Güncelleme Tarihi:
ERDOĞAN, MERKEL'LE BİR ARAYA GELDİ
İşte Erdoğan'ın konuşmalarından satır başları:
2014 yılı Türkiye AB ilişkileri bakımından tarihi bir yıl olacak. Esasen dünyamızın son yıllarda şahit olduğu önemli hadiseler, Türkiye AB önemini, AB üyesi olmasının hayatiyetini net bir şekilde ortaya koydu. Küresel Arap krizi, Suriye ve Mısır meseleleri gibi çok daha gelişme, AB’nin Türkiye’ye olan ihtiyacını hepimizin görmesini sağladı.
Artan nüfusa rağmen işsizlik azaldı. Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından olan yüksek enflasyon artık geride kaldı. Borçlanma faizleri düştü. Borçluluk oranı ciddi şekilde azaldı. Bütçemiz sarsılmaz bir disipline kavuştu. Bankacılık mali alanda yapısal reformlar gerçekleştirdik. Türkiye’deki demokratikleşmenin önündeki en büyük engellerden biri terör meselesiydi. Sosyal maliyeti kadar bir de ekonomik maliyeti vardı. Ayrıca terör sağlıklı bir ortamda reform yapılmasını da engelliyordu. Yoğun gayretlerimiz neticesinde terör meselesi bir çözüm yoluna girdi diyebilirim. Son bir yıl içerisinde Türkiye terör nedeniyle kayıplar yaşanmıyor.
DEĞİŞTİRİLMEK İSTENDİ
Bir başka engel de vesayet sistemi, devlet içine sirayet eden çete ve örgütlerdi. 11 yıl verdiğimiz yoğun mücadelede sorunların çözümü için önemli adımlar kaydettik. 17 Aralık’ta ekonomiye demokrasiye yeni bir saldırı yapılmak istendi. Devlet kurumlarına sirayet etmiş bir örgütlü yapı kullanılarak Türkiye siyaseti yeniden dizayn edilmek istendi. İstikameti değiştirilmek istendi. Kararlı ve dik duruşumuz sayesinde, halkımızın desteğiyle bu saldırıyı da etkisiz hale getirdik.
Açıkçası 30 Mart’ta demokrasinin istikrarın özellikle de siyasetin çok büyük bir zafer elde edeceğine, eski Türkiye’yi artık kapatıp yeni Türkiye çağını başlatacağına inanıyorum.
VESAYET ODAKLARI VAZGEÇECEKLER
Çözüm sürecinin bütün sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm aracının siyaset olduğu herkes tarafından kabul edilecek. Biz hükümet olarak 11 yıldır Türkiye’nin normalleşmesine yönelik, Türkiye’yi AB standartlarına kavuşmanın mücadelesini veriyoruz. Çok sayıda engelle provokasyon ve sabotajla karşılaştık. Reform sürecini engellemek yada yavaşlatmak için hükümetimize çok sayıda tuzaklar kuruldu. En son 17 Aralık tuzağının bozulmasıyla, vesayet odakları vazgeçecekler. Bunun da çok önemli bir adım olacağını artık ben görüyorum.
GELECEĞE HAKSIZLIK OLUR
2023 için çok büyük hedefler belirledik. Önümüzdeki 9 yıl içinde büyüyen ekonomiyle, barışçıl dış politikamızla AB katılım sürecimizle 2023 hedeflerimize ulaşacağımızdan hiç şüphem yok. Türkiye AB ilişkilerinin, yada Türkiye Almanya ilişkilerinin dar bir çerçevede ele alınmasına biz her zaman itiraz ettik. AB ile Almanya’nın Türkiye ile ilgili ilişkileri var olan olaylarla değerlendirilemez. Bunun öncesinde tarihi bir boyutu vardır. Meseleyi sadece göç inanç ekonomi boyutuyla ele almak, bunu da popülizmin malzemesi yapmak tarihe ve geleceğe haksızlık olur.
