Güncelleme Tarihi:
Davutoğlu'nun, Çalışma Bakanı Faruk Çelik ve uzmanlarla yaptığı İş Güvenliği Zirvesi'nde de yeni kararlar alındı. İşletmelerin performansı ölçülecek. İşyerinde kaza olmayan işverenden kesinti yapılmayacak. Ölümcül kaza olmuşsa şimdiki cezalardan daha ağırı kesilecek.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kanal 24’te gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
''ESAD’A NEREDEYSE YALVARDIK ’BU GİDİŞAT KÖTÜ REFORMLAR YAPIN’ DİYE''
Türkiye’nin IŞİD politikasına ilişkin soru üzerine Başbakan Davutoğlu, "Suriye, bölgenin en önemli bölgesi. Suriye krizinin bir an önce çözülmesi lazım. 'Suriye krizi kontrol altına alınmazsa buraların hepsinde çok ciddi depremler yaşanır' diye hep anlatmaya çalıştık. Başta Esad’a anlattık, 8-9 ay. Anlamadı, dinlemedi. Neredeyse yalvardık 'bu gidişat kötü reformlar yapın' diye. Dinlemedi bizi. Bu defa başka ülkelere konuyu anlattık. Türkiye her toplantıda neredeyse feryat etti" açıklamasını yaptı.
''AMERİKA’NIN IRAK’A BIRAKTIĞI SİLAHLAR IŞİD’İN ELİNE GEÇTİ''
Amerika’nın Irak’a bıraktığı silahların IŞİD’in eline geçtiğini kaydeden Başbakan Davutoğlu, "Kendilerinin dışlandığını hissedenler radikalleşmeye yönelir. Maalesef olan Suriye’de yüzde 12’lik sınırlı bir azınlık geri kalanına hükmetmeye çalışınca bir mezhep çatışmasına dönüştü. Amerika’nın Irak’a bıraktığı silahlar, külliyen, topluca, en sofistike silahlar IŞİD’in eline geçti. Radikalleşme büyük tehdit. Biz sınırımızda herhangi bir terör yapılanması, radikalleşme istemeyiz. Sünni, Şii olması önemli değil. Şiiler yalnızlaşmış olsa onları da savunmak gerekirdi. Yapılması gereken derhal bu tür tehditlere karşı ortak bir tutum sergilemek. Ortak tutumun bir taraf adına dönüşmemesine özen göstermek" diye konuştu.
''NEDEN İMZA ATMADIĞIMIZ AÇIK''
Davutoğlu, IŞİD’e karşı Amerikan-Arap Ortak Bildirisi’ne Türkiye’nin imza atmamasını değerlendirdi. Başbakan Davutoğlu, "ABD’nin ne istediği ne kadar belliyse bizim de neden imza atmadığımız o kadar açık ve bellidir. Arife tarif gerekmez. İmza atmamamızın gerekçesine de zarar verir" ifadelerini kullandı.
''KILIÇDAROĞLU GİTTİ MALİKİ’NİN ELİNİ SIKTI ''
Türkiye’nin Suriye politikasına ilişkin Başbakan Davutoğlu, "Türkiye tek başına çok çalıştı bunu her yerde anlattı. Kılıçdaroğlu gitti Maliki’nin elini sıktı. Sırf bizi rahatsız etmek için. Sonra ne oldu? Maliki her şeyi bıraktı gitti ve her şey IŞİD’in eline geçti. ABD’nin Irak’a bıraktığı silahlar külliyen IŞİD’in eline geçti" dedi.
''IRAK-SURİYE-LÜBNAN ORTAK GERİLİM HATTINA DÖNÜŞTÜ''
Başbakan Davutoğlu ortadoğuda bazı devletlerin gerilim hattına dönüştüğünü söyleyip, "Irak, Suriye, Lübnan ortak gerilim, fay hattına dönüştü. Sınırlı dönüşüm yaparsanız öbür tarafta büyük deprem olur. Ilımlı, Arap ve etnik milliyetçi olmayan grupların bir araya getirilmesi, desteklenmesi lazım. Yeni bir inisiyatif gelişecek. Bu siyasi inisiyatif de askeri olarak desteklenecek" açıklamasında bulundu.
