlar. Bunun içinde eğitim istiyorlar, kendilerine iş istiyorlar. O insanlar Türkiye’deki her kesimin sahip olduğu haklara hukuklara sahip olduklarının ortaya konulmasını istiyorlar.

Herkesin kimliği var, özgürce yaşayacak, ana dilini konuşacak, yayın yapacak. Eğer iktidar bölgede yaşayan Kürt kökenli insanların gerçek gündemine yönelik olarak onları kavramaya kucaklaşmaya, onların bir dışlanmışlık duygusundan kurtarılmış sağlamaya, önem veriyorsa yapması gerekenler ayrıdır.

İktidar yanlış kıble seçmiştir. Biz diyoruz ki açılımı PKK’ya değil bölgedeki Kürt kökenli vatandaşlarımıza yapın.

Şimdi içişleri bakanı çıktı dedi ki: “Merak etmeyin Anayasa değişikliği gündemde değil. Böyle bir şey yok” dedi. PKK’ya yakın çevreler bu yoksa bu nasıl açılım dediler. Sonra başbakan çıktı “Anayasa değişikliği uzun dönemde var” var. Bu bölgede yaşayan Kürt vatandaşların talebi değildir. Bu açılımın amacı terör çevrelerindekilerin düşüncelerine yeşil ışık yakmaktır.

Başbakan’ın Anayasa değişikliği masada demesi bir ve biz politikamızı hazmettire hazmettire uygulayacağız demesi iki, bu açılımın iç yüzünü ortaya koyuyor.

Başbakan diyor ki ben şimdi kazanın altındaki suyu ısıtmaya başladım, kurbağa da içinde. Şimdi hemen fokur fokur atmayalım, sıçrar diyor. Bunu diyorsun da bir sen mi haklısın, bir senin mi aklın eriyor bu işe?

CHP bunun için var. CHP’nin görevi budur. Bu konuları konuşacağız. Ben başbakan mektup yazdı, bu düşüncelerimi hep söylüyorum. Biz kapsamlı bir cevap verdik, düşüncelerimizi bir kez daha ortaya koyduk. Bir kez daha ifade ettik. Arkasından bu sorunun İmralı’nın kafasına göre değil, Kürt kökenli vatandaşlarımızın dışlanmışlık duygusunun açılmasına, eğitim sorunları için ne yapılması gerektiğini de kısaca söyledik. Dedik ki vaziyet budur, bunları bilerek gelmek istiyorsan, bir başbakan’a hayır gelme demek siyaset anlayışımızın içine girmez, elbette gelebilirsin, sizi ağırlamaktan mutluluk duyarız dedik.

Ama zannetme ki sen kafandakini bana kabul ettirebilirsin. Senin ne yapmak istediğini de biliyorum. Nelerin seni yönlendirdiği biliyorum. Gel bir defa buradan anlatayım dedim. Bu tabi önemli bir buluşma. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili önemli bir tartışma. Öcalan avukatla

Bu açılım dedi, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığıyla eş değer bir iştir dedi. Şu anlamda doğru, “Atatürk bir milli devlet kurdu, şimdi biz o milli devleti çözme mücadelesi yapıyoruz” demek istedi.

Bu görüşme tarihi bir görüşme olacaktır. Bizim düşüncelerimiz arkasında Türkiye’nin tarihi var. Çok ciddi bir toplumsal bekleyişe cevap vermek üzere görev yapacağız. Bunları birlikte konuşalım, ama milletinde iki genel başkanın bu konuda ne düşündüğünü, birbirlerine ne söylediğini, birbirlerine ne cevap verdiğini bilme hakkı vardır. Türkiye’nin nereye doğru gitmekte olduğunu vatandaşlarımız, bu buluşmayı izledikten sonra daha doğru değerlendirecektir. Müsaade etsinde başbakan onun yaptığı yanlışları söyleme fırsatı bulabileyim. Eğer varsa yaptığımız yanlış o da benim yüzüme söylesin. Milletin bu buluşmayı öğrenmeye hakkı vardır. Çok önemli bir dönüm noktasıdır.

Ben sayın Başbakan’ı bekliyorum. Kendisine nezaketle saygıyla genel merkezimizde ağırlayacağız ve bu tartışmayı mutlaka kamuoyumuz gerçeğiyle

Çok sıcak bir tartışma içinden geçiyoruz. Bunu şimdi değil daha sonra değerlendiririz desin. Ama bizim ne söylediğimiz, onun ne söylediği de kayıtta olmalıdır. Bunu yok sayarak o öyle söyledi bu böyle söyledi, gerçekler saklanacak böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir buluşmanın siyasi hayatımızda ne gibi kaygılara yol açtığı daha son aylardaki deneyimimizde ortadadır. Böyle bir olayı bir daha yaşayamayız. Sayın Başbakan düşüncelerinin millet tarafından öğrenilmesinden niye kaçacak? Ben bundan kaçmıyorum. 20 sene önce bir rapor yazdık, bakın her kelimesinin arkasında kapı gibi durduğumuz bir rapordur.

Biz bu konudaki Başbakan’ın yaptığına inandığımız yanlışları söyleyeceğiz. Gizli saklı götürülecek bir iş değil.

Sen İmralı’nın gönderdiği yol haritasını saklıyorsun, kendi yol haritanı neden saklıyorsun? Biz o yol haritasını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.

 

 

 

   

 

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!