Bakınız şu anda 77 milyona yaklaşan nüfusuyla, dev ekonomisi ve potansiyeliyle, coğrafi konumuyla Türkiye 21’nci yüzyılın şekillendirilmesinde varlığını mutlaka hissettirecek bir ülkedir. 21’nci yüzyıl maalesef bir savaşlar yılı oldu. ilk 14 yılında, lokal kalmakla birlikte çatışma savaş ve terörün dünyayı rahatsız ediyoruz. Ancak 21’nci yüzyılın, küreselleşmenin de etkisiyle, işbirliği ve dayanışma arayışlarının öne çıktığı yeni bir döneme işaret ettiğini görmemiz lazım. Savaşların, çatışmaların, terörün belli ülkelere ağır kayıplar verdirdiği, belli ülkelere de önemli kazançlar sağladığı çağ artık kapandı.
TÜM DÜNYANIN BAŞINI AĞRITABİLİYOR
Yerel sorunlar da şu anda tüm dünyaya tehdit teşkil edebiliyor. Ortadoğu’da herhangi bir ülkenin yaşadığı sorunlar, artık sadece o ülkenin sınırları içinde kalmayıp tüm dünyanın başını ağrıtabiliyor.
Örneğin Filistin meselesi, Ortadoğu’dan başlayarak tüm dünyayı etkileme potansiyelini içinde barındırıyor. Böyle bir çağda, iş birlikleri, dayanışma platformları, daha fazla hayatiyet arz ediyor. Bu anlamda özellikle de Türkiye, bölgesel ve küresel meselelerde tecrübesinden istifade edilebilecek bir ülke özelliğiyle öne çıkıyor.
Filistin’e sırtımıza dönebilirdik. Mısır’daki darbeyi görmezden gelebilir susarak bu askeri darbeyi biz de onaylayabilirdik. Suriye’ye sırtımızı dönebilir, sınırımıza yığılan mazlumlara tepkisiz kalabilir, onları zalim Esed2in bombalarına terk edebilirdik. Rejim tarafından işlenen insanlık dışı cinayetleri gösteren, 55 bin kare fotoğrafı görmezden gelebilirdik. Şu anda Suriye içinde, bir şehrin topyekûn cezalandırılmasını, açlık ve sefalete terk edilmiş olmasını hiç duymayabilirdik. Biz bunu yapmadık, yapamadık, yapmayız. Tarih bize bunu yapma hakkı vermiyor. Coğrafya bize bunu yapma imkanı tanımıyor. Bütün bunların ötesinde, insani ve vicdani değerler bize böyle bir tepkisizlik hakkı asla vermiyor. Haksızlığa sessiz kalmanın mutlaka bir bedeli vardır.
TARİH BİZE GÖSTERDİ
Tarih bize gösterdi. Sınır örerek, mayınlar döşeyerek harici tehlikelerden emin olamazsınız. Bir ülke ne kadar korunaksız olursa olsun, dışarıya ilgisiz olarak ayakta kalamaz. Küresel sorunlara küresel cevaplar üretmek 21’nci yüzyılın kaçınılmaz gereğidir.
Birileri çıkıp Filistin meselesinin Avrupa’ya hiçbir bedelinin olmadığını iddia edebilir. Bu mesele vicdanlarda adalet duygusunun sarsılması gibi bir maliyet de ortaya çıkarmıştır. Mısırda yapılan darbenin orta ve uzun vadede en azından vicdanlara ödeteceği bir bedel açıktır. Suriye için de ödeneceğini hatırlatmak isterim. Suriye’de, Avrupa’nın yanı başında, 21’nci yüzyılın en büyük insanlık trajedisi yaşanıyor. 150 bine aşkın kayıtlı, bir o kadar da kayıtsız var. 300 bine ulaşan bir ölüm. 7 milyona varan bir göç söz konusu. 700 bine yakın Suriyeli bizim ülkemizde, 220 bini çadır ve konteynır kentlerde kalıyor. Ama bakıyorsunuz, bırakın Suriye için adım atmayı, mülteciler için dahi çok kısıtlı yardımlar yapılıyor. Bizim 2 milyar doları aşkın yatırım oldu, ama bize dünyadan gelen yardıma baktığınızda maalesef 130 milyon dolar.