''ABD’NİN STRATEJİSİ GEREKLİ AMA SİYASAL İSTİKRAR İÇİN YETERLİ DEĞİL''
Ortadoğu halklarının 2 kötüden birisini tercih etmekle karşı karşıya bırakılmamalı diyen Başbakan Davutoğlu, "ABD’nin stratejisi gerekli, ama düzen kurmak, siyasal istikrarı tesis etmek için yeterli değil. ’IŞİD’i yok etmek için Esad ile iş birliği yapalım’ deniliyor. Bu ne demek Ortadoğu halkları artık iki kötüden birini tercih etmekle karşı karşıya bırakılmamalı" dedi.
''3 AYDIR BİZİ HER GÜN AÇIKLAMA YAPMAYA ZORLUYORLAR''
Başbakan Ahmet Davutoğlu rehineler ile ilgili olarak, "3 aydır bizi her gün açıklama yapmaya zorluyorlar. Hala bir eski bir diplomat sorunsuzca bunu dile getiriyor. Ve istiyor ki bunun karşılığında bizim rehinelerimiz zarar görsün. Bundan memnun mu olunacak. Muhalefette ve basında duyarsızlık var. Bizim birinci önceliğimiz şuanda o kardeşlerimizin, canlarımızın ailelerine en kısa zamanda kavuşmasıdır. Beklediğimiz tek şey şu sorumluluk içerisinde davranılması. Devlet birimlerimize destek olmalıyız köstek değil. Bunun için insan olmak ve empati yapmak bunun için yeterli. Bu zor durum başka ülkelerin başına da geldi. Onlar için dua etmeliyiz" ifadelerini kullandı.
''IRAK’TA ABADİ HÜKÜMETİ VARSA BUNDA TÜRKİYE’NİN KATKISI VARDIR''
Sınır komşumuz Irak’da kurulan yeni hükümet ile ilgili değerlendirmeleri sorulan Başbakan Davutoğlu, "Irak’ta bugün Abadi hükümeti varsa bunda Türkiye’nin katkısı vardır. Bugün de katkı vermeye hazırız. Obama’nın planı stratejinin ne kadar kuşatıcı ve siyasal parametrelerin desteklenip desteklenemeyeceğine bağlı. Bu boyutu taşırsa başarılı olur. Türkiye’nin katkısı her aşamada istendi. Bağdat’ta en büyük başarı Türkiye’ye aittir" dedi.
''AKADEMİSYENLERE HİSSEDİLİR BİR İYİLEŞTİRME YAPMAYI PLANLIYORUZ''
Başbakan Davutoğlu, akademisyenlere ekim ayında zam yapılabileceğini belirterek, "Çok daha nitelikli insan kaynağına ulaşmamız lazım. En iyi beyinler üniversitede kalsın. Hissedilir bir iyileştirme planlıyoruz. Ekim ayı ortalarında nihai noktaya geliriz" ifadelerine yer verdi.
''KILIÇDAROĞLU’NUN RESEPSİYONDA OLMAMASI CUMHURBAŞKANIMIZ İÇİN DEĞİL KENDİSİ İÇİN KAYIP''
Cumhurbaşkanlığı ile herhangi bir krizin söz konusu olmayacağını ifade eden Başbakan Davutoğlu, "Karşılıklı saygı ve etik olduğu sürece, kimse kriz beklemesin. Hepimizin muhalefetin de cumhurbaşkanlığı makamıdır. Cumhurbaşkanlığı resepsiyonu en kalabalık resepsiyondu. Kılıçdaroğlu yoktu. Olmaması büyük bir kayıp mı cumhurbaşkanımız için değil kendisi için kayıp. Ümit ederiz ki bir ana önce bu inadını bırakır da taşlar yerine oturur" dedi.
