Güncelleme Tarihi:
Mustafa Kemal Paşa'yla arkadaşlarını Samsun'a götüren Bandırma vapuru durup dururken yeniden gündeme geldi ve bir Alman mühendis Anıtkabir Müzesi'nde bulunan Bandırma maketinin bir başka gemiye ait olduğunu iddia etti. İşte, Bandırma konusuna mutevazı ama belgesel bir katkı: İngiliz gemi sigorta şirketi Lloyds'un kayıtlarına göre Bandırma'nın gerçek öyküsü.
Türk tarihinin en meşhur vapuru ‘‘Bandırma’’ durup dururken yeniden gündeme geldi. Hürriyet'te geçen perşembe günü çıkan haberde asıl mesleği gemi mühendisliği olan ve her yıl Bandırma hakkında bir demeç vermeyi ádet edinen Bernd Langenspien isimli Alman'ın son demecine atfen, Anıtkabir Müzesi'nde sergilenen Bandırma maketinin aslında Bandırma'nın değil ‘‘Gelibolu’’ adında bir başka geminin maketi olduğu söyleniyordu.
Ben ne Bandırma vapurunun Anıtkabir Müzesi'ndeki maketini gördüm, ne de ‘‘Gelibolu’’ isimli öteki geminin varlığından haberdar oldum. Ama Bandırma konusu böyle yeniden gündeme gelince, elimde bulunan bir Bandırma belgesini yayınlayayım dedim.
Belge, Bandır-ma'nın dünyanın en büyük gemi sigorta şirketi Lloyds'un arşivinde bulunan kaydı, yani geminin sicili. İşte, Lloyd's sigorta şirketinin kayıtlarına göre Bandırama vapurunun inşasından son gününe kadar kısa öyküsü:
Bizim ‘‘Bandırma’’ dediğimiz gemi 1878'de İskoçya'nın Paisley bölgesindeki MacIntyre şirketi tarafından Hutson and Cardett tezgáhlarında 21 sıra numarasıyla yolcu ve yük vapuru olarak inşa ettirildi. 279 grostondu, demir uskurluydu, hem yelken hem buhar donanımlıydı, uzunluğu 48 metre 90 santim, genişliği altı metreydi.
Gemiye denize indirildiği sırada verilen isim ‘‘Trocadero’’ydu. İlk sahibi Dousey and Robinson şirketi, Trocadero'yu beş sene kullandıktan sonra 1883'te Yunanlı armatör Psicha'ya sattı. Psicha geminin o zamana kadar Londra'da olan kaydını Yunanistan'ın Pire limanına nakletti, iki sene sonra da adını değiştirdi ve ‘‘Kymi’’ yaptı. ‘‘Kymi’’, Yunanca'da ‘‘dalga’’ demekti.
Psicha, ‘‘Dalga’’sını sadece beş sene kullandı ve 1890'da Andreadis isminde bir başka Yunanlı armatöre ait olan ‘‘Rama P. Derasimo-Istanbul’’ şirketine sattı. ‘‘Dalga’’nın Pire limanındaki kayıt ve el değiştirme maceraları 1894'te nihayet buldu: O zamanların Türk Denizyolları İşletmesi olan ‘‘İdare-i Mahsusa’’ gemiyi satın alıp İstanbul'a getirdi, Pire'deki kaydını da İstanbul limanına nakletti, ismi yeniden değiştirildi ve ‘‘Kymi’’ ‘‘Panderma’’ yapıldı. İdare-i Mahsusa'nın adı 1910'da ‘‘Osmanlı Seyrüsefain İdaresi’’ yani ‘‘Osmanlı Denizcilik İşletmesi’’ olunca ‘‘Panderma’’ da ‘‘Bandırma’’ya çevrildi ve posta vapuru haline getirildi.
Gemi bütün bu ardarda sahip ve isim değişiklikleri sırasında maceralar da yaşadı ve batma tehlikeleri geçirdi. 1891'in 12 Aralık'ında Erdek'te seyrederken kayalara çarptı ve tam batmak üzereyken yüzdürüldü. 1915 Mayıs'ında Mürefte-Şarköy açıklarında posta işini görürken bu defa kayalara değil, E-11 modeli bir İngiliz denizaltısına çattı; yediği torpil yüzünden tekrar bir batma tehlikesi geçirdi ama yeniden yüzdürüldü.
Bandırma 1919'daki Samsun seferinden sonra gene eski vazifesine, posta hizmetine döndü. Ama artık yaşlanmıştı; gövdesi sert dalgalara tahammül edemeyecek, makinelerinin çevirdiği pervanesi suları yaramayacak hale gelmişti. Motoru 1925'te büyük bir arıza yaptı. Birkaç ay boyunca tamirine çalışıldı ama astarının yüzünden pahalıya geleceğini gören zamanın Denizyolları idaresi akıllara sığmayacak bir iş yaptı ve Türk tarihinin bu en namlı gemisinin hurda fiyatına elden çıkartmaya karar verdi. Bandırma o devrin en meşhur gemi sökücüsü İlhami Bey'e satıldı. Sonraları ‘‘Söker’’ soyadını alacak olan İlhami Bey gemiyi Haliç'teki söküm tezgáhına çektirdi ve tam dört ayda söktü. Bandırma, 1925'in sonbaharında artık üstüste yerleştirilmiş jiletlik bir demir ve perçin yığını haline gelmişti.
