Güncelleme Tarihi:
''ŞAHSEN VE HÜKÜMET OLARAK PARİS'E GİTTİM''
Paris'teki olayların Türkiye'ye yansıması ve Charlie Hebdo karikatürlerinin Türkiye'de yayınlanması konusundaki değerlendirmeleri sorulan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Her şeyden önce hepimizin bu tür olaylarda vakarla ve dikkatle hareket etmemiz lazım. İlkesel olarak, hangi ilkeleri öne çıkarıyorsak o ilkelere önem verip diğer ilkeleri göz ardı etmememiz lazım. Maalesef öyle haller oluyor ki, temel bazı prensipler, değerler arasında birisi tercih ediliyor, birisi tümüyle göz ardı ediliyor. Bu tür durumlarda bir dengesizlik doğuyor. Şahsen ve hükümet olarak Paris'e gittim. Çünkü her ne surette olursa olsun masum insanlara dönük bir eylemin ki orada polisler... Birisi yine Müslüman olan Ahmet Merabet de öldürüldü. Terör olgusu, hepimizin karşı çıkması gereken bir olgudur. Her surette, orada dünya liderleriyle birlikte yürüyerek bu konudaki ilkeyi öne çıkardık. Ve benimsediğimizi gösterdik. Yani orada olmamış olsaydık tahayyül edebilirsiniz ne tür eleştirilerle uluslararası medyada ve içeride karşı karşıya kalabilirdik. Eleştirilerden kaçmak için gitmedim. Doğru bulduğum için gittim. Ciddi bir soğuk algınlığım vardı ama daveti duyar duymaz 'Gidiyoruz' dedim. Çünkü bu konuda ilkesel duruşumuzu göstermemiz gerekirdi."
''FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ İLE HAKARET ARASINDA İNCE BİR ÇİZGİ VAR''
Davutoğlu, bu ilkesel duruşun yanında başka bir ilkesel duruş söz konusu olduğunda onu da savunacaklarını vurguladı.
Fikir özgürlüğü ile hakaret arasındaki çizginin ince bir çizgi olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, akademik hayatta her düzeyde yurtdışında çok sert İslam, Türkiye, Osmanlı eleştirileriyle karşılaştığını, onlara fikri olarak karşılık verdiğini anlattı.
Davutoğlu, "Bir ortamda inandığınız değerlere birisi eleştiri getirdiğinde sizin göreviniz ona cevap vermektir. Ama eleştiriyi aşıp hakarete vardığı zaman işte orada çizgi geçiliyor. Orada fikir hürriyetinin ötesinde saygı hürriyetsizliği var tabiri caizse. İnsanların onurlarına dönük. Herkesin kişisel onur gibi bunu parçası olarak gördüğü hususlar var. Yolda size birisi 'Neden şunu yapıyorsun?' diye sorduğunda neden yaptığınızı izah edersiniz. Ama dönüp size küfrettiğinde bu eleştiri olmaktan çıkıp, karşılıklı fikir alışverişiyle çözülecek bir durum olmaktan çıkar" ifadelerini kullandı.
''KARİKATÜRLERİN TÜRKİYE'DE YAYINLANMASI DUYARSIZLIK''
Charlie Hebdo karikatürlerinin Türkiye'de yayınlanmasını "duyarsızlık" olarak niteleyen Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O gece bana haber geldiğinde arkadaşlar gazeteyle temas kurdular. Bunun hassasiyeti kendilerine anlatılmaya çalışıldı. Sadece fikir özgürlüğü hassasiyeti değil, güvenlik hassasiyeti de. Dünyada zaten öylesine bir tansiyon yüksekliği var ki bu tansiyon yüksekliği ülkemizi de etkiliyor. Burada bizim herkesi koruma sorumluluğumuz var. İlkesel olarak, hayatımda kimseye hakaret etmedim. Kimsenin de benim saygı duyduğum birine hakaret etmesine izin vermem. Bu, tek başına bireysel olarak da tutumumdur. Bu ülkenin değerleriyle ilgili sorumluluk yüklenmiş bir Başbakan olarak da tutumum budur. Eğer birisi benim hiç beğenmediğim bir başka dine de hakaret etse aynı tavrı alırdım. Veya bir şekilde siyasi muhalifim olan muhalefet liderlerinden birine küfredilse, hakaret edilse, ben onlar kadar onun hakkını savunurum. Bütün bu tarihi konteks içinde beraber yaşadığımız insanlarla ilgili saygı gösteriliyorsa 1,5 milyar insanın inandığı ve hepimizin onurunu kendi onurumuzdan aziz... Şahsiyet olarak ulviliğini kendi var oluşumuzdan çok yüksek gördüğümüz bir şahsiyetle ilgili hakaret edilmesine izin veremeyiz. Kastettiğim budur."
''İSTEYEN İSTEDİĞİ DİNE İNANABİLİR''
Başbakan Davutoğlu, herkesin eleştiri hakkına sahip olduğunu ifade ederek, Hz. Peygambere yönelik akademik ve ilmi eleştiriye saygı duyulması gerektiğini söyledi. İsteyenin istediği dine inanabileceğini, ateist olabileceğini dile getiren Davutoğlu, hakaret konusunda özgürlük tanınamayacağını aktardı.
Davutoğlu, Charlie Hebdo karikatürlerini Türkiye'de yayınlayan gazetenin kendisini tahrikle suçladığını belirterek, şöyle devam etti:
"Söylediğim şey çok açık. Bu, yayın dolayısıyla güvenlik tedbirleri alınması gerekiyorsa ki alınması gerekir. Kastettiğim tamamıyla bu gazeteyi de korumaya yönelik bir güvenlik tedbiri. Onlarsa sanki gazetenin yayınına dönük bir güvenlik tedbiriymiş gibi... Alakası yok. Üç ilkeyi vurguladım. Teröre her şekilde karşıyız, hakarete her şekliyle karşıyız. Başbakan olarak da bu ülkede herhangi, bu gazeteyi zikretmek istemiyorum. 'O gazeteyi korumak gerektiğinde de güvenlik tedbiri anlamında onun da gereğini yaparız' dedim. Bu konudaki tutumum açık. Maalesef saptırarak, bizi gerilimin bir parçasıymış gibi yapma çabası da son derece yanlış bir tutum. Bu ilkeler çerçevesinde çelişki de görmüyorum."