''SİZ NASIL UYGUN GÖRÜRSENİZ DEDİM''
Davutoğlu, Çankaya Köşkü'nün başbakanlıkça kullanılacak olması konusunda şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bizim için mekanlar... Bizim için mekanlar önemlidir ama medeniyet anlamında. Şahsi olarak yaşadığımız yerlerin o anlamda bir değeri yok. Devlet itibarını temsil kabiliyetini gösteren her yer bizim için yeterlidir. O anlamda da cumhurbaşkanımızla istişarede böyle olmasının daha doğru olacağı konusunda karar verdik. Ben de 'Siz nasıl uygun görürseniz' dedim. Bunun da bir problem olduğunu düşünmüyorum. Bazıları bunun bir sembolik anlamı içinde değerlendirmek istiyorlar. Mustafa Kemal'in mirası gibi genel sembolizm içinde değerlendiriyorlar. Mustafa Kemal'in en büyük mirası Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Eğer Türkiye Cumhuriyeti devleti onurlu bir şekilde başı dik bir ülke haline getirilmişse bugün, 14 sene evvel IMF'den küçük rakamlarla borç isteyen bir ülkede Çankaya'da kim oturursa otursun o mirasa sahip çıkmamış olur."
''12 EKİM’DE ÖYLE BİR HSYK GELECEK Kİ BUNLARA BİZ HESABINI SORACAĞIZ''
Paralel yapı ile mücadelenin devam edeceğini ifade eden Başbakan Davutoğlu, "Bir grup yargıya egemen olmuşsa, artık siz adaletten emin olamazsınız. Hakim ve savcılar tek başına vicdanları ile karar vermemeye başlar. Bugün TÜSİAD Başkanına da söyledim. Yargı mensuplarına sesleniyorum; HSYK seçimleri sizin seçiminiz siz karar vereceksiniz. Şimdi yığınakları merak etmeyin. 12 Ekim’de öyle bir HSYK gelecek ki bunlara biz hesabını soracağız. Böyle bir hesap içindelerse buna izin vermeyiz. İzin verirsek, yasama, yürütme, yargı kalmaz" diye konuştu.
ŞİŞLİ'DEKİ ASANSÖR KAZASI
Dün öğleden önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileriyle görüşmesinde, geçen bir hafta içinde derlediği bilgiler ışığında bazı sorular sorduğunu, öğleden sonra da paydaşlarla bir araya geldiklerini anlatan Davutoğlu, öğleden sonra yapılan toplantıda, konunun gerek işveren gerekse işçi sendikalarının olduğu bir ortamda açık yürekli konuşulmasından memnun olduğunu ifade etti.
Başbakan Davutoğlu, iş güvenliği konusunda üzerinde çalışılması gereken 4 alan gördüğünü vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yasal alanda ne yaparsanız yapın, diğer alanlardaki uygulamada yeterli etkinlik gösterilemezse, başarı sağlamak mümkün değil, benim gözlediğim. Birinci alan süreç yönetimi. Bizde maalesef şöyle bir kanaat var, sadece bu konuda değil, diğer konularda da, 'Kanunu çıkaralım, saldım çayıra mevlam kayıra' şeyiyle, kanun kütüphanelerde, köşelerde dursun, bir problem çıktığında başvurulmak üzere dursun. Bir problem çıktığında başvurulmak üzere dursun ama bir problemi engellemek için değil de... Bunu sadece kamu için söylemiyorum. İşveren sendikalarına, işçi teşkilatlarına da açık söyledim bunu: Bu kanun sizler için çıktı. Ama benim, bu 10 işçimizin vefat ettiği kazada derinlemesine baktığımda olaya gördüğüm şey ve emin olun bütün görüşleri de alarak, olayın oluş şekliyle ilgili bir resim zihnimde canlandıktan sonra bu sonuca vardım. Kanun bir yerde duruyor, uygulama ise kanun hiç çıkmamış gibi bambaşka bir alanda seyrediyor. O zaman ona bir el atmamız gerekiyor. Bakanlar Kurulunda arkadaşlara, bütün bakanlara talimat verdim, bu tecrübeden hareketle. Bundan sonra bir kanun çıktığında, bu kanunla ilgili ciddi bir eğitim ve oryantasyon yapılacak."
''BUNDAN SONRA İŞÇİ TABİRİ OLMAYACAK''
"Ne iş yaparım" anlayışının iş kazalarına yol açan insan faktörüyle ilgili olduğunu aktaran Davutoğlu, "Bundan sonra işçi tabiri olmayacak. İşçi ve emekçi tabiri her zaman saygı duyduğumuz şey ama inşaat işçisi denilecek, onun alt kademelerine inecek, betoncu, kalıpçı denecek, ne ise... Bugün aldığımız kararla, Bakanlar Kurulunda da konuşmuştuk, Mesleki Yeterlilik Kurumunun 2016 başında vermeye başlayacağı sertifikalandırma süreci, 2014'ün sonunda başlayacak. 1 Ocak 2015 itibariyle işçilerle ilgili sertifikalandırma ve yeterlilik belgeleri verilecek. 'En tehlikeli', 'tehlikeli', 'vasat' gibi değişik kategoriler var. Öncelikle en tehlikeli ve tehlikeli kategorilerdeki işçiler bu şeyden geçecekler" diye konuştu.
