Güncelleme Tarihi:
Geçen hafta birden bire başbakan bir “siz sayın sen” tartışması yarattı. Yani bir insana hele kamuoyunun birbirini yakından tanıdığı insanlara birinci tekil şahıs olarak hitap etmesinde, bir hakaret kastı yoktur. O bir ifade tarzıdır. Yani Başbakan benim, kendisine sen diye hitap ediyor olmamdan hakaret kastı çıkarmasın lütfen. Hiçbir şekilde başbakanı üzmek küçük düşürmek anlamı içinde hitap etmiyorum.
Bugün gazetelerde var, kaç tane örnek. Bunu hakaret olarak almıyorum, neden alayım. Önemli olan sen diye hitap etmek değil, o sözün içeriğidir. Eğer sözlerimde bir hakaret yoksa mesele yoktur. Varsa da onu konuşalım.
Başbakan bana “sayın” de diyor. Birkaç gün önce de partime “AK Parti” diyeceksiniz diyordu. İsimlere taktı, demek ki insanların böyle bir dönemleri oluyor. Özel takıntı dönemleri. Herkesin sözüne karışıyor. Bunlar garip olaylar. AK Parti deyin, herkesin diyeceğinden sen karışamazsın. Milletin ağzına torba vuramazsın. Cumhuriyet Halk Partisi’ne nasıl, CE HE PE diyor, Halk Partisi diyor. Bunlar yanlış işler. Vatandaşa saygı göster.
Parti iyice kirlendikçe bir aklanma ihtiyacı ortaya çıkıyor ve o çerçevede partime AK Parti diyeceksin diyor. Diyemeyene de sen karışma.
Başbakan Abdullah Öcalan’a da “sayın” diyordu. Başbakan bana sayın dedi diye göğsüm kabaracak değil. O konuda bir seçiciliği olduğunu bilsem belki bundan belki bir mutluluk duyarım. Ama başbakan’ın bu konuda, önüne gelene herkese bunu kullandığı için bana demiş dememiş bir önemi yok. Biz başbakan’a sayın da deriz, her noktada sayın diyeceksin diyor, bu mümkün olmuyor.
Türkiye’nin AB ile ilişkileri düşündüğümüzden daha da karmaşıktır. Engellerle doludur. Bunu değerlendirmemiz lazımdır. Buradan çıkarılması gereken sonuç, AB ile ilişkilerimizi, bize düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz. Tam üyelik için gerekli hazırlığı ihmal etmeden sürdürmeliyiz.
Ama öte yandan, AB ile müzakerelerimizin gerçekleşmeyeceğini öngörerek. Ne demektir bu?
Türkiye’nin bir süre sonra pişman olacağı, AB ile tam üyelik müzakeremizin gereği olma ötesindeki, haklı gereği olmanın ötesindeki, talepleri konusunda daha dikkatli daha özenli ve daha Türkiye’nin yararlarını gözeten bir çizgi içinde olmalıyız. Bu çerçevede en önemli konu Kıbrıs’tır. Yürütülen müzakerelerin, Türkiye’nin bekleyişine yapıcı somut bir katkı yapacağı umudu içinde AB ile müzakere götürenlerin artık daha gerçekçi daha ayağı yerde bir değerlendirme yapma ihtiyacı vardır.
Geride bıraktığımız hafta ekonomik tartışmalarına ağır olduğu bir hafta oldu. Bu çerçevede sanayideki daralmanın devam ettiği görüldü. Bu daralmanın ağırlığının mart ayında ve şubat ayından yaşanmış olandan daha küçük olması bir teselli olarak ortaya çıktı.
Nisan ayında 18.5 daraldık diye hep birlikte sevindik.
CHP’nin önerdiği ve AKP’nin çok sonra uyguladığı ÖTV ve KDV indiriminin önemi gözden kaçmamalıdır. Bu sanayi üretiminin azalmasına neden olmuştur.
Mazur görün bunu söylemek durumundayım. CHP bu öneriyi yaptığı zaman 6 ay olarak önermişti. Şimdi 3 ay indirdiler, ikinci uzatmayı düşünüyorlar. Bu sanayi küçülmesindeki yumuşamanın altında bunun yattığına elbette hepimiz dikkati çekmeliyiz.
Eğer ÖTV KDV indirimi değişmezse aynı tablonun devam etmesi ihtimali de kuşkusuz vardır.
Bunlardan sonra Başbakan bir teşvik paketi açıklaması yaptı. Bir ekonomi politikası içinde bir açıklama yaptı. Bu açıklama sırasında bazı tespitler dile getirdi. Böylece başbakan’ın anlayışı ortaya çıktı.
