Güncelleme Tarihi:
Ülkemizde yılbaşı gecesi yaşanan doğalgaz faciası yedi gencimizin ölümü milletimizi derinden yaraladı. Hepimiz ülkemizin içinde bulunduğu durumu görme fırsatını bulduk.
Gazze’de yaşanan olaylar pek çok kişi tarafından önem taşıyor. Bir tartışma götürmez siyasetten önce insani boyutu vardık. Bu olaylar biz nasıl bir insanlık tablosu içinde bulunduğumuzu göstermiştir.
Gerçekten insanlık tarihinin karanlık ve utanç verici sayfalarından birisi bu olay vesilesiyle Gazze’de yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Durumu siyasetle diplomasiyle, hak hukuk anlayışıyla izah etmek mümkün değildir. Ortada herhangi bir biçimde makul hale dönüştürülemeyecek bir tablo vardır.
Bir coğrafya parçası Gazze uzun bir süreden beri ambargo altında. Elektrik yok yiyecek yok ulaşım yok ilaç yok hastane yok. İnsanlar kendi kaderine terk edilmiş ve birdenbire önce günler süren bir hava saldırı arkasından bir kara harekatı teker teker evlere girerek işlenen cinayetler.. Tankların ateşleriyle ambulansların hedef alınması, alışveriş merkezlerinin hedef alınması, oralardaki çocukların kadınların bütün insanlar ölüme maruz bırakılması ve şu kısa 10 günlük dönemin sonucu 550’nin üzerinde ölüm ve 3000 civarında yaralı.
Böyle bir tablonun sorumluluğunu hangi vicdan üstlenebilir, hangi yürek bu acıları yaşayabilir. Böyle bir acıyı yaşatmanın haklı görülebilecek hiçbir nedeni olamaz. Ama ne yazık ki bu oluyor ve dünyada 200’e yakın ülke, BM, sözleşmeler uluslar arası hukukun parmak taahhütleri, kadınlarla çocuklarla ilgili haklar özgürlükler, barışla ilgili taahhütler, diplomatlar, dış işleri bakanları, parlamentolar hepsi seyrediyor. Çok acı bir tablo çok net söylüyorum herkes için utanç verici bir tablo..
Bu olay hala devam ediyor. Ateşkes sözlerini telaffuz etmiyorlar. Böylesine bir topyekün imha teşebbüsünün dünyanın gözlerinin önünde sergilenmesine anlayış göstermek herkes için utançtır. Olayın bu boyutu çok açık ve net. Maalesef bu olabiliyor ve buna göz yumuluyor.
Niçin insanların inançlarını değerlerini hukuku ahlakı dinlerin temel ilkelerini hiçe sayan bu durumda niçin sessiz kalıyoruz?
Sanki ortada gizli bir mutabakat var, belki gizli olmayan bir mutabakat var. Belki orada birileri her şeyi mubah sayarak kendi amacına ulaşmak için bütün insanlık suçlarını işleyebilecek ve herkes bu sonucun ortaya çıkmasına sessiz kalarak yardımcı olacak.
10 gündür devam ediyor bu nereye getiriliyor bu süreç? Ortadoğu’da Filistin’de barışa daha yakın mı hale getririldi ? İsrail kendini daha mı güvende hissedecek? Ortadoğu istikrara doğru mu gelişiyor? Biraz daha sessiz kalmayı başarabilirsek ortaya çıkan tablo zannediliyor mu ki daha bir huzurlu güzel bir dünya olacak? İsrail için böyle olacak. Bunu düşünmek mümkün mü. Bu yolun sonu çıkmaz. Buradan kimseye huzur barış yok. Bu yolun sonu karanlık. Bu yola girildi.
Bu bir politika değil bu politikayla bir yere varılması mümkün değil. Filistin halkı Ortadoğu halkları içinde en iyi eğitimli bir toplum idi. Çalışkan üretken başarılı aydınlık düşünceli insanlardı. Laik bir toplum düzenine en uygun duran insanlardı. Ne oldu peki? 61 yıllık bir sürecin sonucunda nereye getirdi bizi? Nedir bu tablo? Bu 61 yılın sonunda bu insanlar hangi noktadadır şimdi?
Gelinen noktada şu açıkça gözüküyor. Şiddet çözümsüzlüğün ürünüdür. 60 yıldır çözüm yok Filistin sorununda. Şiddet terörü davet ediyor. Terör çözümsüzlüğü kaçınılmaz kılıyor. Böyle bir kısır döngü oturtuldu.