''CEZALAR ARTACAK''
Davutoğlu, üçüncü alanı "sosyal duyarlılık" şeklinde açıklayarak, "İş güvenliğiyle ilgili hiçbir maliyet, bir kaza olduğunda bir işverenin kaybedeceği itibarından daha pahalı değildir. Şimdi düşünün o firma, çok büyük projeler yapan, milyarlarca dolarlık proje yapan bir firma bir anda kendi işçisine özen göstermeyen firma durumuna düşüyor. Bunun getirdiği maliyet, orada iş güvenliği için alacağınız maliyetin yanında çok yüksek bir maliyet. Herkesin buna özen göstermesi lazım" değerlendirmesinde bulundu.
İlkesel olarak bütün işverenlere seslendiğini vurgulayan Davutoğlu, "Acaba işverenlerimiz, 2012 Haziranında çıkardığımız İş Güvenliği Yasasını yeterince incelediler mi? Sorumluluklarını biliyorlar mı? Biliyorlarsa, bunun gereğini yapmaları lazım" ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, cezaların artacağına ancak bunun yanı sıra ödül mekanizması da getirileceğine dikkati çekerek, işine özen gösterenin ödülünü alacağını, işine özen göstermeyenin de en şiddetli şekilde cezalandırılacağını bildirdi.
İşçi sendikaları temsilcilerine, üyelerini iş yasasının getirdiği haklar konusunda eğitime tabi tutup tutmadıklarını sorduğunu dile getiren Davutoğlu, yasaya göre işçinin "Burada güvenliğimi teminat altında görmüyorum ve çalışmıyorum" diyebileceğini, yasanın evrensel standartlarda olduğunu kaydetti. Davutoğlu, işçi sendikalarına, işçileri eğitme çağrısında bulundu.
''O KADAR ÜZÜNTÜ VERİCİ HİKAYELER VAR Kİ''
Başbakan Ahmet Davutoğlu, dün de ailelerle görüştüğünü ifade ederek, "O kadar üzüntü verici hikayeler var ki. Bir tanesi Giresun'daydı, ağlayan bir baba. Bir tanesi Bursa'da bir anne. Geri bıraktıklarınız o kadar kıymetli ki. Siz de kıymetlisiniz işçi kardeşlerim, o haklarınızı bileceksiniz" dedi.
Denetimin ciddiye alınması ve kağıt üzerinde olmaması gerektiğine vurgu yapan Davutoğlu, "Bir denetçinin, bir müfettişin, gittiği yerde çay bile içmesi doğru değil. Çay bile içmeyecek. Denetimini yapacak. Eğer çay kabul ederse, arada doğan samimiyet, hukuk, bazı eksikleri görmeye engel olabilir. Yemek yemeyecek. Bugün bana verilen bazı bilgiler, işverenin arabasıyla gittiği gibi. Olmayacak, kendi arabalarıyla gidecekler. Bu arabalar sağlanacak ki arada doğan samimiyet, oradaki bir eksikliği görmeye engel olmasın. Gidecek ve görevini yapacak" şeklinde konuştu.