Ortadoğu’da vicdanlar yaralandıkça bunun tüm dünyaya bedeli de ağır oluyor. Türkiye olarak 21’nci yüzyılın insani değerlerin damgasını vurmasını yürekten arzuluyoruz.
Burada son olarak şunu da vurgulamak isterim. Türkiye ile Almanya çok uzun bir tarih diliminde önemli iş birlikleri sergilediler. Şu anda Almanya Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülke. İthalatta da ikinci konumda. Turist sayısında Almanya birinci sırada. Beş milyonu aşkın Alman vatandaşı ülkemizi ziyaret ediyor. Şu anda Norveç öne çıktı. Yerleşik olarak da Norveç halkı birinci, Almanya ikinci sırada. Artık halklarımızın kaynaşma süreci çok daha farklı konumda. Böyle bir yaklaşımın olduğu iki ülkenin geleceğe yönelik atacağı adımların da çok anlamlı olduğunu görüyorum. Türkiye’ye yerleşen alman turistler kendilerini ikinci evlerinde hissediyor.
EN BÜYÜK DESTEĞİNİ GÖRMEK İSTİYORUZ
İkinci üçüncü ve dördüncü nesillerle artık alman toplumunun önemli bir unsuru haline geldiler. İlişkilerimizi iş birliğimizi daha da ileri seviyeye taşımak için gayretlerimiz kesintisiz olarak sürecek. Almanya’dan AB sürecinde en büyük desteğini görmek istiyoruz. Sadece Almanya’da yaşayan Türklerin nüfusunun bir çok Avrupa ülkesinden fazla olduğunu hatırlatmak isterim. Türkiye reformlarını kesintisiz olarak sürdürecektir.
SORU-CEVAP
Faiz oranının yoğun artışı Türkiye’de bir krize neden olabilir mi? Yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili Türkiye’de güvenin tesisi için neler düşünüyorsunuz?
Dünyada özellikle 2012 – 2013 değerlendirdiğimizde bir ekonomik krizin olduğu ortada. Bu kriz esnasında Türkiye mali disipliniyle zaten bu ekonomik krize, aynı şekilde krize giren bir ülke olarak bu süreci yaşamadı. Bizler istikrar ve güven sayesinde aynı kararlılıkla yüzde 4 gibi bir büyümeyi ortalama olarak bu 2013’ün ilk üç çeyreğinde yakaladık, dördüncü çeyreğin neticeleri yok ama, 3,8 ile bunu tamamlayacağız. Ki 3,8 de şu anda dünya geneline baktığınız zaman ilk beş içerisinde yer alıyor. İlk beş içerisinde yer alması da Türkiye’nin nerede olduğunu göstermesi bakımından çok çok önemli. Bir şeyi özellikle ifade etmem lazım. Bu son 17 Aralık’ta yaşanan olaylarla ilgili çok ciddi dezenformasyonun etkisi altında olduğunuzu görüyorum. Türkiye’de bir yolsuzluk olayının olduğu, bunu eğer kişisel olarak değerlendiriyorsan bu ayrı bir konudur. Ama bunu yönetimde bir yolsuzluk olayı olarak değerlendirirseniz bu yanlış bir tespittir.
Biz Gezi olaylarını yaşadık. Gezi olaylarının olduğu mayıs ayında önce nelerin olduğunu bilmenizi isterim. Örneğin o ay içerisinde Türkiye üçüncü havalimanı ihalesi denilen ve yıllık yolcu kapasitesi 100 milyonun üzerine çıkan, dünyanın ilk üç havalimanı arasında yer alacak bir ihaleyi gerçekleştirdi. Bunun maliyeti 42 milyar dolar. Buna devlet olarak biz bir kuruş para koymuyoruz. Sadece 20 yıl kullanım hakkını veriyoruz. Her şeyi kendileri harcayacaklar. Beş Türk ortağın bir araya gelerek yapacağı bir havalimanı olayın.