Bunu kıracak tek yol Filistin’de bir çözümü hayata geçirmektir. Çözümün ne olacağı konusunda bir mutabakat var ama herkes bunu kabul etmiyor.
Çözüm Filistin bağımsız bir devlet olacak. İsrail bir devlet olarak varlığını sürdürecek. İki devlet arasında bir çözüm. Bunu İran ve Hizbullah kabul etmiyor.
Çözümsüzlük şiddeti, şiddet terörü, terör çözümsüzlüğü.
Eğer süper güçler, eğer BM bunu hayata geçirmekten aciz ise hepimiz buna teslim olmak zorundayız. Yapılması gereken budur. İlk iş bu faciaya derhal son verilmelidir. Ateşkes artık siyasetin değil insanlığın bir talebi olmuştur. Bunu herkes görmelidir.
11 Eylül olayları yaşanınca ABD’deki o büyük terör saldırısı ortaya çıkınca ben umut ettimki, bu ortam birden bire dünyada terörü besleyen ana bataklıkları temizleyen bir fırsat olarak kendilerini kabul ettirilir, sorumluluklarını kavrarlar diye umut etmiştim ve demiştim ki eğer yöneticilerin bir vizyonu varsa yapmaları gereken ilk iş Filistin sorununun çözümünü mutlaka hayata geçirmektir.
Hala olmadı ve olay giderek çığırından çıkıyor. Alınması gereken tedbirlerden birisi Filistin sorununu çözmek ve Türkiye’yi AB’ye almak idi.
Ama görüyorum ki her iki noktada da duyarsızlık egemen olmuştur. Kimse bu konularla ilgilenmiyor.
Dünyada nükleer silahla yaygınlaşıyor. İran ya ulaştı ya ulaşıyor. Pakistan’da nükleer silah var. Böyle bir silahlanma ortada büyük tehlikeler var. Bu konulara bir an önce harekete geçmek ve çözümleri kararlılıkla takip etme ihtiyacı vardır.
Bizim hükümetin tavrı konusunda altı çizilmesi gereken bazı konular var. Türkiye Ortadoğu sorunlarıyla ilgili olarak ABD’nin yakın çalışma ortağıdır. BOP’da eşbaşkanlık türkiye’ye verilmiştir. Türkiye bir yandan da bu uluslar arası platformda Ortadoğu adına projelerin sorumluluğunu üstlenmiştir.
Türkiye’nin İsrail’le çok yakın ileri ekonomik askeri istihbarat niteliğinde çalışmaları var. Türkiye bütün sorun alanlarında aktif bir rol oynamaya hevesli bir ülke konumunda. Türkiye bu bölgenin askeri ekonomik siyasi gücü en yüksekte olan bir merkez.
Suriye ile İsrail arasındaki sorunların çözümünde Türkiye bir arabulucu konumunda. Bu büyük facia yaşanmadan 5 gün önce İsrail Başbakanı Olmert, Başbakan ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmeden hemen sonra bu büyük insanlık faciası ortaya çıktı.
Başbakan Erdoğan olmert ile bu görüşmeyi yaptığı sırada acaba Olmert, yani arabulucusu olduğumuz ülke, Ortadoğu’nun eşbaşkanı olan Türkiye’nin Başbakanı bu konuda bildilendirildi mi? Olmert bu konuda Başbakan Erdoğan’a bilgi verdi mi?
Bizim hükümet çevreleri böyle bir şey konuşmadık diyor. Mısır basını Mısır’a İsrail’in bilgi verdiğini söylüyor. Şimdi biz merak ediyoruz. Bilgi verildi mi verilmedi mi?
Başbakan diyor ki, “Biz bize karşı bir saygısızlık yapıldığını düşüyoruz” diyerek sanki o görüşmede bu konuşma ele alınmadığı izlenimini vermeye çalışıyor. Ya görüşüldü ya görüşülmedi? Görüşülmediyse büyük bir saygısızlıktır.
Türkiye Ortadoğu’da böyle bir operasyon konusunda kendisine bilgi vermeden kendisiyle konuşmasını kabul edilemez.
Eğer bilgi vermediyse çok acı bir tablo var demektir.