''BEN TEŞEKKÜR EDİYORUM O BABAYA''
Davutoğlu, Mecidiyeköy'deki asansör kazasında ölenlerden birisinin babasıyla yaptığı telefon görüşmesinde babanın kendisine tepki gösterdiği şeklinde haberler yer aldığının hatırlatılması üzerine, şunları söyledi:
"Biz o gece bir taraftan işçilerimize yanarken, bir taraftan da 'acaba provakatörler ne yapar?' diye kaygılanıyorduk. Buradan da zikrettiğiniz olayı bütün basın bildiği için, normal şartarda belki zikretmezdim ama basına da bütün sivil toplum kuruluşlarına bu anlamda çağrı, tepki gösterelim ama tepkimiz işin esasına olsun. Yoksa birilerine zarar vermek niyetiyle olmasın. Bizi eleştirebilirsiniz, başka partilere oy verebilirsiniz. Bunlara saygı duyarım ama bizi eleştirmeyi, hükümet üzerinden bir provakasyona yöneltirseniz, o vefat eden işçilere de bundan sonraki işçilere de en büyük zararı vermiş olursunuz. Nitekim bir babayı aradım. İsmini zikretmek istemiyorum. Aramamızdan dolayı memnuniyeti ifade eden çok güzel sözler sarfedildi her telefon görüşmesinde. Bu acılı baba, evladını kaybetmiş, teşekkür etti. 'Bunları takip etmeniz lazım' dedi. 'Hep beraber takip edeceğiz, merak etmeyin' dedim. Böyle dostane. Bu kadar. Teşekkür etti ve kapattık. Daha ben telefonu kapattım. Bir veya 2 saat sonra internete düşen bir haber, 'acılı babadan Başbakan'a tepki.' Önce konuşmak istememiş güya. Sonra demiş ki bana, 'Ben sizi mahkemeye vereceğim. Bunun sorumlusu hükümettir.' İşte vesaire, vesaire. Hiç böyle bir diyalog yok. Biliyorsunuz kriz dönemlerinde hemen açıklama yapmak gerekir, hemen açıklama yapıldı: 'Bu diyalog doğru değil' diye. Ertesi gün de ben teşekkür ediyorum o babaya. O acılı haline rağmen, 'Sayın Başbakanla aramızda böyle bir diyalog geçmemiştir' diye kendisi de açıklama yaptı. Şimdi bu diyalogu kim üretir?"
''HANGİ BAKAN GİDECEK DİYE BANA SORMAYIN DEDİM''
"Biz telefona sarıldığımızda bu tepkileri de hesaba katarak sarılırız" diyen Davutoğlu, "Hatta Bakanlar Kurulu toplantısında arkadaşlarıma şunu söyledim, 'Bundan sonra herhangi bir yerde bir insani durum yaşandığında, hangi bakan gidecek? diye bana sormayın. Hemen, kimin alanıysa gidecek, madense enerji bakanımız, başkasıysa o.' Eğer bir vatandaşın gözünden tek bir damla yaş düşmüşse, onu ilk biz göreceğiz, provakatörler görmeden veya onun ailesi dahi görmeden. Önce bakanlarımız ya da yetkililerimiz görecek. Çünkü o dert bizim derdimiz. Şimdi burada olmayan bir diyalog üzerinden insanlar tahrik ediliyor. Böyle bir tahrik esnasında, bir gösteri olsa... 'Başbakanı mahkemeye verecekmiş, Başbakan sorumlu' diye insanlar sokağa döküldü. Bir kişiyi daha kaybettik ya da yaralanma oldu. Bunun vebali kimin? Bunun o aileye, iş güvenliğine faydası ne? Bu da ayrı bir alan" diye konuştu.
''EN ZOR ŞEY, ŞEHİTLERİN CENAZESİNE KATILMAK''
Görevde bulunduğu sürede kendisine en zor gelen şeyin, şehitlerin cenazesine katılmak olduğunu dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Desinler ki 'Dünyayı bir buçuk kere dolaş, hiç uyuma.' Hiç yüksünmem ama acılı bir babaya, anaya sarılıp, onun acısını yüreğinizde hissettiğinizde bütün ellerinizin, yüreğinizin boşaldığını hissediyorsunuz ama orada bulunmanız lazım. O acılı anne size sarılacak. Sitem de edecek. Baba gerektiğinde dönüp birşeyler de söyleyecek. Söylediği zaman bir kez daha sarılacaksınız ki devletin merhametini hissetsin. Aksi takdirde biz bu sorumlulukları niye üstleniyoruz? Bugün olsa, tepki de göstermiş olsaydı ben yine arardım, hatta evine giderdim. Bu bizim görevimiz. Bu tepkiler o esnada insani bir tepki. Bir olayda bir şehit babası önce sarıldı, sonra döndü bir tepki gösterdi. Bir daha sarıldım ben ağlayarak. Ardından bir daha sarıldık. Bu normaldir."
