Güncelleme Tarihi:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz başvurusunda, Başsavcılık ile 9. Ceza Dairesi arasındaki uyuşmazlığın, sanığın kaleme aldığı ve dizinin son yazısını oluşturan sekizinci makalede geçen “Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesi nedeniyle, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 159. maddesindeki suçun oluşup oluşmadığı noktasında toplandığı belirtildi.
Başvuruda, 765 sayılı TCK'nın 159. maddesinde “Tahkir, tezyif ve sövme kastı bulunmaksızın, sadece eleştirme maksadıyla yapılan düşünce açıklamaları cezayı gerektirmez” denilerek madde yönünden ifade özgürlüğünün sınırlarının çizildiği, Anayasa'da da basın özgürlüğünün sınırlarının gösterildiği hatırlatıldı.
Emsal yargı kararlarından örneklerin yer aldığı başvuruda, konuşmanın içerisinden bazı sözcükler tek tek ele alınarak ve bu sözcüklere olumsuz anlamları açısından bakılarak ve konuşma bütünü değerlendirme dışı bırakılarak sonuca varılamayacağı yönünde kararlar olduğu kaydedildi.
UYUŞMAZLIK NOKTASI
Başvuruda, “Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur” şeklindeki cümlenin, anlam yönünden açık ve net olmayıp polemik konusu olabilecek nitelikte olduğu, bu cümlenin farklı iki şekilde algılanabileceği kaydedildi.
İtiraz başvurusunda, söz konusu cümlenin, “Türk'ten boşalacak o zehirli kan denilmekte ve Türklük aşağılanmakta” şeklinde algılanabileceği gibi, bu cümleden önce gelen makaleler dikkate alınarak da algılanabileceği belirtildi. Cümlenin, “Türk kavramı ile kastedilenin Türkler olmadığı, Ermenilerdeki 'Türk anlayışı, Türk olgusu', Ermeni'nin kanına bile işleyen ve sanığın ifadesiyle Ermenileri zehirleyen anlayış olduğu” yönünde algılanabileceği ifade edilen başvuruda, ayrıca bu cümleyle “sanığın bu anlayışı özeleştiri yaparak Ermenileri zehirleyen ve terk edilmesi, ötelenmesi gereken bir anlayış olarak ortaya koyduğu” algılaması yapılabileceği ifade edildi.
Bu iki algılama biçiminin somut duruma uygun olanının ortaya konulması gerektiği vurgulanan başvuruda, Daire ve Başsavcılık arasındaki uyuşmazlığın da bu noktada toplandığı kaydedildi.
“GERÇEK AMAÇ VE KASTININ SAPTANMASI”
İtiraz başvurusunda, “Yazı dizisi bütünlüğü içerisinde, sanığın kavramlara verdiği anlam ortaya konulmadıkça ve cümle yapısı analiz edilmedikçe doğru sonuca varılamaz” denildi.
Aynı zamanda genel yayın yönetmeni de olan sanığın her iki algılamaya bilerek yol açtığı, bu nedenle atılı suçun oluştuğunun ileri sürülebileceği vurgulanan başvuruda, ancak Dink'in savunmasında, kastının ve amacının bu olmadığını, önceki yazılarında Türk sözcüğü ile Türkleri/Türklüğü değil, Ermenilerdeki/Ermeni kökenlilerdeki Türk anlayışını kastettiğini belirttiği kaydedildi. İtiraz başvurusunda, şöyle devam edildi:
“Söylenen sözler polemik yaratsa da abartılı, rahatsız edici olsa da; yazı bütünlüğünü gözetmeyen ve cümle yapısını analiz etmeyen bir kısım kitlede farklı ve yanlış anlamalara yol açsa ve bu yanlış anlamanın nedeni sanık olsa da sanığın kastı ortaya konularak sonuca gidilmelidir.”
Başvuruda, bunun için sanığın kavramları nasıl anlamlandırdığı incelenerek, sözlerinin bu doğrultuda amaçsal olarak yorumlanması; sözlerinin, makale ve yazı dizisi bütünlüğü içerisinde ele alınması, gerçek amaç ve kastının saptanması gerektiğine işaret edildi.
Sanığın, tüm yazılarını bir zincirin halkaları olarak ortaya koyduğu, bu nedenle sanığın kastını ortaya koymak için, son yazıyı kendi içinde değerlendirmek gerektiği gibi, son yazıyı öncekilerle bir bütün içerisinde de değerlendirmek gerektiği belirtildi.
“ÖZEL KAST OLDUĞU SÖYLENEMEZ”
Başsavcılığın itiraz başvurusunda, “Tüm yazılara bakıldığında, izleyen her yazının kendisinden önceki yazıya dökülen fikirlerle başladığı da ayrıca görülmektedir. Bu nedenle sekizinci yazının, davaya konu cümleyle başlamasının özel bir kastın ürünü olduğu da söylenemez” denildi.
Başvuruda, suça konu yazının yer aldığı sekizinci yazının, final niteliğinde ve önceki yazılarla ortaya konulan düşünceleri sonuca bağlama amacını da taşıdığı kaydedildi.