''GAZETEYLE GÖRÜŞME YAPILDI''
Davutoğlu, gazeteyle görüşme yapıldığını yineleyerek, "Arkadaşlarımız görüştüklerini ifade ettiler. Durumun hassasiyeti kendilerine de aktarıldı. Biz geçmişte bu konularda çok acılı örnekler yaşamış bir ülkeyiz, toplumuz. Birbirimize saygı gösterdiğimizde huzur olur" dedi.
''TÜRKİYE'DE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KONUSU AÇILMADI''
Başbakan Davutoğlu, medyaya yönelik baskı iddialarının gerçeği yansıtmadığını vurgulayarak, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bu da maalesef uluslararası alanda son dönemde belli çevrelerin yürüttüğü bir çalışma. Dün Brüksel'deydim. Zannedilir ki Türk Başbakanı Brüksel'e gittiğinde oradaki Avrupa Birliği yetkilileri savcı edasıyla beklerler, Başbakanı sanık koltuğuna oturturlar ve soru sormaya başlarlar. Gidişimde öyle bir hava verdiler. Juncker'le yaptığımız görüşmede herhangi bir şekilde Türkiye'de basın özgürlüğü konusu açılmadı. Nasıl açıldı? Toplantı bittikten sonra o gün aynı saatte Avrupa Parlamentosu'nun toplantısı vardı. Bu kararı çıkmıştı. 'Dışarıda basın özgürlüğüne vurgu yapabiliriz' dedim. Sadece şunu sordum: 'Türkiye'de basın özgürlüğü konusunda bilginiz ne kadar, mesela kaç gazeteci tutukludur?' Avrupa Parlamentosu'nda orada bu tasarıya oy verenler bundan habersizdir."
Medyaya yönelik baskıların olduğu iddialarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Davutoğlu, bu durumu, "uluslararası alanda belli çevrelerin son dönemde yürüttüğü çalışmalara çarpıcı bir örnek" şeklinde niteledi.
''7 GAZETECİ TUTUKLU''
Davutoğlu, dün Brüksel'de olduğunu ve yaptığı görüşmelerde Türkiye'de basın özgürlüğü konusunun açılmadığını kaydederek, şunları söyledi:
"Gazetecileri Koruma Komitesi, en büyük dünya gazetecilik örgütü, Türkiye'ye ekim ayında geldi. Adalet Bakanlığımız görüştü kendileriyle. Uluslararası Basın Enstitüsü'yle birlikte çok listeler yayınlayan bir örgüt. Kendilerinden Türkiye'de tutuklu gazetecilerin listesi istendi. 10 isim verdiler. Bu 10 ismin 3'ü daha önce salıverilmiş. Ben bunları anlattım Avrupa Birliği'nde. Ben konuyu açarak anlattım. Çünkü Avrupa Parlamentosu'nun aldığı kararı açıkça kabul etmemiz mümkün değil. Bu geriye kalan 7 gazetecinin tek tek ne zaman ve hangi suçtan tutuklandığını kendilerine izah ettim. Birisi bir hanım; silah bulundurmaktan, banka soygunculuğundan 1991 veya 1992'de... Bir başkası 1995'te. Hemen hemen hepsi bizim iktidarımızdan önce ve tümü de şiddet kullanmak suretiyle yapılan suçlar dolayısıyla."
''TÜRKİYE'DE HABER NEDENİYLE BASKI YAPILAMAZ''
Davutoğlu, Türkiye'de yüzlerce gazetecinin tutuklu olduğu yönünde bir algı oluşturulduğunu vurgulayarak, şu bilgileri verdi:
"Türkiye'de 7 bin basın yayın organı, bin 500'e yakın köşe yazarı, 258 kanal, 193 uydu kanalı var. Türkiye dinamik bir toplum. Siz de biliyorsunuz en çok satan 5 gazetenin en azından 3'ü, hadi 4'ü diyelim hükümete muhalif gazeteler. 4,5 aydır başbakanım. Bir tek kişi çıksın desin ki 'Şöyle bir haber sebebiyle baskıya uğradık'. Daha önce de Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakanlığı döneminde bütün bu gazeteler bu çizgilerini sürdürdüler ve şu ana kadar da 12 yıldır bu ülkede kendi mesleklerini icra ediyorlar. En sert muhalefetle..."
''SORUMSUZCA YAYIN YAPILIYOR''
İstanbul'da, siyasete girmeden önce şahsi aldığı bir evi olduğunu, o evin yanında da başka bir site bulunduğunu anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"O sitenin içinde benim için, OBA helikopterinin inmesi için ağaçlar kesilerek alan açıldığı iddiasıyla bir sayfalık haber verildi. Biraz önce Charlie Hebdo şeyini yapan gazetede, Cumhuriyet'te açık söyleyeyim. O da bu atıfla bir haber yaptı. Benim ne pistten haberim var, ne o siteyle bir alakam var, ne de oraya helikopterim inmiş. Helikopter, Başbakanlık helikopteri, bir tek indiği yer burasıdır, resmi alandır. Gerekmedikçe de helikopter kullanmam. Bugün mahkeme tazminata mahkum etti. Bugün aldım haberi. Bu kadar sorumsuzca yayın yapılacak, yine de hukuk dışında herhangi başka bir yola başvurulmadı. Bunların hepsi gözümüzün önündeyken; dışarıda öyle bir algı oluşuyor ki 'Türkiye'de her an basına baskı var' algısı. Avrupa Parlamentosu'nun kararının olduğu gün, Brüksel'de bunları sordum. Muhataplarım bunlardan habersiz ve bunu da dile bile getirme ihtiyacı hissetmediler. Dışarıda basın özgürlüğü konusunda Türkiye'yi eleştiren herhangi bir şey de iletilmedi."