''6 GÜNLÜK BEBEĞİMİ KAYBETTİM''
Başbakan Davutoğlu, Malezya'da bulunurken 6 günlük çocuğunu kaybettiğini açıklayarak, "Doğum sonrası olan bir rahatsızlık nedeniyle. Hala onun sızısı içimdedir. Ben bunu yaşayan biri olarak, 6 günlük bir bebek için hissettiğim şey. Malezya'da meftundur. Hala beni oraya bağlayan bir hatıra olarak görürüz eşim de ben de. Onun sızısı hala bendedir. Hatta bazen ben hislendiğimde eşime diyorum ki, 'Allah sana kolaylık versin. Benim için 6 gündü ama sizin için 9 ay 16 gündü.' Halbuki bugün konuştuğumuz bir annenin 21 yaşında oğlu. Normaldir. Sitem etse de hakkıdır ama etmediği bir sitemi provakasyona alet ederseniz, o bu toplumsal düşünce de değil. Nihayet yasal alan yani bu 4. alan olarak, süreç yönetimi, insan faktörü, eğitim, sosyal faktör, bilinçlendirme ve bütün bu ilgili paydaşların yaptığı çalışma yasal zeminde yapılacak olanlar" ifadelerini kullandı.
''2012'DEN SONRAKİ BÜTÜN KAZALAR İNCELENECEK''
Başbakanlık Teftiş Kuruluna talimat verdiğini anlatan Davutoğlu, "Talimatım şu: 'Sadece bu olay değil. Onu da içine alın, 2012'de çıkan yasadan sonra olan bütün kazaları alın, hepsini etüt edin. Bu yasada eksik bir şey varsa onu söyleyin. Yasanın uygulanmasında eksiklik varsa tespit edin. Bunu genelge ya da yönetmelikle düzenleyelim. Uygulamanın kendisinde, alanda bir eksiklik varsa onu tespit edin.' Şimdi bu teftiş raporunu bekliyorum" dedi.
Davutoğlu, iş yerlerinde barınılan yerlerin son derece kötü olduğunu kaydederek, buradaki problemin de ana işveren ile taşeronlar arasındaki sorumluluk, yetki gibi konulardaki dağınıklıktan kaynaklandığını söyledi.
Taşeronun dünyanın her yerinde olduğuna dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Çünkü büyük bir firma işi alıyor. Elektrik işini, başka işi başka birine veriyor. İstisaslanma bakımından da küçük şirketlerin önün açan birşey. Olumsuz değil ama o ana firmanın, bütün taşeronların bu işi nasıl yaptığını ve iş güvenliğini nasıl yaptıklarını takip etmek onun sorumluluğunda. 'Bunu taşeron yaptı' diye terk edilemez. Taşeronların her birisi de tek tek sorumlu. Yani, eskiden böyle vardı. Bir inşaat yapacaksınız. Bir kalfa çağırırsınız. O kalfa her şeye bakar, eder. Öyle değil artık. Bunun hele hele böyle büyük milyarlarca dolarlık bir projede bunların hepsini tasarlanmış olması lazım."
Başbakan Ahmet Davutloğlu, olaydan sonra bir gazetecinin kendisine, "İLO sözleşmesine niye uyulmuyor?" diye sorduğunu ifade ederek, "Onun üzerine tekrar tetkik ettim. İLO sözleşmesinin öngördüğü bütün hususlar, aslında 2012 yasası ile gerçekleşmiş. Öyle de bir kanaat var ki bizde, hafif bir kompleks, dünyada herşey çok iyi bir biz de problemli. Öyle değil. Tabii dünya standartlarına gelinmesi için yapmamız gereken çok şey var ama İLO'nun birçok unsuru yasa ile gerçekleşti. Son kalan 166. ve 167. maddelerle ilgili de tekrar Meclis'te hazırlık yapılmıştı. Sunulmaya hazırdı ve ekimi bekliyorduk. Şimdi onu da sunduk. Böylece İLO şartlarının hepsi yerine geliyor ama şartları yerine getirmek değil. Kağıt üzerinde şartlar yerine gelir. İnsanımız eğitilmemişse, önemini kavrayamamışsa yine bu problem var" değerlendirmesinde bulundu.