İkinci ihtimal bilgi vermiş olması. Eğer böyleyse bütün bu süreç boyunca, İsrail hakkında nutuklar atması samimiyetten yoksundur. Bunun hangisi doğrudur? Bunu anlamak ihtiyacımız bunu talep etmekte hakkımızdır.
Başbakan İsrail – Türkiye ilişkileri konusunda bugün söylemiş. “Ülke yönetmek bakkal dükkanı yönetmeye benzemez” demiş.
Şimdi bunu söyleyen başbakan bugün Can Dündar Milliyet’te bizi hatırlatıyor. Şunları söylüyor idi İsrail ile ekonomik ticari ilişkiler konusunda. Diyordu ki “Bu terör karşısında Türkiye’nin İsrail ile imzaladığı M-60 modernizasyonuna ilişkin anlaşmayı derhal askıya almalıdır” ondan birkaç süre sonra yine diyor ki “700 yıllık Türkiye tanklarını modernizasyonu için 50 yıllık İsrail'e gönderiyor"
Türkiye bir yandan al gülüm ver gülüm, içli dışlı. Öte yanda bir bakıyorsunuz böyle olaylar olunca Başbakan veriyor veriştiriyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. İsrail yetkilileri bırakın konuşsun aldırmayın diyor. Öyle anlaşılıyor.
Başbakan maalesef Türk dış politikasına böyle bir güven kaybı tablosu hediye etmiştir. Her alanda buna tanık olmaya başladık. Gürcistan olaylarında da Kafkasya istikrar projesi ortaya attı. Putin, Saakaşvili kabul etti dedi. Buraya dönünde gördük ki Rusya Osetya’yı bağımsız olarak tanımıştır, Abhazya’yı tanımıştır ve Gürcistan’ı bölmüştür. Gürcistan Devlet Başkanı hakkında da ilginç planlar ortaya atmıştı.
Başbakan Gürcistan’ı toparlayacağız diye oraya gitti Gürcistan bu hale geldi.
Başbakan Mısır’a gitti geldi kara harekâtı başladı. Biz ne söyleyecek diye açıklama yapacak diye bekledik o konuşmasını iptal etti.
Maalesef bizim hükümetimiz bütün insanlığı ilgilendiren bu olaylar konusunda konuşuyor ama uygulama tersi oluyor.
Başbakan gök gürültüsü gibi gürlüyor ama yağmıyor.
Biz İsrail haber vermiş midir vermemiş midir? Haber vermişse biz ne yapmışızdır?
İsrail saldırısı konusunda asıl etkileyici olması gereken güçler Atlantik ötesinde ve onlara anlatılması gereken ciddi gerçekler var.
Bunun için üzerimize düşeni yapmalıyız. Türkiye bütün ülkeleri devreye sokarak bir yardım kampanyası başlatmalıdır.
Filistin halkına sahip çıkmak teröre sahip çıkmak değildir. Masum halkın maruz kaldığı durum karşısında onların yanında olduğumuzu göstermemiz lazımdır.
DOĞALGAZ FACİASI
Bizim ele almamız bir diğer konuda doğal gaz faciasıdır. Bu facianın da yine üzerinde durulması gerekir. Öncelikle insani yönü. 7 tane pırıl pırıl gencimiz bir gece çok anlaşılması mümkün olmayan bir manzaranın içinde sorumsuzluklar zincirinin içinde hayatlarını kaybetmişlerdir.
Bir defa bu gençlerin bir üniversitede okumak üzere buraya gelmiş, aileleri içinde bir kısmı ilk kez üniversitede okuma fırsatına ulaşmış, başarılı gençler olarak Bilkent üniversitesine kabul edilmiş gençler olarak hatırlamalıyız.
Daha sonra öğrendik ki, yaşlı insanların gönüllerini kazanıyorlar. Dünyalarında ruhlarında böyle duygular yaşatan insanlar ve o yaşlılarımız onların anısına mevlit okutuyorlar.
Hepimizin umudu olmayı hak eden gençlerimiz bir gece yılbaşı eğlencesi sırasında ölüme terk edildiler.
Bu konuda milletvekili arkadaşlarımız konuyla ilgilendiler. Savcı gelmeden arkadaşımız oraya gitti bilgi aldı ve bu oalyın nasıl geliştiğini en kapsamlı şekilde öğrendi.
Şunlar gerçekler..