“ZEHİRLİ KAN TÜRKLERE AİT KAN DEĞİL”
Başvuruda, şu saptamalar yapıldı:
“Davaya konu sekizinci yazıdaki 'zehirli kan' Türklere ait kan değildir. Sanığa göre Ermeni kimliğini zehirleyen, Ermenilerin Türklere olan bakış açılarını, kimliklerinin bir parçası haline getirmiş olmalarıdır. Ermeni kimliği yönünden hatalı çıkış noktasını ve zehri oluşturan bu Türk saplantısı terk edilip, bunun yerinin Ermenistan'la kurulacak bağla dolacak temiz kanla doldurulması durumunda, daha sağlıklı bir kimliğin ortaya çıkacağı belirtilmektedir. Yazıda Ermenistan'la bağ kuracağı belirtilen kişilerin Ermeniler olması ve bu damarın da Ermenilere ait damar olması karşısında, bu damardan boşalacak zehirli kan da kuşkusuz Ermenilere ait kandır. Bu nedenle ilk bakışta Türklerin kastedildiği biçimindeki gerçeği yansıtmayan anlayış, cümlenin devamıyla ve sekizinci yazının diğer bölümleriyle bile değişmektedir.”
“YORUM YOLUYLA SUÇ YARATILMAMALI”
Cümlede geçen Türk sözcüğü ile kastedilenin ise Türkler olmayıp, Ermeniler/Ermeni kökenlilerdeki Türk olgusu olduğu belirtilen başvuruda, şunlar kaydedildi:
“Bu nedenlerle, sanık, Türk sözcüğü ile Türkleri hedef almayıp Ermeniler/Ermeni kökenlilerdeki ve onların kanına işleyen hatalı, zehirli anlayışı kastetmektedir. Bu nedenle davaya konu sözler 'Türkleri aşağılayıcı, küçültücü ve/veya sövgü içerikli' olmadığı gibi Türklüğe kin, nefret ve düşmanlık çağrısı da içermemektedir. Bu çıkarım, yukarıda açıklandığı üzere sanığın kastı ve yazı bütünlüğü ile uyumludur.
Kaldı ki, sanığın yarattığı polemik ve tereddüt nedeniyle ilk algılama biçiminin oluşa uygun olmadığı da, kastı araştırılınca ortaya çıkmaktadır. Üstelik tereddütlü bir durumda, bu tereddüt giderilemiyorsa, yorum yoluyla suç yaratılmamalı, tereddüt de sanığın lehine yorumlanmalıdır.
Ayrıca mahkemece ifade özgürlüğünün sınırlarının bazen 'yasadan' bazen de 'ahlak' kurallarından kaynaklanacağı belirtilmiştir ki, yasal dayanağı olmayan hiçbir nedenle ifade özgürlüğü kısıtlanamaz.”
“TÜRKLÜĞÜ AŞAĞILAMAK OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ”
İtiraz başvurusunda, Anayasa'nın 66. maddesiyle Türk kavramının ırksal bir temele oturtulmayıp, 'Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olarak' nitelendirilmesi karşısında, Türkiye Cumhuriyeti yönünden Türk ve Türk Ulusu kavramlarının, bu Türk tanımlaması ekseninde biçimlendiğinin açık olduğu kaydedildi. Başvuruda, şu tespitler yapıldı:
“Bu nedenlerle Türkiye'deki Ermeni kökenli Türk vatandaşları bağlamında da 'eleştiri' boyutunda kalan yazıda, Türklüğü alenen tahkir ve tezyif söz konusu değildir.
Sanığın birtakım benzetmelerden hareketle düşüncelerini ortaya koyması ve 'Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur' sözünü, Ermeniler/Ermeni kökenliler için uyarlaması, Türklüğü aşağılamak olarak da değerlendirilemez.
Türkler için doğruluğu kabul edilen sözden yola çıkarak Ermeniler/Ermeni kökenliler için de kendince doğru bir söylem geliştirme çabası, Mustafa Kemal Atatürk'ün sözünün Türkler yönünden doğru olmadığı anlamını da içermemektedir.”
“ERMENİ AZINLIK KİMLİĞİNİN KORUNMASINI SAVUNMAK”
Ermeni kimliğinin, Türkiye'de Lozan Antlaşması uyarınca 'azınlık kimliği' niteliğinde kabul edildiği ve bu yönüyle korunmakta olduğu vurgulanan başvuruda, şöyle devam edildi:
“Ermeni kimliği bağlamında 'bu anlamıyla' Ermeni azınlık kimliğinin korunmasını savunmak, suç olmayacağı gibi bir kastın göstergesi de olamaz.
Tüm bu açıklamalar ve istikrar kazanan yargısal uygulamalar karşısında sanık, üslubuyla polemiğe yol açsa ve rahatsız edici olsa bile, yazıda geçen 'Türk' sözcüğü, Türkleri ya da Türklüğü değil Ermenilerdeki/Ermeni kökenlilerdeki hatalı 'Türk anlayışı/olgusu' yerine kullanıldığından; dolayısıyla zehirli kan ile de Türklerdeki kan kastedilmediğinden, Türklüğe yönelik bir tahkir ve tezyiften söz edilemez. Kaldı ki aksinin kabulü halinde ise, sanığın kastına yönelik tereddüdün de sanık lehine değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenlerle suçun oluştuğuna yönelik gerekçeler, olaya ve dosya içeriğine uygun değildir. Sanığın 'eleştiri sınırları' içinde de kalan, hatta mensubu olduğu cemaat/Diaspora yönünden 'özeleştiri' niteliği taşıyan sözlerinde atılı suçun maddi ve manevi unsurları oluşmamıştır.”
Başsavcılık, bu gerekçelerle, sanığa atılı suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığını ileri sürerek, Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararının, “suçun oluştuğu”na yönelik bölümünün kaldırılmasını istedi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesinin kararının esastan da bozulmasını talep etti.