OKULLARA SOSYAL İŞ GÜVENLİĞİ DERSİ
"Entegre bir statüye ihtiyaç var" diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Herkes elini taşın altına koymalı. Biri diğerini suçlayarak değil, hepimiz, bir daha bu olayların yaşanmaması için kamu görevi olarak bizler, müfettişler, denetçiler gereğini yapacak. Kurallar koyarken, denetlerken gereğini yapacağız ama bunun yanında işveren üzerine düşen sorumluluğu yapacak. İşçi sendikaları, işçileri bilinçlendirecek. Sendikalaşma oranımız hala yüzde 9 ise tabi sıkıntı var. Bunların önünü açmamız lazım. Sendikaların da gerçekten sendikacılık yapması lazım. Gerçek anlamda işçi ile ilgilenmesi lazım. Tabi her STK'nın yasal görüşü olur ama sendikanın birinci şeyi işçiyi, işçinin haklarını korumak. O alanda eğitim yapılmalı. Bütün okullara, özellikle meslek liselerine yani ilgili okullara, teknisyen erbabı yetiştiren yerlere sosyal iş güvenliği dersi koymayı planlıyoruz ki bu bilinç yaygınlaşsın. Daha eğitim esnasında yetişenler bu bilinçle yetişsinler."
''İŞ KAZALARINI YOK ETMEK MÜMKÜN DEĞİL AMA...''
Davutoğlu, ölümlü kazalarda Türkiye'nin kötü istatistiğinin olduğunun anımsatılması ve "Teröre sıfır tolerans gibi böyle bir yaklaşım içinde misiniz?" sorusuna, "Kesinlikle. Bir iş güvenliği seferberliği başlatmalıyız. Önümüzdeki 15 gün veya en geç bir ay içinde, bugün oraya katılan sendikalar dışında, bütün çalışma hayatıyla ilgili bütün kurumların, tarafların katılacağı, belki birkaç yüz kişiyle son bir istişare yapıp, bir iş güvenliği seferberliği ilan etmek gerekiyor. Yani bir seferberlik halinde herkesin bu alanda, aynı işkenceye sıfır tolerans gibi, iş kazalarına sıfır tolerans noktasında... İş kazalarını yok etmek mümkün değil. İnsanoğlunun olduğu yerde herşey yaşanabilir ama işkence, sigarayla mücadele gibi alanlarda yaptığımız şekilde, kamu spotlarıyla bilinçlendirmeyle bunun üstesinden gelmemiz lazım" cevabını verdi.
Başbakan Davutoğlu, "Son çıkan torba yasada, DEİK bakanlığa bağlandı. Ulusal güvenlikle ilgili 15 günde bir, çözümle ilgili başka bir toplantı olacak. Kamu yönetimine yeni kurullar, yeni anlayış mı geliyor yoksa, 'Davutoğlu tarzı' dediğimiz yeni bir yöntem mi bu?" sorusu üzerine, "Şimdi doğru tespit ettiniz. Biraz önce kritik bir kavram kullandım 'süreç yönetimi' diye. Yani bazı politika oluşumları, iç politikada da dış politakada da böyledir, gerçekten teamül oluşana kadar ve bir yerleşmiş davranış kalıpları oturuna kadar süreci iyi yönetmek gerekiyor. Yani noktasal yönetim değil. Noktasal yönetimde kriz çıkyor. Yönetiyorsunuz, bırakıyorsunuz. Lisede şöyle derlerdi, benim de pek beğendiğim bir kavram değil ama 'İşe Türk gibi başla, şunlar gibi bitir' derler. Öyle birşey yerleştirmeliyiz ki biz Türk gibi başlamalayız ve zamanla insanlar demeli ki 'Bunlar Türk gibi bitiriyorlar' işe heyecanla başlamak bizim doğamızda var ama bazen çabuk dikkat dağılıyor. Başka işlere yöneliyoruz" diye konuştu.