Önce bir defa, Türkiye ekonomisinin beklediği bir teşvik paketinden önce, orta vadeli bir ekonomik programdır ve asıl bekleyiş budur. IMF’yle ilişkilerde askıya almaya yönelmiş durumdadır, böyle bir aşamada makro ekonomik kriterlerle ilgili bekleyişini orta vadeli olarak ortaya koymaya ihtiyaç vardır. Ortada bir bütçe dahi yoktur.
Türkiye’de ekonomiyle ilgili olumsuzluklar işsizlik başta olmak üzere, ciddi şekilde alarm vermeye devam ediyor. Böyle bir durumda geleceğe hangi projektörle baktığımıza ihtiyacımız var.
Başbakan yaptığı konuşmada tartışmalı tespitler söylemiştir. Bizden teğet geçecek söylemini yumuşatma gayreti içerisinde girmiştir.
2008 yılı son üç aylık döneminde yüzde 6,2 oranında Türkiye ekonomisi daralmıştır.
2009 yılının ilk üç ayında milli gelirde yüzde 12’lik daralma ortaya çıkmıştır. G-20 ülkeleri arasında en sert daralmanın yaşandığı ülkenin Türkiye olduğunu ortaya koymuştur.
Ekim ayından bu yana teğet geçiyor diyor başbakan, ücretli çalışan sayısı 1 milyon düşmüştür, işsiz sayısı ciddi bir artış göstermiştir.
2009 bütçesi darmadağın olmuştur. 2009 genelinde bütçe açığının 10.4 milyar olması hedeflenirken, yılın daha ilk dört ayında açık ikiye katlanmış ve 20 milyara çıkmıştır. Türkye 2009 yılı bütçesi tamamen artık anlamını kaybetmiştir.
Bütçedeki bu daralma hazinenin borçlanma ihtiyacını hızla azaltmıştır.
Başbakan’ın bu açıklamaları yaparken, üstünde durduğu bir noktada, IMF’yle ilişkiler konusunda kamuoyunu aydınlatma ihtiyacını hissetti, bizden önlem almamızı istiyorlar ancak bunu kabul edemeyiz dedi.
IMF’nin talep ettiği siyasi istekler nelerdir? Kıbrıs konusunda mı bir talebi vardır, Ermenistan konusunda mı bir talebi vardır? Böyle söyleyip geçemez. IMF siyasi istekler yapıyor bunu kabul edemez diyor. Bunu bilelim hep beraber karşı çıkalım.
Dünya Bankası böyle bir talepte bulunsa bu anlaşılabilir ama biz IMF’nin ortağıyız üyesiyiz o nedenle bu talebi yapamaz diyor. Dünya Bankası yapsa neyse ne diyor. Başbakan’ın bilmesi gerekiyor, Türkiye Dünya Bankası’nın da üyesidir ve yeri IMF’den farklı değildir. hiçbir ayrım yoktur bir.
İki Dünya Bankası’nın Türkiye’den yapması halinde başbakan’ın kabul edeceği fakat IMF talep yaptığı için kabul edilemez bulduğu talep nedir? Gerçekten meraka değer.
Başbakan ilginç bir değerlendirme yaptı. Kusura bakmayın vatandaşın parası var dedi. Bir kere vatandaşın parası varsa kusura bakmak neden olsun?
Ancak bu sözü teğet geçecek değerlendirmesinin izdüşümüdür. Daha önce nasıl kriz teğet geçecek dediyse, vatandaşta para var diye hala kriz karşısında sağlam bir tavır takınamamanın dağınıklığını yaşıyor.
Yani ücretle çalışan 1 milyon vatandaşımız işini kaybetmiştir. İşçi maliye’yle haciz arasında sıkışmıştır. Merkez Bankası’nın son yayınladığı finansal istikrar raporu verilere göre, vatandaşın borçla yaşar hale geldiği artık netlik kazanmıştır.
Bu tespitlerin ötesinde başbakan bir teşvik paketi açıklamıştır. Bununla ilgili olarak arkadaşlarımız ciddi bir araştırmasını yapıyorlar. Ama bu aşamada şunları söylemem gerekir. Önce bir defa şu bilinmelidir. Türkiye’nin ihtiyacı orta vadeli bir programdır. İki krize karşı etkin önlemler içeren krizle mücadeleyi ön gören bir krizle mücadele programının ilan edilmesidir.
Birisi üretimi artırmaya yönelik tedbirler, diğeri talebi artırmaya yönelik tedbirler. Üreticiyi desteklemeyi, yeterli yetersiz ama, üreticiye yönelik tedbir arama ihtiyacını iktidar tartışmaya bulurken, talebi yükseltmeye yönelik, tüketici ayağını dikkate alan bir arayıştan uzak durulmaktadır.