''KIYASIYA ELEŞTİRELİM AMA HAKARET ETMEYELİM''
Davutoğlu, hayatta en önem verdiği şeyin fikir özgürlüğü olduğunu, yüksek lisans ya da doktoraya başlayan öğrencilerine de önce kendi makalelerini verdiğini ve eleştirmelerini istediğini aktararak, eleştirme konusunda kimsenin tabu olmadığını dile getirdi.
Eleştirilmekten çekinmediğini vurgulayan Davutoğlu, "Herkes eleştirsin ama bir tek şeye, insan onuruna yönelik hakarete tahammül özgürlük değildir. İşte burada çizgi çok net" dedi.
Başbakan Davutoğlu, "Herhangi bir gazeteci, 'Gazetecilik faaliyetim dolayısıyla Türkiye'de şu baskı altında kaldım' diye, bir Ahmet Şık, Nedim Şener şeyleri vardır. Onların da bugün güya kendilerinin baskı altında olduklarını iddia eden, bürokrasiye de hukuka da sızmış bazı çeteler tarafından nasıl mağdur edildiğini şimdi biz, ki siyasi otorite müdahil olsa onları da bilirdi. Bizim tüm meselemiz artık ülke ve toplum olarak belli standartlarda anlaşmamız. Kıyasıya eleştirelim ama hakaret etmeyelim. İnsanların saygı duyduğu sembollere, kişilere hakaret etmeyelim. Kişisel olarak da Başbakan olarak da tutumum bu. Böyle bir hakaret olup da ülkenin iç güvenliği veyahut huzuru etkilenecekse ona karşı da tutum almak açık bir sorumluluktur" diye konuştu.
Davutoğlu, İsrail Başbakanı Netenyahu'yla bir tartışmanın söz konusu olduğu ifade edilip, buna ilişkin değerlendirmelerinin sorulması üzerine, teröre herkesin aynı ölçüde karşı çıkması gerektiğini kaydederek, "Paris'te ölenlere hep taziye diledik, dayanışma gösterdik ama şimdi bizim de; burada dini bir kimlik anlamında söylemiyorum, konu Müslümanlıkla ilgili olduğu için söylüyorum, Müslümanların da Filistinlilerin de Ortadoğuluların da Asyalıların da Afrikalıların da aynı dayanışmayı görmeyi talep etmek haklarıdır. Gazze'de bu yaz yaşananlar ortada" ifadelerini kullandı.
''NETANYAHU DÜNYAYI TEPKİYE ÇAĞIRDI AMA YALNIZ KALDI''
Afyon'da, Filistinli 12-13 yaşlarında bir kızı ziyaret ettiğini, eğer Türkiye'ye getirilmeseydi kız çocuğunun gözlerinin kör olacağını anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Nedir bu kızın suçu? Ne suç işledi? Binlerce yıl belki atalarının orada yaşıyor olmasının dışında ne suçu var bu kızın? Ben Gazze'ye gidip de o havadan sürekli bombalanırken, hastaneye gittiğimde o babaya sarıldığımda, o bombaları hissettiğimde Gazze'de yaşamanın ne demek olduğunu gördüm. Ne suçu var bu insanların? O babanın ve o kızın ne suçu vardı? Bütün bunları örteceksiniz, sonra Paris'te arz-ı endam edip barış için yürüyeceksiniz. Bu ikiyüzlülüğe bizim tepki göstermemiz son derece normaldir. Birileri de bizim varlığımızdan rahatsız olmuşlarsa onlara da cevap hakkımız doğar. Burada Netenyahu, bütün dünya liderlerini Cumhurbaşkanımız ve bana tepkide bulunmaya çağırdı ama yalnız kaldı. Herhangi birisi tepki duyup da bize dönüp bir şey söyledi mi? Biz insanlık onuru neyi gerektiriyorsa ve bu toprakların çocuğu olmak, bu topraklar derken bütün bu coğrafyayı kastediyorum, neyi gerektiriyorsa onu yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Bunun için de Netenyahu'dan izin alacak değiliz. ABD sözcüsü Türkiye'de büyük haber olur ama ABD'de nihayet bir açıklama, kayda geçsin diye bir açıklama. Orada da çok açık bir İsrail yanlısı bir tutum yoktu açıkçası ama olsa da fark etmez. Bizim tutumumuzu herhangi bir yerden test etmeye ihtiyacımız yok. Doğru olanı yaparız."
''BÖYLE BİR TERÖR ZİRVESİ YOK''
18 Şubat'ta yapılacak "Uluslararası Terör Zirvesi"ne katılım konusunda bir karara varıp varmadığına ilişkin soruya Davutoğlu, "O belli oldu. Böyle bir terör zirvesi yok. Bize gelen haber, bunun içişleri bakanları düzeyinde bir Danışma Zirvesi olacağı" yanıtını verdi.
Davutoğlu, Türkiye'nin bu zirvede yer alıp almayacağının sorulması üzerine ise "İçişleri bakanları düzeyinde olduğunda katılım ve format yine önem taşır ama nihayet uluslararası teröre karşı dayanışma ve mücadele anlamında bizim tutumumuz açıktır. Ayrıca benim ve Hillary Cilinton'ın kurmuş olduğu teröre karşı küresel mücadele platformu var Türkiye-ABD eş başkanlığında. Dolayısıyla bütün bu alanlarda teröre karşı mücadele ederiz. Başkaları da devlet terörü şeklinde masum insanları katlederse, ona da ayrıca tepkimizi gösteririz" dedi.
SINAVLAR MERCEK ALTINDA
ÖSYM'nin geçmiş KPSS'leri incelemesine ilişkin bir soru üzerine Davutoğlu, talep edenle talep edilen arasındaki en büyük ahlaki kriterin sınavların objektif şartlarda yapılması olduğunu dile getirerek, bir kişiden yapılan hırsızlığın bir kişiyi ilgilendirirken, vergi kaçakçılığının 77 milyonun hakkını gasbetmek olduğunu söyledi.