O apartmanlardan birisinde doğalgaz zehirlenmesi durumu ortaya çıkınca gerekli ihbar üzerine saat 05:09’da doğalgaz yetkilileri geliyorlar. Birinci vaka bu. O ihbarı yapanlar kurtarılıyor. 3 daire daha var birisi boş. İki daire kalıyor geriye.
Birisinde daha sonra doğalgaz tehlikesinin ortaya çıkmadığı anlaşılıyor. Ama diğerinde bir doğalgaz faciasının yaşanmakta olduğu o saatlerde, daha sonra anlaşılıyor. Ölüm saati 6 – 6:30 arası. Bir saatten fazla bir zaman var.
Doğalgaz yetkilisi tek baca olduğunu görüyor. Herhalde o apartmanda diğer dairelerinde aynı şekilde yapılmış olduğu ortaya çıkıyor.
Genel müdürden öğreniyoruz ki ters rüzgar ihtimali var. Bunu doğalgaz yetkilileri görüyorlar. Ters rüzgar, tek baca ve ortada iki daire daha var. Birisinde tablo ortaya çıkmamış, öbüründe facia yaşanıyor.
Genel müdür 40 daire olsa onlara mı gideceğiz diye savunma yapıyor. İki daire iki.
Siyasi ifade ile konuşmuyorum. Görevi ihmal en azından var. Ölüme sebebiyet verme var. Acı bir tablo. Şimdi olayın bu yönü çok ızdırap verici.
Derhal soruşturma açılacak denilir, üzüntüler paylaşılır ve mahcubiyetler ifade edilir, insanlar teselli edilir. Bu anlamda hiç olmazsa konuya sahip çıkılır denilirken.. Ertesi gün bir genel müdür ortaya çıkıyor, gerçeklere tamamen ters, yalan söylemeye dayalı bir şekilde savunmaya çalışıyor. Herkesi geri zekalı zannediyor ve bunları söylediği yetmiyor arkasından, o çocuklara, içindeki ruhundaki bütün çarpıklığı yansıtan iftiralar yönelterek mazur göstermeye çalışıyor.
Bu tablo Ankara’nın hangi zihniyetin elinde olduğunu bize gösteriyor. Demek Ankara’yı yöneten zihniyet bu imiş. O insanlar oraya tesadüfen gelmediler, tayin edildiler, desteklendiler.Kim yapıyor niçin yapıyor? Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti böyle bir anlatış içinde olabilir mi? Hadi önleyemiyorsun, yüzünün kızardığını utandığını görelim hiç olmazsa.
Bu iş mutlaka çözülmelidir, bu zihniyet Ankara’ya Türkiye’ye yakışmıyor.
Sonra istifa etti. Bu olayın kapsamlı bir incelemeye tabi tutulup o insanların hangi ilişkiler içinde olduğu, hangi hukuksuzlukların parçaları olduğu örtbas edilir umudu içinde, o istifanın ortaya çıktığı anlaşıldı.
O arkadaş çok marifetli, Polatlı’dan başlamış Beypazarı’ndan çıkmış Kendi dosyasını yıllarca kapatmış. Gökçek’in dosyalarını kapatmış. Marifet çok. Bu işe ne olur bir son verelim.
TELEKULAK
Son günlerde CHP etrafında bir tele kulak tartışması gündeme getirildi. Bu konuyu derhal emniyete aktarmadınız dediler, bende maalesef bu tele kulak konusunda emniyet çok ciddi bir güven kaybı sergilemiştir dedim ve o düşüncelerle derhal bunu emniyet güçleri ele alsın çözerler diye düşünemediğimizi ifade ettim.
Bunun üzerine İçişleri Bakanı açıklamalar yaptı dedi ki, bu çok büyük bir haksızlıktır bunu yakıştıramıyorum diye konuşmalar yaptı.
Bu çerçevede şunu hatırlatmak istiyorum. Bu tele kulak konusu Türkiye’de bizi çok meşgul edecek. Bunu herkesin çok iyi bilmesini istiyorum. Çünkü Türkiye’de öyle bir düzenleme yapıldı ki bu düzenleme iktidarı Türkiye’deki bütün iletişim kanallarını izleme denetleme kayda alma imkanına sahip kıldı.