Yine aynı süre içerisinde 2,5 milyar dolara mal olarak bir üçüncü köprüyü yaptırıyoruz. İstanbul İzmir arasında yapılmakta olan ve üç saate düşürecek olan bir otoyol. Ve bunun üzerinde dünyanın sayılı asma köprülerinden birisi kuruluyor. Bu arada yine Marmaray’ın açılışının yapıldığı bir ay. Yüksek hızlı trenin aynı sürece rastladığı bir süreçte ortaya böyle bir şey çıkıyor.
Ortaya çıkan olayda ne var? deniyor ki, burada çevrecilik açısından bir adım atılıyor. Neymiş o? 12 ağaç oradan sökülüyor, başka yere dikiliyor. Bu gerekçe gösterilerek bu tür adımlar atılıyor. Bunlar tabi çevreci bir iktidara karşı aslında sadece dereyi bulandırmaktan başka bir şey değildi. Zira bizim 2 milyarı aşkın fidan ve ağaç diken bir iktidar olduğumuzu dostlarımızın bilmesi lazım. Tüm esnafın halkın cam çerçeve ticarethanelerini böyle bir noktaya getirmek herhalde demokratik bir tavır değildir. Demokraside haklar sandıkta aranır. Hiçbir zaman molotofla sopayla aranmaz diye düşünüyorum.
Bir ülke ihracatını 36 milyardan 152 milyar dolar acıkan bir iktidar yolsuzluklarla buraya gelebilir mi? Diyoruz ki bakın 3 Kasım 2002’den bu yana üç genel seçim, iki yerel seçim, iki referandum yaşadık. Başarıyla çıktık. Şimdi 30 Mart’ta yine bir seçim yapacağız. Eğer halk bizi burada birinci parti olarak çıkartıyorsa, demek ki bu iktidar dürüsttür.
Tabi ki hasımlar olacaktır, sevmeyenler olacaktır. Bu da demokrasinin güzelliğidir diye düşünüyorum.
Çok doğrudan bir soru. Siz Türkiye’nin insani hedeflerinden bahsettiniz dış politikada. Bu Türkiye’de polisin, gezi parkındaki göstericilere karşı nasıl bağdaştırabiliriz? Siz demokrasinin seçimler sandık üzerinden geçer dediniz, fakat seçimler bir çoğunluğun, AK partili bir çoğunluk. Ama toplum içerisine onu seçmeyenlerin de dahil edilmesi gerekiyor. Bu güçlerin seçimler esnasında diyaloğa nasıl katmayı düşünüyorsunuz?
Demokraside şüphesiz ki azınlıkların haklarını korumak esastır. Ama orada çoğunluğun tek başına iktidar yaptığı bir yönetimi de azınlığa hiçbir zaman ezdirmemek en doğal haktır. Öyle kalkıp da biz çoğunluğun azınlığa egemen olmasını istemesek de, azınlığın da çoğunluğa baskıcı egemen, şiddete başvurmak suretiyle evet diyemeyiz.
DEDİLER Kİ HAYIR İSTEMEYİZ
Şimdi gezi olaylarını söylüyorsunuz. Siz Frankfurt’taki, Hamburg’daki eylemler yaşandı. Bizim polisimizde mukayese edilemeyecek şekilde görüntüler yaşandı. Bu görüntüler benim elimde var. Bunları nereye koyacaksınız? Orada gezi mezi olayı da değil. bakın Taksim’de çok farklı düşüncelerim vardı. Türkiye’de, bir tane opera binası yoktur. Taksim’de bir kültür merkezini opera binası yapma hevesi vardı. Bunu bizim iktidarımız yapacak diye, dediler ki hayır yaptırmayız dediler. Burası deprem tehdidi altında bir yer. Gezi parkı denilen yeri, kışlaydı. Büyük şehirlerde müzeler vardı. Biz aynı kışlayı inşa edelim, bunun üzerine şehir müzesi haline getirelim istedik. Dediler ki hayır, istemeyiz. Şimdi bu özellikle geçmiş dönemlerde kominist rejimlerde olan yaklaşım biçimiydi. Yeni bir şey yapacaksanız buna her zaman karşı çıkarlardı. Biz bunları yapmak istiyoruz.