Sonra aradan yıllar geçti ve bir ‘‘Bandırma vapuru’’ tartışması açıldı. Bazı malum çevreler Bandırma'nın ufak bir posta teknesi değil, koskoca bir gemi olduğunu iddia etmeye başladılar ve ortaya bir de fotoğraf çıktı. Fotoğraf ‘‘Bandırma’’ adında büyücek bir yolcu gemisine aitti ama bu Bandırma'nın asıl Bandırma'yla hiçbir alákası yoktu: İngiltere'den 1926'da satın alınıp aynı ismin verildiği 929 grostonluk bir başka gemiydi ve daha sonra onun ismi de değiştirilip ‘‘Ülgen’’e çevrildi.
Ben, Bandırma'nın bu sayfadaki fotoğrafını Orhan Kızıldemir'in 1995'te yayınlanan araştırmasından aldım. Geminin macerası ve ákıbeti hakkında daha etraflı birşeyler öğrenmek isterseniz Yüksek Denizcilik Okulu Mezunları Derneği'nin çıkarttığı ‘‘Denizatı’’ dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısına ve Erol Mütercimler'in 1992'de yayınladığı ‘‘Kurtuluş Savaşı'na Denizden Gelen Destek. Sovyetler Birliği'nden Alınan Yardımlar. Kuvá-yı Milliye Donanması’’ isimli kitabına bakın.
Konuyla alákalı en yetkili kişilerin bilimsel bir yayın yaparak Bandırma konusunu senelerdir işlerine geldiği gibi oraya-buraya çekiştirenlere ve açılan tartışmalara bir son vermelerinin zamanı sizce de artık gelmedi mi?
Atatürk’ten Samsun’a Bandırma vapuru telgrafı
Mustafa Kemal Paşa'nın imzasını taşıyan ama az bilinen bu belgenin aslı şimdi Kurtuluş Savaşı'nın meşhur bir kumandanının ailesi tarafından muhafaza ediliyor ve bende sadece kopyası var.
14 Mayıs 1919 tarihini taşıyan ve Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'daki Üçüncü Kolordu Kumandanlığı'na gönderdiği şifreli telgrafın müsveddesi olan belgede Paşa bugünün Türkçesiyle şunları yazıyor:
‘‘Samsun'da Üçüncü Kolordu Kumandanlığı'na
Cuma günü öğleden sonra Bandırma vapuruyla Samsun'a hareket edilmesine kesin şekilde karar verilmiştir. Karargáhımdaki kumandan ve subay sayısı 23'tür. Karargáhıma Samsun'da geçici olarak kalınacak bir yer hazırlanması için gereken kişilere emir verilmesini rica ederim. Sadrazam Paşa Hazretleri de bu konuda mutasarrıflığa (vali ile kaymakam arasındaki mülki idareci) yazacağını buyurmuştur. Dokuzuncu Ordu Kıt'aları Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri Tuğgeneral Mustafa Kemal’’
Amatör ebrucudan profesyonel kitap
Birkaç nesildir sahhaflık yapan bir aileden gelen Turan Türkmenoğlu Bayezid'deki Sahhaflar Çarşı'sındaki babasından kalma dükkánında eski kitapla uğraşır. Yaşının genç olmasına rağmen çarşının eskilerinden sayılır.
Turan Türkmenoğlu bundan birkaç sene önce klasik sanatlarımızdan birine, ebruya merak saldı ve hoca görmeden, kendi kendine ebru yapmaya başladı. İlk zamanlarda pek soluk, birbirinden tatsız ebrular çıkarttı, sonra bir seviye tutturdu ve şimdi daha da iyiye gitmeye çalışıyor.
Ebrunun ne olduğunu ve nasıl garip bir teknikle yapıldığını herhalde bilirsiniz. ‘‘Kevenotu’’ denilen bitkinin sapları çizilip su dolu bir tekneye bırakılır, sapın salgıladığı ‘‘kitre’’ denilen maddeye kaynatılıp tülbentten geçirilmiş sığır ödü iláve edilir. Üzerine boyayla desenlenler çizilir, sonra teknenin üzerine bir káğıt yerleştirilir, on saniye kadar orada tutulur ve boyalı desen káğıda geçer. Ebru işte böyle kendine mahsus bir ameliyeyle yapılır, ortaya hakikaten güzel ve değişik bir eser çıkar ama ebru teknesinin bulunduğu çalışma mekánı da tam bir savaş alanına döner. Ben ebrunun iyisinin ve hakikisinin her ne kadar bu işin son büyük üstadı Mustafa Düzgünman'ın bundan on yıl önce vefat etmesiyle artık bittiğine inanırsam da, son dönem genç ebrucuların eserlerine gene de bakmamazlık etmem.
Turan Türkmenoğlu, geçenlerde artık bir hayli içinde olduğu ebruyla ilgili bir kitap çıkarttı: ‘‘Sudaki Nakış Ebru’’. Kitapta ebrunun nasıl yapıldığını çizimlerle anlatıyor, sonra ebruyla ilgili bir sözlük ve daha da önemlisi Türk ve batı dillerinde yayınlanmış ebrudan sözeden eserleri sıralayan 725 maddelik geniş bir bibliyografya veriyor.
‘‘Sudaki Nakış Ebru’’ isimli bu kitapla eski sanatlarımızdan birinin geniş kitlelere ulaşmasından dolayı memnunluk duydum. Hele kitabın ilk baskısının tükendiğini ve yeni baskısını yapıldığını öğrenmem memnuniyetimi daha da arttırdı ve ‘‘Darısı tezhib, cild ve káğıt oymacılığı gibi diğer klasik sanatlarımızın başına’’ diye düşündüm.