Güncelleme Tarihi:
İşte Baykal'ın konuşmasından satırbaşları:
Çok hızlı kalkınma büyüme dönemiydi. Türkiye’de de bunu gerçekleştirmemiz beklenirdi. Bütün bu şanslı dönemler dahil AKP’nin bu 7 yıllık iktidar döneminin ortaya koyduğu kalkınma hızı yüzde 4. Türkiye kurulduğu ilk günden beri, yoksul Türkiye, harap Türkiye, barajı sanayisi olmayan Türkiye, Osmanlı’nın borçlarını ödeyen Türkiye, o Türkiye’yle başlayan insanların gerçekleştirdikleri büyüme hızı, ki içinde askeri müdahaleler çok büyük sıkıntıların yaşandığı tarihi dönemdir. Dışarıdan tek kuruş yardım alınmamıştır, dışarıdan yatırım borç gelmemiştir. Böyle bir ortamda AKP’nin büyüme hızından çok daha fazlasını gerçekleştirmişlerdir.
7 yıl böyle bir altın fırsat, tek parti hükümeti olarak teslim edilmiştir. 7 yıl sonunda ortaya çıkan manzara, Türkiye’nin normal kalkınma hızının altındadır. Gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin, savaş kriz bunalım isyan dönemlerinin ortalamasının altında kalmıştır.
7 yılda ekonomide iyi işler yapıldı, iddialarını ortaya atanlar bu tabloya cevap verme ihtiyaçları vardır.
AKP iş başına geldiğinde 2002 yılında, Türkiye gelişmekte olan 149 ülke içinde 29. sıradaydı. Büyüme hızı bakımından 29’ncuydu. Şimdi o çok iyi 2007 sonuna kadar yaşanan şanslı dönemin sonunda 100. sıraya düşmüştür. Yani şanslı dönem değerlendirememiştir. O dünyada ekonomik kriz yaşandığı sırada, krizde yanlış yönetildiği için bu defa 136. sıraya düşmüştür. 149’un içinde Türkiye 136. sıraya düşürmüşlerdir. Bunun neresi başarı Allah aşkına?
İster borca bakın, ister büyümeye bakın. Büyüyeceksiniz ki insanlara iş veresiniz. İstihdam imkanı sağlayasınız. Ülke büyümeden zenginleşmek mümkün mü? Bir avuç insan iktidarın etrafındaki parazitler, oğullar damatlar aileler zenginleşir. Ama bu Türkiye’nin zenginleşmesi anlamına gelir mi? Ülke büyüyecek ki, adaletle dağıtılacak ki hep beraber yüzümüz gülsün. Nasıl olacak bu? Ülke kalkınırsa. 6.5 küçültürseniz ülkeyi bir avuç insan zenginleşebilir ama bu halkın acısı derinleşir. Sizin zenginliğinizin bedelini de esnaf çiftçi emekli öder.
Hububat buğday üretimine bakalım. 2001 yılında iktidara geçerken buğdayın fiyatı 450 liraydı. Şimdi 2009 yılında gene 450 diyelim. Bu fiilen uygulanmıyor tabi mukayese bazı olur. Buna karşılık ne değişmiştir çiftçi bakımından?
İktidar teslim edilirken mazot 1130 liraydı, şimdi mazot 2700-2800 seviyesine çıkmıştır. İlacı falan karıştırmıyorum. Gübre 250 liraydı, şimdi 850 lira olmuştur.
“GDO AÇILIMI”
Önümüze yeni bir açılım daha geldi. GDO. Genetiği değiştirilmiş organizma açılımı. Bu açılımın bizim gıdamızın yemlerimizin hayvanlarımızı beslerken kullandığımız yemlerimizin, genetik yapısının, Allahın verdiği doğanın oluşturduğu yapısının değiştirilmesi suretiyle, yeni bir ürün haline dönüştürülmesi.
Bizim biyolojik güvenlik yasasına ihtiyacımız var deniz. Bu bizim zenginliğimiz, bu bizim için olağanüstü önemli diye yıllardır ilgili kuruluşlar bu konuları gündeme getirirler ama hala bir yasa düzenlenmedi.
Bize dendi ki bir yasa hazırlıyoruz. Yasa taslağı geldi diye beklerken, yasaya falan gerek yok biz yönetmelik çıkarıyoruz dediler.
Türkiye’de hormon konusunda güven veren bir tablo yoktur. Hiçbir bilgiye sahip olmadan önünüze geleni tüketmek zorunda kalırsınız.