BİZ BUNUN ADIMLARINI ATTIK
Hiçbir iktidarın yaptığını biz yaptık. Nedir? Ne kadar gayri menkulleri varsa, vakıflar genel müdürlüğüne devredilmişti. Biz bunları meydana çıkardık. Şu ana kadar 2,5 milyar TL değerindeki gayri menkullerini biz devrettik. Mor Gabriel kilisesi bir sorundu biz çözdük. Sümela Manastırı kapalıydı, biz açtık. Tarsus’ta biz açtık. Azınlığın haklarını korumak budur. Biz bunun adımlarını attık.
Bölücü terör örgütü ve yanlı terör örgütleriyle adımlar varsa, müsaade edin de güvenlik güçleri yapılması gerekenleri yapsın. Bunlar da hiçbir zaman standartların dışında değildir.
Burada tabi protestoların ilginç yönü, gösteri yapanlar, seçmenleriniz arasında da vardı. Tabi ki katılım konusunda da bütün medyalarda tartışılan konular var. Mesela halkın, sadece hükümetin hediyelerini kabul etmek değil de, şehrin politikalarına katılım sağlamalarını hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bize bu tür politikalara katılmak için gelenlerin teklifleri gördük. Onların tekliflerinin dışında, adeta kanun yapıcı noktada kendilerini görme, yani yasama organının yapması gerekenleri, kendilerini yükselttiğini görüyoruz. Bir şehrin vatandaşın öyle taleplerde bulunur ki, bunun bir kabul edilebilirliği olur. Ama bu yoksa, bu konuda yetki kimdedir? O şehrin meclisindedir. O şehrin meclisi bununla ilgili kararı alır. Fakat çok daha farklı şekilde, eğer merkezi yönetimi bu ilgilendiriyorsa, federal meclisi ilgilendiriyorsa, burada da yasama organı bununla ilgili adımı atar.
Eğer halkın iradesine saygı duyacaksak, halk ne dersek o olacaksa, o zaman biz yasama organının çıkaracağı bu yasalara uymak zorundayız. Burada halkın iradesini kazanamayanların, halkın iradesi üzerinde şiddetle egemenlik kurmayı gerektiriyor ki bu demokrasilerde kabul edilemez.
PARALEL YAPI OLUŞTURULMUŞ
Belli yapılardan bahsettiniz. Gülen hareketinden sanırım bahsediyoruz. Paralel yapı oluşturulmuş. Bir nevi onları desteklediğinizi anladım ben. Gülen hareketi yardımcı oldu. askeri hareket için yardımcı olduğunu düşünüyorum. Eğitim reformunu hükümetiniz gündeme getirdi. Acaba şu anda müzdarip olduğunuz ve karşı durduğunuz, hem yargı hem emniyette olan bu sistemi hükümet olarak siz ortaya koymadınız mı? (Internationale Politik Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Sylke Tempel.)
Şu anda mevcut sistem belli bir hareketin grubun oluşturduğu bir sistem değildir. Bu tüm Türkiye’de çeşitli STK’ların ortaya koymuş olduğu düşünceler neticesinde oluşturulan bir yapıdır. En son mesela referandum yüzde 58’le çıkmış bir referandumdur. Bunun içerisinde her grup var. burada belli bir grup söz konusu değil.
NEREDEN ÇIKARSA ÇIKSIN...