Davutoğlu, KPSS gibi bir sınavda yapılan bir haksızlığın, yolsuzluğun, o sınava giren herkesin hukukunu gasbetmek anlamına geldiğini vurgulayarak, "Geçtiğimiz haftalarda Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımıza da bu konuda talimatım oldu: Varsa böyle bir şey, hiç acımasız şekilde üstüne gideceksiniz. Bu konuda bazı çalışmalar yürütüldü, bazı bilgiler aldık ve bütün bu veriler üzerinde bu araştırma derinleştirilecek. Hiçbir şekilde vatandaşlarımız arasında, hangi siyasi görüşe, hangi kanaate, neye sahip olursa olsun, neye kendini ait hissederse hissetsin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşları arasında girilen bir sınavda bir tarafın lehine, diğer tarafın aleyhine bir durum ortaya çıkmışsa, bunun hesabını sormak bizim için ahlaki bir vecibedir" diye konuştu.
Ortaya çıkacak hukuki sonuçları hukukçuların değerlendirmesi gerektiğine işaret eden Davutoğlu, inişli çıkışlı ve belli aralıkta grafiğin kabul edilebilir olduğunu ancak bir sınavda en alt, bir sonraki sınavda en üst puanı alanların sınavlarının şüphe çektiğini anlattı.
''GEREKİRSE BÜTÜN SINAVLARIN GRAFİĞİ ÇIKARTILACAK''
Davutoğlu, gerekirse bütün sınavların grafiğinin çıkartılabileceğini, kişilerin tek tek girdikleri sınav performansları karşılaştırılıp ağ tespit edilmesi halinde, bunun gereğinin yapılacağını belirterek, "Böyle bir haksızlığa tevessül etmeden kazanmış olanların haklarının yok edilmemesi lazım. Böyle bir haksızlığa tevessül edilmişse, bunlar kim olursa olsun haklarında gerekenin yapılması hukuk devletinin bir zarureti. Ahlaki hüküm vermek gerekirse bu en büyük suçtur, en büyük ahlaksızlıktır" dedi.
''HİÇ TEREDDÜTSÜZ NE GEREKİYORSA YAPARIZ''
Gerekli incelemelerin yapılacağını, elde edilecek verilerin kamuoyuyla paylaşılacağını bildiren Davutoğlu, bu konuda brifing aldığını ifade ederek, "Gerektiğinde tekrar alacağım. Benim için bu, affedilmez bir suçtur. Kim olursa olsun, kendi çocuğuyla talebesi arasında bir ayrım yapıyorsa, o hoca değildir. Bir devlet önüne gelen memurda 'Şu benim bölgemden, şu benim etnik kökenimden, şu benim mezhebimden, şu benim siyasi görüşümden' diye bir ayrım yapıyorsa, o devlet objektifliğini ve inanırlığını kaybeder. Bu konuda hiç tereddütsüz ne gerekiyorsa yaparız" diye konuştu.
''DİNK ÇOK SAYGI DUYDUĞUM BİR İSİM''
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Yargının ayağa kalkabilmesi için Dink davası kritik bir öneme sahip" yorumuna katılıp katılmadığının sorulması üzerine, Hrant Dink'in yakından tanıdığı ve çok saygı duyduğu bir isim olduğunu söyledi.
Dink katledildiği gün o zaman başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül'ü arayarak, "Hrant için diasporayı davet edelim" diye bir çalışma başlatma teklifinde bulunduğunu ve çalışma yapıldığını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Sembolik olarak çok önemli bir dava. Hrant Dink gibi entelektüel bir aydının katline sebebiyet veren bir şey, her halükarda cezalandırılmalı. Ama herhangi bir vatandaşımız da olsaydı, kim olursa olsun bir cinayetin aydınlatılması, hukuk sisteminin sorumluluğundadır. Ne şekilde olursa olsun aydınlatılması... Bu cinayete, hangi gerekçeyle kim, nereden müdahil olmuşsa, kim nerede sessiz kalmışsa, kim nerede 'Şimdi bunun üstünü örtelim, bekleyelim' demişse, varsa böyle şeyler, bunların araştırılmasından daha doğal bir durum olmaz. Bu bakımdan bu araştırmayı yürüten yargı sistemi ve diğer birimlerimiz, savcılıklarımız tamamıyla serbesttir, objektif bir şekilde bu çalışmayı yapacaklar ve nitekim yapıyorlar. Emniyetten de bazı tutuklamalar soruşturma kapsamında yapıldı. Ne gerekiyorsa yapılacak. Hrant Dink, sembolik olarak önemlidir ama onun ötesinde de herhangi bir vatandaşımız olsaydı da bizim devlet anlayışımız, adalet anlayışımız, buna sebebiyet veren kim olursa olsun, onun üzerine gidecekti. Hrant Dink ise başlı başına sembolik olarak önemli çünkü orada bir de etnik ve dini anlamda bir çatışma çıkarma gayesi var."
''ZATEN AYDINLATILDI ASLINDA''
Davutoğlu, bir devletin bireyleri arasında hiçbir etnik, mezhebi, dini ayrım gözetmeden aidiyet bilinci oluşturmasının önemine işaret ederek, şöyle konuştu:
"Bu aidiyet bilinci gittikçe gelişiyor. Bizim Kürt sorununa bakışımız da Alevi vatandaşlarımızın sorunlarına bakışımız da hep öyle bir aidiyet bilinci oluşsun ki devletle bütün bu fertler arasında bu devletin gerçek gücü orada olsun, yoksa kullandığı güçle ve vatandaşlarına tehdit ilan ederek birtakım çemberler oluşturmak, kontrol çemberleri, bu yolla değil. Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması, dediğiniz gibi, kritik bir eşik rolü oynayabilir. Bunun aydınlatılması için ne gerekiyorsa yapılır. Zaten aydınlatıldı aslında. Cinayeti işleyenler ortada. Buz dağının altında bir şey varsa, nereye kadar gidilmesi gerekiyorsa gidilir. Vatandaşlarımızın, Müslüman veya gayrimüslim, Sünni veya Alevi, Kürt veya başkası, hepsinin can güvenliği devletin teminatı altındadır."