Bu 70 milyonun sağlığını, sadece onları değil geleceğimizi istikbalimizi tehlikeye atılan bir olay.
ŞEHİT YAKINLARINA POLİS DAYAĞI YAKIŞMIYOR
29 Ekim dolayısıyla Türkiye’de açılımlara yönelik tepki ortaya konuldu. Şehit aileleri yürüyüşler yaptılar. Vatandaşlarımız insanlarımız sokağa döküldüler. Tepkilerini yansıtmaya çalıştılar. Bu süreç içinde üzüntü verici görüntülere tanık olduk.
Bir defa bu demokratik hakkını kullanan insanlara sergilenen tavır milletimizi rencide etmiştir. Evladını şehit vermiş bir aile yaşanan gelişmelerden çileden çıkmış. Demokratik bir hak, evladını vermiş bu ülke için, şimdi çıkıp iktidarı uyaracak. Buna vatan haini gibi terörist gibi PKK’lı gibi muamele edilir mi?
Denizli’de yürüyüş yapılacak, sivil kuruluşlar girmeyecek demişler. Cumhuriyeti kutlamak için oradaki sivil kuruluşlarda cumhuriyet coşkusunu yaşamak istiyorlar. Hayır olmaz, sanki onlar en büyük tehlike. Yasakladık. Yahu olur mu öyle şey?
Bu defa en ağır dayak coplamalar, elimdeki gazeteleri gerçekten göstermek istemiyorum. Denizli’de yaşanan olay utanç vericidir. Şehit yakınlarına polis dayağı yakışmıyor.
Gazilerimize şehit yakınlarımıza hepimiz sadece şükran borçluyuz. Minnet borçluyuz. Onların duygularına davranışlarına değer vermek zorundayız. Onlar Türkiye hakkında herkesten daha öncelikli söz söyleme hakkı olan insanlar. Bu geride bıraktığımız hafta içinde ne yazık ki bu acı manzaraları yaşadık.
Şehitlerimizi gazilerimizi nasıl yok sayabileceğimizi, bu konuda tam bir duyarsızlık içine girerek sergiledik. Bu da milletimizin gönül tellerini kopardı, çok acı bir tablo yaşandı.
AKP'NİN TÜRK BAYRAĞI ALERJİSİ VAR
Türk bayrağı konusunda bu iktidarın alerji içine girdiğini görüyoruz. Yani bir bayrak alerjisi var. Alerji derken belki haksızlık yapıyorum, PKK bayrağına alerji yok, Türk bayrağına alerji var. Türk bayrağı açıldığı zaman birileri çileden çıkıyor. TBMM’ye bayrak sokmayı yasak etmeye kalktılar.
Buraya gelecek şehit anaları, o bayrak onun evladı. Kaybettiği evladı o. O o duygular içinde taşıyor onu. Bunu yasakladık, meclis’e bayrak giremez. Meydanlarda bayrak dolaştırmak tehlikeli. Bayrak taşıyan insanlara cop ve saldırı mubah.
Azerbaycan bayrağı yasak, Türk bayrağı yasak, ama PKK bayrağı o kadar yasak değil.
PASTADAN ÇIKAN ATATÜRK MAKETİ
Diğer bir rahatsız eden konu, şapkadan tavşan çıkarır gibi, Atatürk’ü pastadan çıkarmak. Yani Atatürk’ü bir tatlı sürpriz olarak orada toplanmış olan insanlara sunma arzusunun anlamsız bir tezahürü müdür? Atatürk konusunda ciddi ortamlarda gereken yerde gerektiği biçimde ortaya koyamamanın ezikliğini, pasta Atatürkçülüğü yaptık yasak bir iş midir? Anlamak mümkün değil.
Ama maalesef o tablo, Atatürk’e de saygısızlık olmuştur, Atatürk’ü yaşatan Türk milletine de saygısızlık olmuştur.
Yani düşünüyorum, Kürt açılımının Atatürk’ün ölüm gününde getirilmiş olması, derin bir anlam mı taşıyor? Birisi bilerek bir şey mi ifade etmeye çalışıyor? Atatürk artık aramızdan ayrıldı, şimdi biz bunları yapabiliriz mi demek isteniyor?
Eğer öyleyse bunun tabi anlamını hep beraber tespit ediyoruz, eğer bu açılım TBMM’ye gelecek ise Türk bayrağının yarıya indiği bir günde getirilmiş olmasının da çok özel bir anlamı vardır.
Türk bayrağının yarıya indirildiği bir günde, Meclis’te biz bu açılımı konuşacağız. Bozacağız hiç merak etmeyin.