Özellikle de yargı ve yürütmenin güvenlik ayağında, belli bir paslaşmanın olması, bu paslaşmayla birlikte hükümete karşı devlete karşı bir eylem oluşturulması söz konusudur. Böyle bir adımın atılmasına tabii ki sessiz kalınması mümkün değildir. Bu bir başkası da olabilirdi. Daha önce mafya çete bunlar bunu yapmak istediler. Bu işin Türkiye’de mafya çete ayağını çökerten bir iktidarız biz. Daha sonra da bu tür örgütlenme ortaya çıktı. Nereden çıkarsa çıksın. Bunun önünde dershaneler meselesi vardır. Bizim tavrımız, artık devletin okulları vardır, kolejler vardır. Yani koleje para ödeyecek, dershaneye para ödeyecek. Benim vatandaşım devletin okulu varsa bunlar niye var diyor. Bunlar yanlış şeylerdi. Bunlara bizim müsamaha etmemiz mümkün değildir. Belli bir süre verdik. Burada ciddi bir rant söz konusuydu. Siz mi böyle yapıyorsunuz diyerek böyle bir süreç başlatıldı.
Böyle bir sürece bizim müsaade etmemiz mümkün değil. yargıdaki paralel yapılanma, diğer kurumlardaki yapılanma, özellikle şu anda farklı bir sürecin içerisinde girecektir. İşin en çirkin boyutu şudur. Şantajlarla, ortam dinlemeleriyle, bütün bunların yanında görüntülemeyle, bir çok güvenlik mensupları yargı mensupları tehdit altına alınmıştır. İş adamına hareket etme, etmediğin takdirde elimizde belgeler var. onları ifşa eder. Bunu bakan arkadaşlarımıza da yaptılar. Dolayısıyla biz de diyoruz ki, böyle bir şeye bizim asla müsaade etmemiz mümkün değil. bedeli ne olursa olsun bu iş çözüm kavuşturulacaktır. 30 Mart bunun dönüm noktası olacaktır. Bunu da açıkça ifade ediyorum.
TUTUKLU GAZETECİLER
Bu paralel yapıları açığa çıkarmak gerekiyorsa, serbest çalışan bir medya önemli değil mi? En fazla tutuklu bulunan gazeteci Türkiye’de görünüyor.
Yani başbakanına her türlü hakareti yapabilen medya Türkiye’de var. Ailesine her türlü hakareti yapabilen medya Türkiye’de var. şu anda en çok içerde dediğiniz Türkiye’de, normal basın mensubu parmak sayılarını geçmez. Diğerleri, büyük bir çoğunluğu terör örgütleriyle, ya silah yakalatmıştır, ya eylem hareketindedir. Bunlar hep sizlere dezenformasyonla aktarılan bilgilerdir. Geçen işte Brüksel’de rakamlarıyla hepsini açıkladım. Normal sarı basın kartı olanların sayısı 5 veya 10 sayısında. Yani AB ülkelerinde, gerçek manada basın mensuplarının çok çok üstünde şu anda tutuklu olduğunu biliyoruz. Bu noktalarda kaynağından incelersek çok daha isabetli olur diye düşünüyorum.
MUHABİRLERDEN BİLGİ ALMAK ÖNEMLİ OLABİLİYOR
Bazen muhabirlerden de bilgi almak önemli olabiliyor.
Tabi sınır tanımayan muhabirler gerçekten sınır tanımıyorlar. Ne sınırdır? Bunu bir defa öğrenmemiz lazım. Bu sınırın çalışması çok önemli. Sınır tanımazlık hukuk dışı olursa o bizim için geçerliliği yoktur.
21’nci yüzyılın önemli trajedilerden bahsettiniz. Türkiye insani yardımın çok önemli kısmını yüklendi. Türkiye nasıl bir rol oynamak istiyor? Neyi harekete geçirmek istiyor? Bu trajediyi azaltmak için? İran’la bağlantılı olarak bir rol oynayabilir mi Suriye’nin çözümü konusunda?