Hukuk sisteminin işleyişi içinde neden bazı kararların alınamadığını sorgulamanın mümkün olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Devlet hiyerarşisi veya bürokratik hiyerarşi dışında networkle, kendince devleti bir tehlikeden korumak için -ki son derece süfli bir düşünce, vatandaş katledilerek devlet korunmaz- veya başka yolla bu tür çalışmanın içine girmiş kim varsa, ister Ergenekonvari yapılanmalardan paralel çetevari yapılanmalara kadar hepsinin üzerine gidilecek" dedi.
FETHULLAH GÜLEN'İN İADESİ
"Fethullah Gülen'le ilgili yakalama kararı çıkarıldı. Size göre iade süreci ilerler mi?" sorusuna Davutoğlu, "Türkiye bir hukuk devleti. ABD de bir hukuk devleti. Bu iki hukuk devleti arasında var olan anlaşmalarda suçluların iadesiyle ilgili belli umdeler var. Fethullah Gülen veya başka herhangi bir vatandaş için ne tür bir işlem yapılıyorsa o yapılır ve ABD'den bir vatandaş için ne bekleniyorsa suçluların iadesi anlamında veya bir soruşturma anlamında aynı şeyi beklemek hakkımız" karşılığını verdi.
KUMPAS FİKRİ KABİNEDE NE ZAMAN TARTIŞILMAYA BAŞLANDI?
Davutoğlu, Balyoz Davası'nda sanıkların savunmaları yönünde bilirkişi raporları geldiği hatırlatılarak sorulan "Kumpas fikri kabinede ne zaman ciddi ciddi tartışılmaya başlandı?" sorusu üzerine, bu konunun ele alındığını, MİT müsteşarının sorguya çağrılmasından başlayan ve daha öncesine giden konuda uyarıcı sinyallerin geldiğini anlattı.
Darbecilerin kendi aralarında kurduğu networkün getirdiği sinerji ile devleti tümüyle tanzim etmeyi düşündüğü gibi, paralel devlet yapılanmasının da benzer şekilde emniyet, yargı ve kritik yerlerde köşe taşlarını tutarak, devletin bütün hassas noktalarına değmeye başladığını belirten Davutoğlu, dinlemenin ötesine geçerek, dinleme üzerinden iş adamlarına baskı kurduğunu, siyasi baskı oluşturmaya başladığını ve dinlediklerini yayımladığını söyledi.
''MİT TIR'LARINA OPERASYONU DEVLETİN DOĞRUDAN KALBİNE DÖNÜK BİR OPERASYON OLARAK ALGILADIK''
Davutoğlu, "Meşruiyetini milletten alan bir hükümet olarak bir yere kadar 'Acaba bunların tümünün haberi yok da içindeki bazı unsurlar mı bunu yapıyor? Kişisel mi?' diyorsunuz. Ama bir yer geliyor ki çok organize bir şekilde kendilerini saklamaya bile ihtiyaç hissetmeden hep beraber bir eyleme kalkışıyorlar. Özellikle 19 Ocak MİT tırlarına yapılan operasyonu, devletin doğrudan kalbine dönük bir operasyon olarak algıladık. 17-25 Aralık'ta da 'Dönemin Başbakanı' ifadeleriyle de meşru hükümete... Ondan sonra sürekli gündemimizde oldu" diye konuştu.
Devletin, milletten meşruiyet alan kişiler tarafından idare edilirken, bürokraside herkesin tek tip olduğunu ve yatay iletişimle alternatif bir otorite kullanılamayacağını dile getiren Davutoğlu, "Herkes, devletin meşru otoritesini kullanan siyasi iktidar karşısında eşittir ve tek başınadır, memur olarak söylüyorum, bunu sağlayıncaya kadar üzerlerine gideceğiz. Hiçbir vatandaşımızla tek başına bir problemimiz yok ama bir grup vatandaşlarımız arasında, bürokrasi arasında bir network kurup da diğer vatandaşlarımızın hakkını yok etmeye yönelirse de üstüne gideriz. İşin ciddiyetini gördüğümüz andan itibaren bu meseleyi bir ulusal güvenlik meselesi olarak algıladık" ifadelerini kullandı.
''BİRİLERİ HESAP İÇİNE GİRDİ''
Başbakan Davutoğlu, Cizre'deki olaylara ilişkin bir soruyu yanıtlarken, çözüm sürecinin cumhuriyetin en önemli projelerinden biri olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Böyle bir projeyi engellemek isteyen, Türkiye'yi, Suriye ve Irak benzeri kaosa sürüklemek isteyen çok taraf var. Bazen bir taraf, bazen diğer taraf, bu işi provoke edebiliyor. Cizre kritik çünkü Suriye kısmı, Elcezire diye bilinir, bu sınırlar yapay bir şekilde oluşturuldu, dünya savaşından sonra. Bu, Kürt unsuru için böyle olduğu kadar Türkmen unsuru için de böyledir, Arap unsuru için de böyledir. Bu yapay sınırların üzerinde oyun oynayanlar, bu sınırları dahi daha yapay sınırlarla bölmeye çalışanlar, Türkiye'yi de bu ateşin içine çekmeye çalışıyorlar. Biz de 30 senedir mücadele anlamında ama son Arap Baharı sonrasındaki türbülans anlamında bu ateşin içine bu ülkeyi sokmamak için, gece gündüz çaba sarf ediyoruz, her türlü diplomatik yolla, her türlü aldığımız güvenlik tedbiriyle. Bir taraftan da artık Türkiye'nin güvenlik hattı Suriye'nin, Irak'ın kuzeyinden geçiyor bunu görmemiz lazım. Bu konuda cesaretinizi kaybettiğinizde, bir müddet sonra içeriye doğru olaylar yansır. Birleri Cizre'ye bu şekilde Suriye olaylarını, Irak'taki gelişmeleri Cizre'ye yansıtmak için hesap içine girdi."