Bu açılımlar nerelerden nereye geldi? Bu Kürt açılımı daha ilk adımında gerçek yüzüyle ortaya çıktı. Ne olduğu anlaşıldı. Nereye açılımı olduğu görüldü. Kürt açılımı sözünün yanlış olduğu bunun aslında PKK açılımı olduğu net bir şekilde ortaya çıktı.
Bu mektuba baktığımız zaman ne görüyoruz. Bu iş Genelkurmay Başkanı’nın bilgisi dahilindedir, 1. Ordu Komutanı talimat vermiştir. Yani savcının yapması gerekeni karara bağlıyor. Olay birden bire albay örgütlenmesi olmaktan çıktı, Genelkurmay Başkanı düzeyine neyle geldi? Belgeyle mi geldi? Savcının incelemesiyle mi geldi? Hayır muhbir vatandaşın ithamıyla. Kardeşim sen bilgi sahibiysen, ver o belgeyi, mahkemede tanık ol. Bu yetmedi bu muhbir vatandaş dedi ki CHP de bu sürecin içindedir. Ben büyük bir anlayışla izliyorum olayı. Nereye kadar CHP de bu işin içindedir denilene kadar. CHP silahlı kuvvetlere büyük saygı duyar. Ülkemizin güvenliğimizin bağımsızlığımızın güvencesidir. Bizim bütün tarihimiz bunun tanığıdır. 12 Mart’a karşı çıkarak biz yeni bir siyasi oluşumu Bülent Ecevit etrafında gerçekleştirdik. 12 Eylül’de CHP olarak kapatıldık. Sürgünlere gönderildik. Arkadaşlarımız en büyük acıyı o dönemde yaşadılar. Ondan sonraki dönemlerde demokrasi mücadelemizi hep birlikte götürdük. Daha sonra silahlı kuvvetlerimizin takındığı tavırları sorgulamış bir siyasi partiyiz. Silahlı Kuvvetler'de uygun görüyor denildiği zaman. Herkes işini yapacak, biz bunu uygun görmüyoruz demiş bir siyasi partiyiz. Çıkmış vatandaş bunu söylüyor? Önce çık ortaya da seni görelim. Çık ortaya da bir hesaplaşalım seninle. İhbar mektubunu almış imza yok. Nerede şeffaflık nerede demokrasi, nerede insan hakları. Çık ortaya iddianı koy, mahkemede hesaplaşalım seninle, ispatla bakalım iddialarını. Bu arkadaş belgeyi 4,5 ay saklamış, daha sonra göndermiş. Biz o gecikmeyi, o mektubu veren kişiyle hükümetin işbirliğiyle kanun çıkarmış olmasını, birlikte çalışma olmasının işareti olarak düşünme anlayışı içindeyiz. Yoksa 4.5 ay bekletti. Bunda değilim ben, ama bu tezgahın içinde kimler var? Kanunun çıkması tesadüf mü? Kanun çıktıktan sonra belgenin ortaya çıkması tesadüf mü? Bu büyük olayı Türkiye’nin önüne ne getirdi? Adli Tıp’ta 3 kişi, benzerlik ifade eden formülle, bu mümkün olabilir demiş. Kim demiş, İstanbul’daki Adli Kurum. Peki bu kişiler kim bunlar? Ne zaman gelmiş oraya? Kimisi 10 gün, kimisi 1 ay diyor. Pek bunlar grafolog mu? Doktor. Peki bu insanlar Adli Tıp’ta böyle durumlar karşısında, 3 kişi olarak toplanıp karar mı alırlar? Yoksa tesadüflerin şekillendirdiği bir kadro mu yapar? Bunlara dikkat edilmiş mi? Edilmemiş. 3 kişi karar vermiş. Verilen hüküm, nihai hüküm bile değil. Şimdi Türkiye’de kıyamet kopuyor. DENİZ FENERİ Kısa bir süre önce, savcılık gitti. Deniz feneriyle ilgili inceledi falan. Bir haberiniz var mı? Milletvekili arkadaşlarımız soru soruyorlar bakanlara. Bu konularla ilgili. Devlet sırrıdır söyleyemeyiz. Deniz Feneri devlet sırrı. Bu konuda muhbir mektubu göndermiş, mektup ertesi gün gazetelerde. Şimdi savcılık açıklama yapıyor, biz vermedik, muhbir vermiş olabilir? Peki Adli Tıp’ın kararını da muhbir vatandaş mı verdi? Bunu Adalet Bakanı, Başbakan, savcılar bunu seyrediyor. Bu manzara çok açık ve nettir.