Her şey ortada hala bu konuda gerekeni yapamıyoruz. Bin bir talep ve ısrar üzerine 18 kişinin malvarlığına el konuldu. Çok bölünmüş bir medyamız var. Ama medyamızın her kesiminde de yer alan insanlar birlikte bu olmaz diyorlar. Bu olmaz ve başbakan’a bunun gereğini yap diyorlar.
Nazlı Ilıcak’tan tutun, yandaş medyanın çeşitli kesimlerinden, Taraf Gazetesi’nin yazarlarından, Hürriyet Milliyet Vatan gazetelerine kadar bir çok geniş gazete var. Toplum tam bir uyum içinde, bunun olması lazım. Haysiyeti rencide oluyor insanın. Çok açık bir olay. Gerçekten olması gerekir ama olmuyor Türkiye’de.
Hükümet üyeleri söylüyor, başbakan yardımcısı söylüyor ama istifa olmuyor. Bu olay çok önemli bir gelişmelerin odak noktasında bir konu olduğu içindir ki bütün Türkiye bu kadar haklı olarak talep ettiği halde olmuyor. 1.5 ay sonra süreci bitecek başkanlık döneminin.
Bir kaygı bir telaş mı var? Efendim yetkimiz yok diyorlar. Sızlanıyorlar. Sevsinler. Sizin yetkiniz yoksa, RTÜK üyelerinin yetkisi var. Bir tek şey gerekiyor, gereken kişinin buna evet demesi yada engelini kaldırması. Bıraksalar oradaki insanlar da bunu elbette yapacaklar. Onlarda görmüyor mu bu yanlış bir iştir? Niye yapılamıyor? Yapılmadığı halde niye hazmediliyor.
Bu olay Kanal 7’yle irtibatlıdır. Kanal 7 sıradan bir TV kuruluşu değildir. bunun kuruluş aşamalarında yaşanan olayları, Sabahattin Önkibar yazılarında dile getirmiştir nasıl Ankara Büyükşehir başkanı’nın davetiyle, İstanbul’un o zamanki belediye başkanının, kendisinin teknik bilgisine başvurmak amacıyla bir çağrı yaptıklarını, buluşmada yer aldıklarını kapsamlı bir şekilde anlatmıştır.
Başbakan bize rahatız diyor, Allah rahatlık versin sayın Başbakan.
Bu ciddi bir konudur bu konunun altında Türkiye kalmayacaktır. Ama kim kalacaktır, kim kalmayacaktır bunu hep beraber göreceğiz.
Sen şunun bunun hesabını ver diye partimi suçlamaya çalışıyor. Bu konularda polemiğe gerek yok. Biz çok açık konuşuyoruz. Biz muhalefetiz, o iktidardır. Her türlü güç elindedir. Eğer benim ve CHP’nin vermesi gereken bir hesap var ise, göreve davet ediyorum, derhal suç duyurusu yapsınlar. O yapmıyorsa ben onun adına savcıları göreve çağırıyorum. Bizim hakkımızda ben suç duyurusu yapıyorum.
Yetkili savcılar bunu suç duyurusu kabul etsin, benim hakkımda ve partim hakkımda ne iddia söylüyorsa başbakan, onun suç duyurusu olarak kabul etsinler. Onun adına dilekçeyi ben veriyorum, onun sözlerini dilekçe olarak kabul ediyor.
Ben bu kadar rahat söylüyorum, lütfen sende aynen sende söyle. Ben benim hakkımda suç duyurusu yapıyorum. Savcılar derse ki onun dokunulmazlığı var, lütfen onu da kaldıralım.
Benim dokunulmazlığımı kaldırın. Sen de lütfen gel, parlamentoda herkesi sıkıntıya sokmayalım. Recep Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal ikisinin dokunulmazlıklarını kaldıralım.
Bunu yapmayıpta grup toplantılarında meydanlarda, hesabını versin savcılıklara gitsin diye boş boş konuşmak Başbakan’a yakışmıyor.
Durmazsan namertsin namertsin.
Ver talimat arkadaşlarına kaldırıversinler. Niye kaldırmıyorsun. Bu kadar açık samimiyet yok. Başbakan’ın sözlerinin arkasında samimiyet yok, kendisi inanmıyor.
Başbakan durumu idare etmek için, baskıyı dağıtmak için, sıkıntıdan kurtulmak için söylüyor. Geride bıraktığımız haftada yine bizi muhatap olarak kabul edip, yaptığı bir polemik var.
Türkiye Cumhuriyeti’nin gelmiş geçmiş en kaba üslubu olan başbakan, bugünkü başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu tartışma götürmez bir gerçektir. Bir tespit olarak söylüyorum. Bütün başbakanlar ortada, söyledikleri sözler ortada. Başbakan herkese karşı kabadır. Yaşlı bir köylüye de, bir kadına da, bir çocuğa da, çiftçiye, emekliye kabadır. Üslubu bu başbakan. Kim olduğu önemli değil.