''SÜRECİN YARISI GEÇİLDİ''
"Çözüm sürecini ritmik, dakik bir şekilde takip etmemiz lazım bütün arkadaşlarla birlikte" diyen Davutoğlu, "Söylem birliği oluşması lazım. Sürecin yönetilmesi, operasyonel yönetim bağlamında herkesin birbirinden haberdar olması lazım. Dişler birbirine geçtiğinde birbirini çalıştırması lazım. O bakımdan şimdiye kadar tabi bunlar yapıldı ama çözüm sürecinde öyle bir noktaya gelindi ki artık bundan sonra nihai noktaya varabilmek için çok daha yakın takip gerekiyor. O bakımdan, çözüm sürecini benim başkanlığımda ilgili bakan, müsteşar arkadaşlarımının katılımıyla bir mekanizmaya oturttuk ve ilk neticelerini almaya başladık olumlu anlamda söylüyorum. İnşallah önümüzdeki dönemde çözüm süreci, 2013 martında Diyarbakır'da konuşmamda vurguladığım bir husustu, sonra basınla da paylaştım, çok hızlı akan bir nehirde karşıdan karşıya yürümeye benziyor. Nehir çok hızlı akıyor ve çünkü etrafımızda, Kürt sorunu etrafında Irak'ta, Suriye'de, değişik ülkelerde yaşananları ve dinamik şartları görüyorsunuz. Sürekli değişiyor. Siz de diyorsunuz ki 'Birlikte şu karşıya yürüyelim.' En kritik an yarıya geldiğinizi hissettiğiniz andır. Çünkü ondan sonra kulaçları sıklaştırıp, karşıya geçmeyi düşünürsünüz ama daha yarıya gelmediğinizi düşünürse geriye dönmek hep zihninizdedir. Tarık bin Ziyad'ın gemileri yakması gibi" değerlendirmesini yaptı.
Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sürecin yarısı geçildi. Son yasa çözüm süreciyle ilgili haziranda geçirdiğimiz yasa, yarıyı geçtiğimizin işareti. Artık hiçbir kurum, yetkili, 'Sayın Fidan'ın başına gelen şey benim başıma da gelir mi?' diye düşünmeden, 7 Şubat'ı hatırlayın, bu karşıya kadar yüzme iradesini gösterir. Korunmuş, hukuki alt yapısı var. Bu askeri yetkililerimiz için de böyledir, istihbari yetkililerimiz için de. Artık mazeret yok ama karşı tarafın da aynı iradeyi göstermesi lazım. Açık söyleyeyim, bizim devlet olarak görevimiz, bütün vatandaşlara görevimiz, Hakkari'den Edirne'ye kadar, kamu düzenini sağlamaktır. Çözüm süreci, 'kamu düzeni bozulsa bile devlet buna tepki vermeyecek' anlayışı ile sürdürülürse, çözüm süreci olmaktan çıkar. Yani insanlar kaçırılmaya devam ederse. Dün Diyarbakır'da protesto eden ailelerle buluştum. Onlara da söyledim. Hissettiğimi anlatmak için öylesine gözyaşları döküyorlar ki. Masumlar masumu böyle 15 yaşlarında bir kız resmi ile bir anne duruyor. Evlatları dağa çıkarılanlar, kaçırılanlar. Öbür tarafta biri diyor ki, 'Benim oğlum hafıztı. Mümkün değil bunlara katılması. Buna bir takım uyuşturucu vesaire verdiler.' Herkesin bir hikayesi var. Bu bana Kandil'e kadar gitmiş, bunlar afaki olaylar değil, 'Evet senin çocuğun burada' demiş ama 'göstemeyeceğiz' diye cevap aldığı olaylar var."
"Eğer çözüm süreci, ülkeye barış getirmek için yapılıyorsa, önce bu gençlerin kurtarmamız lazım" diyen Davutoğlu, "Şimdi burada HDP ve ilgili taraflara söylüyorum: 'Çözüm süreci devam edecek ama biz gençleri kaçırıp götürmeye devam edeceğiz. İnşaatları, oraya refah götürmeye yönelik yol, baraj inşaatını engellemeye devam edeceğiz' denirse, bunun adı çözüm süreci olmaz. O zaman devlet de kamu düzenini sağlamak için tedbir almak zorunda kalır. En büyük kötülüğü oradaki Kürt kardeşlerimize yapıyorsunuz. Bunları hepsi annelerin bir kısmı Türkçe bilmiyorlardı. Tercüme ile konuştuk. Yazık değil mi bu anneye? Hem çözüm olmuş, ortada şey var. Bu annenin gözyaşına sebebiyet vermek insani bir durum mu?" şeklinde konuştu.