Hükümet bir kanun getirdi, bu kanun bizi kamu hukuku sistemimizin dışında, bir iletişim kurumu yönetimi oluşturma noktasına taşıdı. Ortada bir iletişim kurumu var. Bu nasıl oldu derseniz, bakanlık atamasıyla ilişkisi olmayan bir yöntemle bir kurum oluşturuldu. Buraya kim tayin yapıyor. Bizzat Başbakan. Ne Cumhurbaşkanı ne de bir bakan katılabilir. Sadece Başbakan. Bir kişi tayin ediyor. Denetleme Kurumu kuruluyor kuran kim Başbakan.
Hiçbir hukuk devletinde böyle bir durum yoktur değerli arkadaşlar. Tesadüfen öyle oldu, üçlü kararname bilseydik yapardık diye bir durum yok bilinerek böyle bir şey yaptı.
Bu insan haklarına karşı bir tablo.
Savcılık daha sonra özel hayata ilişkin tespit ettiği görüşmeleri iptal etmiyor, onlar el altında tutuluyor. Seçmen kütüğünü yazarken, toplanan belgeler imha ediliyor derhal. Ama telefon dinlemelerinden özel hayata ilişkin bilgiler belgeler iptal edilmiyor. Şimdi böyle bir tablo var. Ben bir güvensizlik ifade ettim tele kulak iddialarıyla ilgili olarak bakan olur mu öyle şey demiş. Gerçekten çok üzüntü verici bir manzara, hatırlarsınız bir süre önce Anayasa Mahkemesi Başkan yardımcısı bir açıklama yapmıştı. Bizi izliyorlar, denetliyorlar, biz izleniyor demişti. Buna İçişleri Bakanı tepki göstermişti, Doğru değildir, bunu kabul etmiyoruz demişti. Emniyet müdür böyle bir demeç vermişti ve Cemil Çiçek böyle şey olmaz demişti. Bu açıklamalardan kısa bir süre sonra Ankara’daki savcılık bir girişim başlattı ve telefon dinlemelerini yetkili mercilerden yetki alarak inceleme yaptı ve savcı bir açıklama yaptı. Telefon dinlemeleri yapılmıştır, Osman Paksüt ile ilgili olarak bu konuda bir tereddüt yoktur ama bununla ilgili yasal alt yapıda hazırlanmıştır dedi. Dinlemenin yapıldığı 1.5 ay sonra resmen ortaya çıkmış oldu. Hükümet yalanladı, emniyet müdür yalanladı, bakan yalanladı. İşinize gelmeyen konularda gerçek dışı açıklamalar yapmak devlet adamlığı mıdır ? İlgili bakan bir savcının açıklamasıyla ört bas etmek istediği konu tekzip edilen bir bakan bir emniyet yetkilisi ne hisseder acaba ? Bunları gören vatandaş ne hisseder? Güven duygusu mu doğar ? Bizim emniyetimizde görevli fedakar olan binlerce insan vardır. En güç koşullarda hizmet yapmaktadırlar. Onları biliyorum. Ama onları yön veren insanların hangi zihniyette olduğunu görmeyecek miyiz? Eczacılarımızın her biri bir soru yumağı haline gelmişti. Ödemelerini zamanında alamıyorlardı. Hükümetin tahsildarı gibi bir görev üstlendiler. Hükümet bedava muayene yapılıyor diyordu, eczacıya da benim muayene paramı al diyordu. Bu tablo aynen böyle işlemekteydi. Ama artık bıçak kemiğe dayanmıştır ve meydanlara dökülmek zorunda kalmışlardır. Bu haklı bir taleptir. Hükümet siyasi caka satacağım diye eczacıları perişan edecek değildir. Zaten bunun altında 16 milyar dolar civarındaki eczacılık sektörünün hızla yükseldiği görülerek birilerine ihale edilmeye çalışılmaktadır. Market eczaneye dönüştürülmek istenmektedir. Bu konuda biz eczalarımızı ta başından beri destekliyoruz ve onlara inanıyoruz. Onların bir tahsildar olarak kullanılması, protokolün gereğinin yerine getirilmemesi eczacıları sıkıntıya sürüklemiştir. Şimdi hükümet bu tablo karşısında eczacıları örgütlü olarak muhatap almaktan teker teker muhatap almaya yoluna gitmektedir. Bu yıl Türkiye için önemli bir yıl olmalıdır. Bu acılardan Türkiye’yi kurtarmayı istiyoruz. Bunun için çalışıyoruz.