Çözüm süreci bütün toplumu kuşatırken, Hüda-Par, HDP gibi farklı siyasi kanatlar arasında ihtilaf çıkması ve hiçbir vatandaşın tek başına adalet aramaya kalkmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, "Bir sıkıntı olursa devlet müdahil olur. Bütün bunlarla ortaya çıkan, 6-7 Ekim Kobani olaylarıyla çıkan tabloda kamu düzenini ihdas etmekte kararlıyız. Hatip Dicle'nin verdiği mesaj, olması gereken şeylerdir. Bunun için de Cizre'de ne gerekiyorsa yapacağız" dedi.
''İÇİŞLERİ BAKANIMIZI HEMEN ARADIM''
Davutoğlu, 12 yaşındaki Nihat Kazanhan'ın ölümünden duyduğu üzüntüyü ifade ederken, şunları söyledi:
"Tek bir çocuğun bırakın hayatını kaybetmesi, gözünden bir tek damla yaş düşse, yüreğimize düşer. Hemen bir provokasyon 'Polis kurşunuyla'... İçişleri Bakanımızı hemen aradım, orada herhangi bir şey kullanıldı mı diye. 'Gösteriyi dağıtmak için gaz bile, su bile kullanılmadı' dedi. Sonra ortaya çıktı, av tüfeğiyle vurulmuş. Bunlar, birilerinin devletle halkı karşı karşıya getirmek için nasıl çaba gösterebileceğini ortaya koyuyor. Halkımızın büyük çoğunluğu, bütünü orada kamu düzeninin ihdas edilmesini talep ediyor. Onun için gereğini yapacağız. Bir kez daha Cizre'deki vatandaşlarımıza da bölgedeki vatandaşlarımıza da sesleniyorum: Devlet, kamu düzenini ihdas etmek için ne gerekiyorsa o adımı atacak. Bu konuda kararlıyız."
''DEMİRTAŞ VARSA BİLDİĞİ BİR ŞEY BUNU BİZİMLE PAYLAŞSIN''
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "Cizre'de devlet içine çöreklenmiş bir grubun işi olduğu" iddiasını da Davutoğlu, "çok kolaycı bir şey" şeklinde tanımlayarak, "Varsa bildiği bir şey bunu bizimle paylaşsın, bu provokatörlerin ve bu tür faaliyet yapan şiddet yanlısı unsurların üstüne nasıl gidersek, devlet içinde varsa böyle bir şey onun üzerine de gideriz. Ama şiddeti birisi körükleyip sonra da devlet içinde bazı unsurlar derse bu inandırıcı olmaz" ifadelerini kullandı.
''SEÇİMİ KAYBEDECEĞİMİZİ BİLSEK BİLE O ADIMI ATARIZ''
Başbakan Davutoğlu, bir soru üzerine de şu görüşleri dile getirdi:
"Çözüm süreci gibi bir süreçte, bırakın seçimi, 'Bu akşam bir şey olacak' denilse, her şeyi terk eder onu yaparız. Ülkenin bekasını düşünenler için seçim sadece geçilmesi gereken bir eşiktir. Çözüm sürecinde geldiğimiz nokta, silahsızlanma noktasına gelinse, seçimi kaybedeceğimizi bilsek, Türkiye'nin geleceğini kazanmak için o adımı atarız. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olarak söylüyorum, bugün çözüm sürecinde neticeye ulaşacağımızı bilsek ama haziran seçimlerini kaybedeceğimizi bilsek, emin olun bir an tereddüt etmeden o adımı atarım, ki olabilecek başka kayıplar olmasın. Dolayısıyla bir geciktirme olmaz, hak ve adalet gerektiğinde zamana yaymak olmaz. Ama işin de doğasını zorlamak doğru değil. Doğa gereği biraz zamana ihtiyaç varsa, o zaman değerlendirilir."
''HİÇ FAİLİ MEÇHUL OLMAYACAK''
Siyasetin konuşulduğu yerde silah, fikrin konuşulduğu yerde şiddet olmayacağını vurgulayan Davutoğlu, silaha ve şiddete meşruiyet kazandırılması halinde kamu düzeninin kalmayacağını söyledi. Davutoğlu, hükümetleri döneminde hiç faili meçhul olmadığını ve olmayacağını bildirdi.
Davutoğlu, "İzleme komitesi ilerliyor mu?" sorusu üzerine, HDP heyetinin görüşme yaptığını, çeşitli çalışmalar olduğunu kaydederek, "İzleme komitesi adı olmadan, öyle bir ad koymaya gerek olmadan sadece bir tarafla değil, bu mesele sadece HDP ve örgütsel yapıyla alakalı bir konu değil, bütün ülkenin geleceğini ilgilendirdiği için içinde bu meseleyle kendisini ilişkili gören sivil toplum kuruluşlarının, diğer partilerin yer aldığı daha geniş bir platform oluşturma anlamında zaten akil insanlar heyetiyle denendi ve önemli bir misyon gördü. Belki bu anlamda yeni tanımlar ortaya koyarız fakat bu nihai kertede mümkün olan en geniş tabana bu meseleyi yaymak için atılacak adımlardır" diye konuştu.
Hükümeti kurduktan sonra zihninde, arkasından da kabine arkadaşlarıyla paylaştığı bir planlama yaptığını ifade eden Davutoğlu, çözüm süreci gibi, çıkabilecek krizlere hemen müdahil olunması gereken konular, partinin kongre takvimi ve seçimlere doğru giden sürecin idare edilmesi gibi durumlar üzerine çalışmalar olduğunu kaydetti.
Davutoğlu, bakanlıkları ziyaret ettiğini, ne yapılabileceğinin resmini çıkarmaya çalıştıklarını dile getirerek, "Bir paket, iki paket değil, 25 sektörel dönüşüm programı açıkladık. Önümüzdeki hafta da sosyal boyutu ilan edip bu 25 sektörü tamamlayacağız" diye konuştu.
