Güncelleme Tarihi:
Can, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'a yönelik baskıların nereye kadar gidebileceğini ve senaryolarını yazdı.
İşte Eyüp Can'ın yazısı:
Felaket tellallığı yapmaya niyetim yok ama son günlerde piyasalarda, özellikle de bankacılar arasında kulaktan kulağa yayılan bir korku var.
"Dört bir koldan ‘faiz indir’ baskısıyla karşı karşıya kalan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz sonunda dayanamayıp istifa edecek!"
"Gerçekten eder mi?" bunu Yılmaz’dan başkası bilemez.
Fakat Merkez Bankası Başkanı’nın kendi kurumunda bile artık yapayalnız kaldığı, faizlerin 0.25 puan indirildiği en son yapılan Para Kurulu toplantısında dörde karşı bir oyla köşeye sıkıştırıldığı, 16 Ekim ve sonrasında yapılacak toplantılarda başkan olarak iradesini ve ağırlığını koymakta güçlük çekeceği artık birer sır değil.
"Şok faiz indirimi" talebine direneceği kesin.
Ancak sonuç alma ihtimali kuşkulu.
Zaten piyasaları endişeye sevk eden de bu durum. Çünkü Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz kişilik olarak hem içe kapalı, prensip sahibi, inatçı ve duygusal bir insan, hem de koltuk sevdalısı değil.
Yani baskıların arttığı bir ortamda çok kolay "inceldiği yerden kopsun o zaman" tepkisi verebilir. Nitekim Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması tartışmasında açıktan Ali Babacan’a kafa tutup "benim dışımda bir başkan taşır o halde" diyerek gerekirse koltuğu bırakabileceği sinyalini vermiş, geçen aylarda yaşadığı baskılar sonucu istifanın eşiğine gelmişti.
Fakat burada esas kritik nokta önümüzdeki günlerin hem küresel hem de ulusal bazda çok şeye gebe olması.
Amerika’da emlak sektöründe baş gösteren ama tüm dünyayı etkisine alan dalganın hasar tespit çalışması henüz bitmiş değil.
Bu yılın son, 2008’in ilk çeyreği adım adım bizlere küresel çalkantının hangi boyutta olduğunu gösterecek. Mart ayına kadar netleşecek bu süreç için üç senaryo var.
Birinci senaryo, FED’in 0.50 puanlık indirimi ve İngiltere Merkez Bankası'nın attığı adımların dalga boyutunu epey küçülttüğü yönünde. Tamam likidite akışında sorun var ama ortada panik yapacak bir durum yok, hasar kontrol altında.
İkinci senaryo, FED müdahalesine rağmen dalganın durmadığı, türev piyasalardan kaynaklanan hasarın zannettiğimizden daha derin olduğu şeklinde. Yani para bolluğuna dayalı saadet devri bitti herkes hesabını yeniden yapsın ve ayağını yorganına göre uzatsın.
Üçüncü senaryo, geçen ay yaşananlar sadece aysbergin görünen yüzüydü, esas hasar dipte ve zannedilenden çok çok büyük. Artık küresel piyasalarda yaşanacak felaketlere hazır olun.
Hangi senaryo daha doğru açıkçası şu anda bilmiyoruz. Fikir yürütebilmek için bile küresel şirketlerin yıl sonu bilançolarını görmemiz gerekiyor.
Ancak kimin ne kadar zarar yazdığını bilirsek hasarın boyutunu biraz anlayabiliriz.
Her ne kadar TEB Genel Müdürü Varol Civil gibi temkinli bankacılar "kimse Mart’a kadar iyimserliğe kapılmasın" diye uyarsa da piyasalar şu anda "iyimserliği ile öne çıkan birinci senaryoyu" satın almış durumda.
Zaten bu dış iyimserlik, büyüme kaygıları ve enflasyon rakamlarının aşağı eğilimli seyri Merkez Bankası’nın yani Durmuş Yılmaz’ın üzerindeki baskıyı dayanılmaz kılıyor.
Türk sanayicisinin yerlerde sürünen kur yüzünden küresel rekabet gücünü yitirme noktasına gelmiş olmasını ve bunun yarattığı baskıyı hiç zikretmiyorum, çünkü bu durum yıllardır böyle.
İşin kötüsü hükümet dahil hiç kimse bu kısır döngüyü nasıl aşacağını bilmiyor.
Hem cari açığı istikrarlı bir biçimde düşüren, hem ekonomiyi ihracata dayalı yüzde 7’lerde büyüten, hem fiyat istikrarını sağlayan, hem faizleri düşüren, hem rekabetçi bir kur politikası izleyen bir babayiğit henüz anasından doğmadı.
Türkiye’nin içinde bulunduğu borç sarmalı bunların hepsini aynı anda başarmayı imkansız kılıyor. Her tercih de farklı bir fatura çıkarıyor.
Şimdi kritik soru şu. Küresel sermaye akışının dalgalandığı, hasar tespit çalışmasına bağlı olarak üç ayrı senaryonun konuşulduğu bir ortamda Merkez Bankası faizleri hangi oranda ve hızda düşürmeli?
Daha somut ifadeyle 16 Ekim’den hasarın büyük ölçüde anlaşılacağı mart ayına kadar faiz silahını nasıl kullanmalı?
Hükümetin önemli bir kanadı ve ihracatçılar "şok indirim" şeklinde diyor. Yani yıl sonuna kadar en az yüzde 3’lük bir indirim.
Piyasalar erken satın aldıkları iyimserlikle şok etmese de yıl sonunda kadar 0.50’lik üç indirim bekliyor.
Durmuş Yılmaz ise her zaman ki temkinli haliyle ayağını gazda değil frende tutmayı tercih ediyor. Yani en fazla 0.25’lik indirimi o da istemeyerek kabul edecek.
Peki kim haklı?
Mart ayına kadar ortaya çıkacak.
Eğer küresel piyasalarda hasar tespit çalışması durumun zannettiğimizden daha kötü olduğunu ortaya koyarsa, temkinli hareket etmediği için herkes Yılmaz’ı hedef tahtasına oturtacak. Tersi olursa bu kez de hızlı bir biçimde faiz indirimine gitmediği için Merkez Bankası Başkanı tefe konulacak.
Alan Greenspan boşuna "Dünyanın hiçbir yerinde Merkez Bankası Başkanları sevilmez" dememiş.
Sevilmemek Yılmaz’ın kaderi.
Fakat piyasaları asıl korkutan Durmuş Yılmaz’ın her geçen gün artan baskı ortamında bu kadere boyun eğmek yerine tepkisel davranıp istifa yolunu seçmesi.
Bakalım Yılmaz, Greenspan’i dinleyip kaderine boyun mu eğecek, yoksa bankacıların istifa korkusu başlarına mı gelecek?