Biz BM Güvenlik Konseyi’nin ne daimi ne geçici üyesiyiz. Bütün olay daimi üyelerdedir. Daimi üyelerden bir tanesi istediği gibi BM Güvenlik Konseyi’ni bloke eder. Burada bir insanlık trajedisi yaşanıyor, ama görüldüğü gibi Rusya ve Çin bunu bloke ediyorlar. Alınan bir mesafe var mı? Yok. Şu anda BM Mülteciler Komiseri, Avrupa’ya Suriye’den mülteci almasını istiyor. 30 bin Suriyeliyi alması noktasında bir talep de bulunuyor. 30 bin Suriye’yi bile Avrupa kabul edemiyor. Biz de ise şu anda 700 bin Suriyeli var. peki şimdi şunu sormak benim hakkım değil mi? Ey Avrupa siz burada insani olarak, vicdani olarak böyle bir tabloyu, hele hele 55 bin fotoğraf karesini gördükten sonra, yaşayan insanları kimyasal silahlara, varil bombalarına nasıl teslim edersiniz? Sizlere düşen bazı görevler yok mu? Hala bu insanları kabul etmemek, böyle bir imkan tanımamak, soruyorum acaba vicdani midir?
KENDİLERİNE DEDİM Kİ...
Peki bu konuda BM Güvenlik Konseyi’nin attığı bir adım var mı? Yok. Ve bakın şu anda beş üyenin beşi de, Cenevre 1’de de durumu gördük, Cenevre 2’de de durumu görüyoruz. Herkes birbiriyle farklı çekişmelerin içerisinde. Türkiye olarak biz bütün bu güçlüklerin içinde, geçen hafta İran’daydım. Söylenen bir şey var. nedir? Önce terör örgütlerini temizleyelim. Kendilerine dedim ki “Sivri sinek öldürmekle bataklığı kurutamazsınız.” Önce bunun kuruması lazım, o bataklık zalim Beşar Esed’dir. Bu alındıktan sonra burada hemen seçimlere gidilmesi lazım. Burada bu baas rejiminden kurtulunması lazım. Bir taraftan da terör örgütleriyle mücadeleyi hep birlikte yapalım. BM olarak gereken müdahaleyi yapalım.
Esed giderse onun yerine kim gelecek? Kendilerine şunu söylüyorum. Halk kimi isterse onu gelecek. Liderler büyük olayları doğurur, bazen de büyük olaylar büyük liderleri doğurur. Olaylar var ortada, inanıyorum ki bu olaylar Suriye’de liderini doğurur. Olaya böyle bakmamız lazım. Süratle BM Güvenlik Konseyi görevini yapması lazım. BM Güvenlik Konseyi dünya barışına yönelik görevini ifa etmekten çok açık uzağa düşmüştür.
Suriye ile ilgili olarak Lavrov, dinledik. Esed’in gitmesiyle ilgili çok da istekli olmadığını duyduk. İran Dışişleri Bakanı buradaydı. İranlılar açısından bir sivrisinek değildir. Türkiye bölgesel oyuncu olmak istiyorsa, Türkiye’nin etki yapması bakımından, bütün taraflar olarak bunları bir araya getirerek uygun çözüm için ne yapabilir?
Tabi bizim görevimiz, gerek şahsım, gerek dışişleri bakanım, yapmamız gereken şey nedir, bölgedeki tüm ülkelerle ilişki halinde olmaktır. Fakat bizdeki kararlılığı bölgedeki diğer ülkelerde göremiyoruz. Mesela ben Rusya’nın devlet başkanı Putin ile çok görüştüm. Dışişleri bakanım Lavrov ile bunları çok görüştü. ABD’li yetkililerle çok görüştük, Obama başta olmak üzere. Fransa ile İngiltere ile, sizin yetkililerinizle de çok görüştük. Kararlı duruş çok önemli. Bize düşen sadece 700 bin Suriyeliye biz kapılarımızı açtık. Biz ancak bunu yapabiliriz. Ben sayın Putin ile görüştüğüm zaman ben Beşar Esed’in avukatı değilim diyor, değilseniz gerekeni yapalım. Ama gereği yapılmıyor. Biz işi kovalıyoruz. Atacağımız adımlarla inşallah olumlu bir neticeye bölge barışını yakalamaya muktedir oluruz.