Bunun, ekonomide çok büyük bir sektörel dönüşümün projesi olduğunu ifade eden Davutoğlu, çalışan kadınların imkanlarının genişletilmesi ve ailenin dinamik nüfus yapısının korunması konusunun ayrıldığını söyledi.
Davutoğlu, 1990'lı yıllarda "doğum kontrolü yapalım, nüfusu azaltalım, işi verelim, zamanla yaşlanırsa da o zaman bakarız" şeklinde basit bir formül bulunduğunu dile getirerek, kendilerinin ise bunun tersinde "nüfusu artıralım, iş bulalım" dediklerini vurguladı.
Yapı taşlarından birinin de şeffaflaşma ve imarlarla ilgili olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Şeffaflaşma, bizim en fazla hassasiyet göstererek üzerinde durduğumuz mesele. Daha önce bilgi edinme gibi kanunlarla altyapı vardı. 2010'dan 2014'e kadar da bir eylem planı benimsendi ve o kanunlar da çıktı. 2014'te tamamlandığı için yeni eşik olarak bu hesap verilebilirlik ve şeffaflaşmayı öne çıkardık. Bütün bu tartışmalar olmasaydı da yapılacak bir işti. Arkadaşlardan detaylı brifing aldım. Şeffaflaşma konusunda en kritik alanları, siyasetin finansmanı alanıyla ilgili önemli tedbirleri açıkladık. Siyaset bir güç kullanma alanı, finansman da bir güç. Bu iki güç eğer birleşirse ve bu açık, şeffaf olmazsa birinin diğerini ifsat etmesi söz konusu olabilir. Şeffaf olması halinde ise her şey berraktır. Biz cumhurbaşkanlığı seçiminde denenen yöntemi, yani herkes yardım yapacaksa açık yapsın. Gizli saklı, 'ben şu siyasiye, partiye şu yardımı yaparsam daha sonra çıkar elde edebilirim' gibi bir hesap içine kimsenin girmemesi lazım. Bütün partiler için geçerli olmalı. Şeffaflık meselesi zihniyet meselesidir. Öyle bir algı var ki toplumda, siyasiler hesap versin. Tabii, toplumun önündeyiz. Bembeyaz bir yorganın, havlunun üzerindeki leke çok daha kolay görünür. Bizler toplum önündeyiz, yanlıştan kaçınmamız gerekir. Yanlıştan kaçınmak toplumun sorumluluğundadır esasında. Toplum A, B partisine yapılan yardım ne kadardır bilsin."
"Kesinlikle bu vergi değildir"
Milletvekilliğinin, ürpererek aldığı bir sorumluluk olduğunu ifade eden Davutoğlu, bunun dünyanın en şerefli ama sorumluluğu da olan bir makam olduğunu söyledi.
Davutoğlu, değişik kanunlarda olan milletvekilliğini tek kanunda toparlayıp, etik unsurları da koyarak milletvekilliği gibi onurlu bir görev üzerinden sürebilecek spekülasyonları ortadan kaldırmayı düşündüklerini, muhalefetle beraber bunu yapabilmeyi umut ettiklerini kaydetti. Başbakan Davutoğlu, bunun seçimlerden önce olması için çabaladıklarını dile getirdi
İmar konusuna da değinen Davutoğlu, "Kesinlikle bu vergi değildir. Bir vatandaşımızın binası ya da arsası olduğu yerde değer kazanıyorsa, o değer ona aittir. Kimse ona müdahil olamaz. Rant vergisi gibi bir şey değil bu. Vatandaşın arsasında, eğer bir kamu kararı alınarak değer artışı olmuşsa arsanın sahibinin kazanıp ürettiği bir şey değil. Kamu otoritesinin, belediye meclisinin aldığı kararla kazanılan bir şey. O kazancın, kaynağı olan kamuya dönmesi lazım. Ondan sonra imar planı yapıldıktan sonra arsada değer artışı olmuşsa, o da onun hakkı, helali hoş olsun. Kamuya ait karardan kaynaklanan değer artışının kamuda değerlendirilmesi gerekir. Bu, yerel yönetimleri güçlendirecek. Bu, kesinlikle inşaat sektörünü olumsuz etkileyecek bir husus değil" diye konuştu.
4 ESKİ BAKAN'LA İLGİLİ KOMİSYON
Haksever'in, dört eski bakanla ilgili Meclis Soruşturma Komisyonu'nu anımsatarak, "Bu olayla ilgili veya dolaylı olarak 'Babamın oğlu olsa kolunu koparırım' sözünüz var. Bundan ne anlamalıyız? Sizin de 'suçlu veya kusurlu olmadıkları yönünde kanaatiniz' diye algılayabilir miyiz?" sorusuna Davutoğlu, bunun bazı muhalefet liderleri tarafından istismar edildiğini, başka yönlere çekildiğini anlattı.
Davutoğlu, eline sahip çıkmanın dürüstlük, hırsızlık ve haramdan kaçınmak olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Elini bir harama uzatmışsa, sahip çıkamamışsa eline, gereken cezayı veririz demektir. Aynı şeyi söylüyorum. Milletimize bir taahhütte bulunarak söylüyorum. Kardeşim olsa, birisi milletin kaynağına ya da herhangi bir şekilde harama uzanmışsa eli ve ben bunu biliyorsam, hiçbir tereddüt etmeden o cezayı veririm, ceza benim elimdeyse. Yok ceza yargıda verilecekse yargıya sevk ederim. Bu konuda kimsenin de tereddüdü olmamalı. Bu mesele ise bu taahhütle çelişkili bir durumda değildir. Birtakım iddialar var. Ben bu iddiaların doğru ya da yanlışlığına hükmedecek konumda değilim. Bir mahkemeye gidilmiş, takipsizlik kararı vermiş. Soruşturma komisyonu kurulmuş. Soruşturma komisyonu süresince tek bir kişiyi arayarak 'şöyle ya da böyle karar verin' diye herhangi bir müdahalede bulunmadım. Bulunmayacağımı da söyledim. Hukuk sistemi içinde komisyon üyesinin kendi özgür iradesiyle, vicdanı bunu tamamlaması lazım. Biz bu kadar hassasiyet gösterirken muhalefet her gün ihsası rey yaptı. 'Suçlular ve kaçıyorlar' gibi ihsası rey yaptı. Bu, hukuken doğru değil. Bu komisyon etik ve siyasi bir komisyon olmanın ötesinde öyle bir komisyon değil. Hukuki bir komisyon. Elindeki belgelere bakar karar verir. Savcı gibi davranır, hükmü de vermez. Yapılan bir yanlış varsa bu yargıyla tescil edilir. Yargı tescil eder de biz göz yumarsak işte o zaman gereğini yapmamış oluruz. Eğer ben hükmetmeye başlarsam, bu sefer yargıyla yürütme arasındaki ayrım ortadan kalkar. Genel kurula gidecek, orada konuşulacak. Hukuk çerçevesinde kimsenin müdahil olmadığı bir oylamayla ne olacağını hep beraber değerlendireceğiz."
"Atılması gereken adım neyse onu da atmakta tereddüt etmem"
Haksever'in, TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in "Bitmez bu" şeklinde sözü olduğunu ifade ederek, "Kamuoyu vicdanında da kolay kolay bitmeyeceği yorumlarına ne dersiniz?" diye sorması üzerine Davutoğlu, "Bu tartışılırken kimsenin bundan sonra bu konuyu konuşmayın deme hakkı yok. Meclis Başkanımız, açıklamasının yanlış yorumlandığını söyledi. Onu demek de doğru değil. O da bir tür ihsası rey. 'Suçlu, suçsuz, şöyle, böyle olur' demek bizim için ihsası rey anlamına gelir. Şahsi kanaatimi şu anda dahi paylaşmam ihsası rey anlamına gelir. Bunu yapmam ben. Şahsi kanaatimin gereği neyse herkesle konuşur, şu veya bu yönden etkilemek anlamında değil, bütün bu tecrübelerden atılması gereken adım neyse onu da atmakta tereddüt etmem" yanıtını verdi.
Bakanlar Kurulu toplantısı
Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Bakanlar Kurulu'na başkanlık edeceğine ilişkin soru üzerine de anayasaya göre cumhurbaşkanının gerekli gördüğünde Bakanlar Kurulu'nu toplayabileceğini kaydetti.
Bunun ilk defa olmadığını, Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül hariç diğer cumhurbaşkanlarının değişik dönemlerde başkanlık yaptığını aktaran Davutoğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin bu konu üzerinden kendisini tahrik etmeye çalıştığını söyledi.
En kolayının tahrik etmek olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Ben ve cumhurbaşkanımız arasında bir ihtilaf çıkarabilmek için bunu kullanmak. Bu rejim değişikliği olurmuş, vesair vesair. Kendisinin Demirel'in cumhurbaşkanlığında Bülent Ecevit ve kendisiyle çekilen ortak kabine toplantısı var. İlk defa oluyormuş gibi sistem değişikliğine atıf yaparak bunu saptırmaya çalışmak doğru değil. Sayın Cumhurbaşkanımızla benim arama herhangi bir başka faktörü sokmayacağımı, sokulmasına izin vermeyeceğimi söyledim. Bu konuda kimse böyle küçük ayak oyunlarına kalkışmasın. Hiç yeltenmesinler. Bu bir vefa, sadakat, karşılıklı saygıya ve kardeşliğe dayanan bir hukuktur. Türkiye'nin hukuk sistemi neyi öngörüyorsa, bir gün bu değişirse biz hep beraber ona uyarız. Anayasal düzen neyi gerektiriyorsa o uygulanır. Cumhurbaşkanımızın toplantıya çağırma yetkisi varsa, bu toplantı yapılır. O toplantı yapıldı diye Türkiye'de ne o başbakanın gücü azalır, ne cumhurbaşkanının herhangi bir şekilde devletin tümünü temsil etme rolünde bir eksilme olur. Geçmişte olmadığı gibi. Hukukta kimin neyin hesabını vereceği, kimin ne çerçevede yetki sahibi olduğu belli. Dolayısıyla bunun üzerinden kimse spekülasyon yapmasın."
Bakanlar Kurulu'nun gündeminin belli olup olmadığına ilişkin soruya karşılık da Davutoğlu, genel değerlendirmelerin yer aldığı bir gündem olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanının devletin bütününü temsil ettiğine, büyük bir devlet tecrübesiyle ülkeyi 12 yılda nereden nereye getirdiğinin herkesin malumu olduğuna vurgu yapan Davutoğlu, böyle bir tecrübeden Bakanlar Kurulu olarak istifade etmelerinin son derece doğru olduğunu kaydetti.
Davutoğlu, "Cumhurbaşkanımızı bu konularda bilgilendirmemiz, cumhurbaşkanlığı makamına olan saygımızın bir gereğidir. Ama hesap verilmesi anlamında tabii ki Bakanlar Kurulu hesabı verir. Hukuken de böyledir. Bakanların yetkileri konusunda tartışılacak bir husus yok. Etik olarak da zemin benim için açıktır, hukuki olarak da tanımlanmış bir ilişkidir. Dolayısıyla bunun ötesinde yapılacak her türlü yorum art niyetlidir. Küçük siyaset hesabıdır. Bazen Kılıçdaroğlu, bazen de Bahçeli yapar" dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, acı bir haber aldıklarını, yazar Afet Ilgaz'ın vefat ettiğini, Yaşar Kemal'in de hastanede olduğunu belirterek, "Ben eşiyle de konuştum. Afet Ilgaz'a Allah rahmet eylesin diyorum. Yaşar Kemal'e de Allah şifa versin. Daha çok güzel eserlerini okumak nasip olsun" diyerek sözlerini tamamladı.